Hava Durumu

Prof. Dr. Mehmet Yüce'den çarpıcı açıklama: 'Batı, Bizans'ı unutmadı, diriltmek istiyor'

Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı'ndan bu yana en zor dönemlerinden birini yaşadığını belirten Bursa Uludağ Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Yüce, "Türkiye, Batı'nın "yenidünya düzeni" planının odağında yer alıyor.  Bu coğrafya, Batı için çok kutsal bir coğrafya. Bu coğrafyada Bizans'ın kalıntıları var. Batı dünyası, Bizans'ı unutmadı, Bizans'ı yeniden dirilterek yaşatmak istiyor" dedi.

Haber Giriş Tarihi: 06.08.2018 06:24
Haber Güncellenme Tarihi: 06.08.2018 06:24
Kaynak: Haber Merkezi
https://www.yenidonem.com.tr/
Prof. Dr. Mehmet Yüce'den çarpıcı açıklama: 'Batı, Bizans'ı unutmadı, diriltmek istiyor'

Hazırlayanlar: Dr. Yunus KAYABAŞ - İsmail ARSLAN

Anadolu dediğimiz bu kadim coğrafya, medeniyetler zenginliği olduğu kadar, aynı zamanda bir medeniyetler çöplüğüdür. Bu topraklar yüzyıllar boyunca; bazı ülkelerin özlemine, bazı ülkelerin nefretine, bazı ülkelerin ise kirli hesaplarına konu olmuştur.

Bu coğrafyada var olmanın, Türklüğe karşı yapılan sistematik saldırılara karşı koyabilmenin ve kirli oyunlar tertipleyen küresel müesses nizamcılara göğüs gerebilmenin yegâne şartı güçtür. Bu gücün ortaya çıkması için gerekli olan bilimdir, üretimdir, ahlaktır, adalettir, ülkesinin ve milletinin geleceğini düşünen milli bir şuurdur.

Ekonomisiyle, üretimiyle, ordusuyla ve sanayisiyle tam bağımsız güçlü bir Türkiye için öncelik ne olmalıdır?   Ekonomiyle ilgili olarak Türkiye'de sık sık tartışmalara neden olan vergi dağılımında esas alınması gereken parametre nedir?

Türk dünyasını kafesinden çıkarıp süper güç olmasını sağlamak ve Türklüğü geleceğe taşımak için nasıl bir politika izlenmelidir?  Türkiye'nin içinde bulunduğu Orta Doğu coğrafyasındaki gelişmelerin perde arkasında ne yatmaktadır?

Bu ve buna benzer birçok soruyu ekonomi ve Türk Dünyası üzerine çalışmalar yapan, aynı zamanda Orta Doğu coğrafyasındaki gelişmeleri yakından takip eden Bursa Uludağ Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Yüce'ye sorduk.

Sayın Yüce, öncelikle kısaca kendinizden bahseder misiniz?

-Ben aslen Ağrı doğumluyum. Türkmenler, Azerî Türkleri, Ahıska Türkleri, Karapapaklar, Terekemeler, Kürtler ve Arapların barış içerisinde yaşadığı bir ilde doğdum. Eğitim için Bursa'yı seçtim, hiç gitmemiştim, hiç bağım olmadığı için de kendimi bulabileceğim bir yer olarak gördüm. Tercih ederken amacım kaymakam olmaktı, ama fakülteyi bitirdiğimde, kaymakam değil de bilim üzerine çalışan biri olmanın bana daha uygun olduğunu gördüm. Okuduğum üniversitede öğretim görevlisi olarak kaldım. Daha sonra beş sene gibi bir süre Orta Asya'da görev yapma fırsatını buldum. Kırgızistan'da öğretim üyesi, dekan ve rektör yardımcılığı görevi yaptım. Daha sonra kendi kurumuma, yani Bursa Uludağ Üniversitesi'ne döndüm ve şu an rektör yardımcılığı görevini yürütüyorum. Mali hukuk ve vergi hukuku üzerine çalışıyorum. Vergi, İnsanların en sevmediği bir alandır. Filozofun dediği gibi, "Hayatta iki şey kaçınılmazdır, bir ölüm, diğeri vergi". O yüzden hayatta kaçınılmaz bir şey üzerine çalışmaya başladım. Bu kaçınılmaz şeyi özellikle gençlere sevdirmeye çalışıyorum. Çünkü vergi demokrasinin finansmanı ve ülkenin payidar kalmasının güvencesidir.

Bursa Uludağ Üniversitesi'nin mevcut potansiyeli nedir? Çalışmaları nedir? Genel bir soru olarak, üniversitelerin toplumdan uzak olmasıyla ilgili düşünceleriniz nedir,  üniversitenizin bunu ortadan kaldırmaya yönelik yaptığı bir çalışma var mı?

Bursa Uludağ Üniversitesi (BUÜ) 3.Nesil Üniversite olmayı hedefleyen bir üniversitedir. 3.Nesil Üniversite bilim odaklı bir üniversite demektir. "Bilimden üretime, üretimden ekonomiye" parolasını kullanan üniversitemiz 3. Nesil Üniversite vizyonumuzda; kurumsal işbirlikleriyle sağlam bir network oluşturan, ileri düzey araştırma laboratuvarları, bilim parkları ve kuluçka merkezlerinin bulunduğu, doğrudan devlet katkısı yerine uygulamalı araştırma yardımlarından yararlanan bir yapılanmayı ve buna uygun yönetim anlayışını hâkim kılmak yer almaktadır.

Türk üniversitelerinin en büyük sıkıntılarından birisi kapılarını topluma kapatmış olmasıdır. Uzun süre üniversiteler milletimizin milli, manevi ve kültürel değerlerin, bir yana bırakarak sadece Batı'da öğretileri Türk milletine aktarmaya çalıştı. Bununla ilgili çok güzel bir söz vardır, "Fıtrat, fıtrî olmayanı kabul etmez". Üniversitenin verdiği bu reçeteler topluma uygun değildi. O yüzden üniversiteler topluma kapalı olarak büyümeye çalıştı. Bu nedenle üniversiteler ile toplum arasında bir kopukluk meydana geldi. Öncellikle belirtmek gerekir ki üniversiteler evrensel kurumlardır. Evrensel anlamda bilim ve teknolojiye katkıda bulunmaları gerekir. Bununla beraber bulundukları ülkenin ihtiyacını unutmamalı ve ülkenin değerlerine saygı göstermelidirler. Bu nedenle yerel sorunlara evrensel çözüm üretmek üniversitelerin en önemli görevleri olduğu inancındayım.

Bursa Uludağ Üniversitesi yönetimi olarak toplum ile üniversite arasında sağlıklı bir diyalog kurmaya çalışıyoruz.  Biz diyoruz ki, toplumu dinleyip toplum ihtiyaçları üzerine yine birlikte projeler üretelim. BUÜ 16 araştırma üniversitesi arasında yer almaktadır. Bu nedenle devlet araştırma için diğer üniversitelere göre daha fazla bize destek veriyorlar. Araştırma vadisi projemizi hayata geçiriyoruz. Merkezî bir laboratuvar kurduk, ihtisas laboratuvarları da kurmaya devam edeceğiz. Bu konuda Rektörümüz Prof. Dr. Yusuf Ulcay hoca çok çaba sarf ediyor.

-Eğer, Türkiye en büyük 10 ekonomi arasına girmek istiyorsa zihniyet değişimi yapmak zorunda. Bu zihniyetle ve taklit taktiğiyle dünyanın 10 büyük ekonomisi arasına giremeyiz. Bilim ve teknolojide kaliteli bir şekilde mesafe almalıyız. Kaliteli ve katma değeri yüksek malları üretip, dünya pazarına sunmalıyız. Bilgi ekonomisine geçmeliyiz. Yerli patent almadan, yerli marka oluşturmadan, milli-ileri teknolojik ürünler üretmeden, kilo başına bir- iki dolar ürünlerin ihracıyla 10 büyük ekonomiye giremeyiz. Ekonomide yapısal reformlar gerçekleştirerek dışa bağımlı bir üretim ve ihracat yapan ülke konumundan çıkmalıyız.

Sayın Yüce, üniversitenizin desteklediği ulusal ve uluslararası projeler var mı?

-Bursa Uludağ Üniversitesi, Türkiye'nin uluslararasılaşmış 20 üniversitesi arasında yer almaktadır. Uluslararası iş birliğine açık bir üniversiteyiz. Diğer taraftan Üniversite bünyesinde BAP dediğimiz, Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi var. Bu birimimiz ciddi anlamda bilimsel projeleri desteklemektedir. Bu birimin amacı alanında bilime evrensel veya ulusal ölçülerde katkı yapması, ülkenin teknolojik, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasına katkı sağlaması beklenen bilimsel içerikli, Üniversite içi ve/veya dışı, ulusal ve/veya uluslararası kurum ya da kuruluşların katılımları ile yapılacak araştırma projelerini desteklemektir. Bu misyona uygun çalışan BAP birimi öğretim elemanlarımızın proje geliştirmesi, bu kapsamda yurt dışına gitmesi, kongrelere ve seminerlere katılmaları konusunda maddi destek sağlıyor. Tabii ki bu konuda çok güzel geri dönüşümler de söz konusu olmaktadır. Mesela, basına da yansıdı, Prof. Dr. Veysel Turan hocamızın içinde bulunduğu üniversitelerarası bir proje sonucu kanser için ilaç geliştirme konusunda ciddi başarı sağlandı. Ayrıca BAP projesi kapsamında sanayiyi yönelik geliştirilen patentler de bulunmaktadır. Ayrıca öğretim elemanlarımız BAP dışında başta TUBİTAK olmak üzere birçok kurum ve kuruluşlarla birlikte proje çalışmaları yürütmektedirler.

Tarihe damgasını vurmuş bir millet, neden düşünce adamı çıkaramıyor? Bu konuda görüşünüz nedir?

-Sosyal bilimler konusunda çalışmalar elbette var. Ama sosyal bilimler Türkiye'de istediği yere gelebilmiş değil. Üniversite dediğiniz zaman akla daha çok fen ve sağlık geliyor. Sosyal bilimler alanında çalışan öğretim üyeleri daha çok derse girmek üzerine yoğunlaştırılmış durumdadırlar. Bu yüzden sosyal bilimlerde öğretim üyeleri yeteri kadar zamanları olmadığı için araştırma yapamıyorlar. Diğer taraftan eğitim ve yetiştirilme sistemimiz yanlış. Eğitim sistemimiz muhakeme yerine ezbereye dayalı olduğunda zihinler küçük yaşta köreltiliyor ve tek tipleştiriliyor. Böylece farklı düşüncelerin gelişmesine imkân verilmiyor. Eğitim sürecimizde sorgulayan kişiler, soru soran, araştırma yapan öğrenciler hoş karşılanmıyor, susturuluyor. Özellikler temel bilimler konusunda yeteri eğitim verilmiyor. Böylece alt yapısı zayıf bir yetiştirilen bir nesil yetiştiriyoruz. Böyle bir nesilden de mümtaz fikir adamları çıkması beklenemez.

Tarihsel ve kültürel açıdan bakıldığında Türkiye sosyal bilimci yetiştirmeye o kadar uygun bir coğrafya olduğu apaçık görülmektedir. Bu konuya yeteri kaynak aktarılırsa ve en önemlisi zihinsel odaklanma sağlanırsa çok başarılı bilim-fikir insanları çıkacağına eminim. Tekrar belirtmek istiyorum bunun için zihniyet değişimi şarttır. Toplum olarak sosyal bilimcilere genelde önem vermiyoruz ama dünyanın dengesini değiştirenler sosyal bilimciler olduğunu unutmamak lazımdır. Mesela, İbn-i Haldun, Farabi, İbn-i Sina, Adam Smith gibi.

Sayın Yüce, düşünce adamı çıkaramamamızın sebebi, yaşanan gelişmeleri, sonuçları ve örnekleri sorgulamadığımız için olabilir mi?

-Eğitim sistemimiz ezbere olduğu için sorgulama bizde hiç hoş görülmez. Ailede bile hoş görülmüyor, çocuğumuz ikinci üçüncü sorusunu sorunca hemen "Dur!" diyoruz. Sorgulamayı sanki milletimize, dinimize aykırıymış gibi görüyoruz. Hâlbuki gerek Türk kültüründe gerekse dinimizde sorgulamanın esas olduğunu görüyoruz. Kur'an-ı Kerim birçok ayetinin sonunda diyor ki; "Siz akıl edinmez misiniz? Düşünemez misiniz? Ders çıkaramaz mısınız?" Ben bunun Orta Doğu kültüründen yansıdığını düşünüyorum. Türk kültüründe ya da İslam'da  sorgulamaya engel yok.

Türk kültürü demişken... Türk Dünyası'na yaptığınız hizmetlerden bahseder misiniz? Türk Dünyası'nın kafesinden çıkıp süper güç olabilmesi için tavsiyeniz var mıdır?

-Öncelikle ben, 2001 yılında Kırgızistan'a giderek fiili olarak Türk Dünyası için çalışma yaptım. Oraya gittiğimde,

"Orada bir köy var uzakta,

O köy bizim köyümüz.

Gelmesek de gitmesek de,

O köy bizim köyümüzdür" şiirini hatırladım. Ama ben, "gitmezsek o köy bizim köy olmaktan çıkar' şeklinde düşünüyorum.  Gitmediğiniz yer sizin değildir. İlişki kurmadığınız bölge sizin değildir. Türk coğrafyası güzel bir coğrafya, kadim bir coğrafya, maddî ve manevi açıdan çok zengin bir coğrafya, ama gerek fikrî, gerekse coğrafî olarak çok parçalanmış bir coğrafya. Türklerin yaşadığı yerin adı Orta Asya değil Türkistan'dır.  1991 yılında yıkılan Sovyetler Birliği o bölgeye Orta Asya dedi ve kafamızın içine yerleştirdi. Türkistan coğrafyasına baktığımız zaman çok farklı alfabeleri görüyoruz. Yeryüzünde belki sadece Türklere karşı kullanılmış bir sistem bu. Çünkü bir milletin bir alfabesi olmaz.  İngiliz ve Amerikan'ın alfabesi aynıdır. Mesela bize en yakın Türk boyu olan Azerbaycan'ın alfabesi bile Türkiye'nin alfabesinden farklıdır.  Neden alfabe farklılaştırılması yapıldı? Bu sorunun temeli Nikolay İlminskiy'e dayanır. Rus Çarlığında döneminde "Türkleri nasıl bölebiliriz?" diye düşünüyorlar. O zamanlar Türk camiası genel anlamda Çağatay alfabesi kullanıyordu, bu yüzden İstanbul'dan çıkan bir kitap tüm bu coğrafyada okunabiliyordu. Nikola İlminskiy bir çalışma yaptı ve sonucunda şu karara vardı; "Biz Türkleri kültürel anlamda parçalarsak birbirlerine yabancılaşırlar. Onun için farklı alfabeler dayatmamız gerekiyor." Bu alfabe hazırlandı ve dayatıldı.

'DİLDE, FİKİRDE VE İŞTE BİRLİK'

Çağatay lehçesi Arap alfabesiyle yazılmaktaydı. Türkiye ile bağı kopsun diye Rus egemenliği altındaki Türk toplulukları Latin alfabesine alfabesine geçirdiler. Türkiye Latin alfabesine geçince bunları Kiril alfabesine geçirdiler.  Kiril alfabesine geçişte de  bir oyun oynadılar. Türk topluluklarında sese karşı gelen harfleri farklılaştırdılar. Örneğin aynı sese karşılık gelen harf Kırgızca'da farklı Kazakçada farklıdır. Böylece Türk toplulukları yine yazım dilinde birbirini anlamaz oldu. Kazak'ın yazdığını Kırgız anlamaz, Kırgız'ın yazdığını Özbek anlamaz oldu. Alfabe birliği olmadığı sürece Türk Dünyası birleşmez.

Dil ve alfabe birliği Tatar Türkü olan Gaspıralı İsmail Efendi çok ciddi çalışmalar yapmıştır. Gaspıralı İsmail'in çok güzel bir sözü vardır; "Dilde, fikirde ve işte birlik." Bu amaç için cedid okullarını açmıştır. Ama buna karşı Rusya yukarıda adını zikrettiğimiz İlminskiy'nin projesini hayata geçirdi.  İlminskiy'in geliştirdiği proje bağlamında Rusya eğitim kurumları ve basın kullanılarak yazılı dil hüviyeti kazanmış diller, lehçe ve şivelere ayrılarak çok sayıda yazı dili üretilmiş, ardından da iç içe geçmiş etnik grupları "aracı dil" olarak Rusçaya mecbur etmiştir. İlminskiy, Türk bölgelerinde açılan Rus okullarında Türk çocuklarını Ruslaştırmakla kalmayıp bunların Hıristiyanlaştırılması için de Rus Eğitim Bakanlığı ile birlikte büyük gayret sarf etmiştir. İlminskiy, Türkler için açılan Rus okullarında, Rusçanın yanı sıra her Türk boyunun kullandığı lehçeyi, Rus alfabesinde, ayrı bir dil gibi öğretmiştir. Böylece Türk gençleri bir taraftan Rus okullarında Ruslaşmaya ve Hıristiyanlaşmaya zorlanırken diğer taraftan Gaspıralı İsmail Bey'in Cedit okullarıyla oluşturmaya çalıştığı dil ve kültür birliğinin önüne geçilmiştir.

Peki 1991'de Sovyetler Birliği yıkıldığı zaman, Türkiye'nin Türkistan bölgesine yönelik izlediği politika başarılı oldu mu?

-Beklenen başarı sağlanmadı maalesef. Rahmetli Turgut Özal döneminde Orta Asya'ya önem verdik gittik ama, Amerikan ağzıyla konuşup, Batı'yı temsilen gittik. İçerideki hain yapı vasıtasıyla onları kendimize küstürdük. Onları anlamaya çalışmadık, onlar da bize yabancı gözüyle baktılar. Başarılı olamamamızın ikinci sebebi ise sahayı tanımıyorduk. Sovyetler dağılmadan önce bu coğrafya üzerinde yeteri kadar çalışamadık, coğrafyaya yabancıydık; Sovyetler dağıldıktan sonra yeni oluşan Türk devletlerinin ihtiyaç ve beklentilerini analiz edemedik, içinde bulundukları sorunlara çözüm üretemedik. Çözüm üretmek için önce ülkeleri ve insanlarını tanımamız gerekir. Hâlihazırda TİKA ve Yunus Emre Enstitüsü'nün önemli çalışmaları var, özellikle TİKA'yı takdir etmek lazım. En ücra köşelere dahi gidiyor, hizmet götürüyor. Yatırımcılarla iş birliği yapıyor ve yatırımcıların önünü açıyor.  Bu yüzden TİKA ve Yunus Emre Enstitüsü'nün çalışmaları doğru yönde ilerliyor.

Sayın Yüce, biraz da yakın coğrafyamızda olup bitenlerden bahsetmek istiyorum.  Türkiye'nin içinde bulunduğu Orta Doğu coğrafyasında yaşanan gelişmeleri yakından takip ediyorsunuz. Yaşanan bu olayların perde arkasında ne yatıyor? Amaç ne? Türkiye'yi neler bekliyor?

-Şu anda Türkiye, Kurtuluş Savaşı'ndan bu yana yaşadığı en zor dönemlerinden birini yaşıyor. Çünkü, Amerika ve müttefikleri tarafından yeni bir dünya düzeni planlanıyor. Bu yeni dünya düzeninde haritaların değişmesi ve yeni devletçiklerin kurulması isteniyor. Kendileri de artık gizlemiyorlar açık açık konuşuyorlar. O açıdan Türkiye çok sıkıntılı bir coğrafyada yaşıyor. Bunun sebebi de Türkiye'nin coğrafi konumu, kültürel yapısı ve yüklendiği misyondur.  Doğu ile Batı arasında köprü rolünde Türkiye jeo-stratejik bir konuma sahip. Bu coğrafya Batı için çok kutsal bir coğrafyadır, çünkü bu coğrafyada Bizans'ın kalıntıları vardır.  Hala Batıda birçok yerde Bizans yaşatma dernekleri var, internete bakın. Batı Bizans'ı unutmadı, Bizans'ı yaşatmak istiyor. Çünkü Bizans Batı medeniyetinin beşiğiydi, Batı'ya değer sağlıyordu.

Diğer taraftan Batı'nın Türkiye'ye vereceği rolünün ne olması gerektiği konusunda kafası karışık. Batı, istikrarsızlaştırılmış bir Türkiye mi ister, yoksa Batı'nın belirlediği politika dışına çıkmayan muti bir Türkiye mi ister?  Ya da kısmen istikrarlı, sorunlarla boğuşan ama Doğu ile Batı arasında tampon görevi yapan bir Türkiye mi ister? Batı için, kendi ayakları üzerinde duran, bölgesinin biçimlenmesinde rol alan aktör bir Türkiye seçeneği yok. O nedenle ABD ve Batı dünyası dik durmaya çalışan ve bölgesel aktör konumunda olan Türkiye'ye bedel ödetmeye çalışıyor. Ta ki istedikleri Türkiye oluşana kadar da durmak niyetinde değiller.

ABD Orta Doğu'yu istikrarsızlaştırmak için başvurduğu yollardan bire de "Arap baharı"ydı. Demokrasi adı altında Orta Doğu'da bir istikrarsızlaşma hareketi başlatıldı. Buna 'Ilımlı İslam' projesi dediler. Bu proje istedikleri gibi gitmeyince mesela Türkiye Mısır arasında iyi ilişkiler gelişince, 'dur arkadaş bu olmadı." deyip, yedekte beklettikleri  projeyi devreye soktular. Bu projenin amacı bölünmüş, radikalleşmiş ve istikrarsız bir Orta Doğu. Radikalleşmiş bir Orta Doğu'da DEAŞ, İŞİD, El-Nusra  gibi terör örgütleri kullanarak hem bu coğrafyayı parçaladılar hem de dünyada Müslümanlara karşı kin ve nefret tohumu ekerek Müslüman karşıtı bir atmosfer oluşturdular. Maalesef bu radikal örgütler İslam adına İslam'a darbe üstüne darbe vurdular. Burada bir hususu daha belirtmek isterim; bu örgütler Sünni İslam diye sunuldu.  Oysa bunlar "Ehl-i Sünnet" olarak bildiğimiz Sünni İslam'ı temsil etmiyorlar. Bunlar Selefilik ve Vehhabiliğin bir koludur. Bilindiği üzere Vehhabilik İngilizler tarafından Osmanlı Devleti'nin yıkılması için kurulmuştur. Bu radikal örgütler de aynı amaçla kuruldu. Hedef Orta Doğu'yu istikrarsızlaştırıp Türkiye'yi bölmektir.

Bu süreçte Türkiye'nin Rusya ile yakın ilişkiler kurduğunu görüyoruz. Bu iş birliği uzun soluklu olabilir mi?

-Türkiye'nin istikrarsızlaşmış ve 4 tarafı terör örgütleriyle dolmuş bir Orta Doğu'da mücadele etmesi zordur. Burada doğal olanı müttefiklerinden destek almasıydı. Ama doğal müttefiklerimiz, bizi yüz üstü bıraktılar, bu da yetmedi içimize hainler soktular ve bunu açık bir şekilde yaptılar. O yüzden yeni müttefikler edinmemiz gerekiyordu. Türkiye Rusya ile müttefik olmak zorunda kaldı. Doğru olanı yaptı.  Türkiye Rusya ile iş birliği yapmalıdır, ama bunu ne zamana kadar devam ettireceği ve ne kadar sağlam ayaklar üzerinde oturtulduğu konusu tartışmalıdır. Birçok konu ve alanda Rusya ile ciddi görüş ayrılıklarımız var. Türkiye, Rusya ile olan ilişkilerinde denge kurmak zorunda. Önceliklerimiz farklı, ama iş birliği yapmalıyız. Tek taraflı bir ilişkiye dayalı bir politikayla bu coğrafyada varlık göstermek neredeyse imkânsızdır.

'BATI'NIN BİÇTİĞİ ROL TÜRKİYE'Yİ PARÇALAR'

Türkiye bölgesel bir aktör olmak zorundadır.  Türkiye Batı'nın kendisine biçtiği rolü kabul ederse ülke kısa zamanda parçalanır.  Cengiz Aytmatov'un Gün Olur Asra Bedel kitabında destanlaştırdığı Mankurt hikayesinde özüne yabancılaştırılmış, millet ile değerlerine karşı düşman olarak yetiştirdiği kendisi bağlı ve kendisine verilen her rölü kusursuzca oynayan Mankurtlaştırma politikalarının farkına vararak millet menfaatini esas alan politikaları üreten Türkiye, Batı için istenmeyen Türkiye'dir. Bu nedenle Batı böyle bir Türkiye modelini benimsemiyor. Onun için kendine göre Türkiye'nin terbiye edilmesi gerekiyor. Bunun için de her türlü araç mubahtır. Batı'nın da unutulması gerekir ki, Mankurt değiliz, kadim bir toplumun şerefli temsilcileriyiz. Bedeline bakmadan ülkesi ve bayrağı için her türlü fedakârlığa katlanmaya hazır bir milletiz.

Türkiye Milli menfaatlerini esas alarak sağlam politikaları yürütmelidir. Bu yaparken de yapıcı ve uzlaşmacı bir dil kullanmalıdır.  Uluslararası siyaset stratejileri ustaca kullanmalıdır. Bu politikalarının uzun süre devam edebilmesi ve ayakları sağlam bir şekilde yere oturması için de güçlü ekonomik bir yapı oluşturmalıdır. Eğer siz güçlü bir ekonomiye sahip değilseniz gittiğiniz yerden geri dönmek zorunda kalabilirsiniz. O nedenle savunma sanayindeki başarılarını başka alanlara da taşımak zorundadır. Özellikle milli markaları üretmemiz lazım. Mesela, Honda denildiği zaman Lamborghini denildiği zaman, Mercedes denildiği zaman hangi ülkeye ait olduğu biliniyor.  Biz de akla Türkiye'yi getirecek markaları üretmezsek, kendi politikasını uygulayan, bölgesel ve küresel aktör ülke olamayız.

Sayın Yüce, alanınızla ilgili sorularım olacak. Türkiye'de vergi sistemi her dönem tartışmaların odağında yer aldı. Her kesimde memnuniyetsizlik var. Bunu neye bağlıyorsunuz ve çözüm öneriniz nedir?

-Vergiden hiç bir taraf memnun değil. Devlet vergi sisteminden memnun değil, memnun olmadığını çıkan aflarla görüyoruz. Toplum da memnun değil, kime sorarsanız sorun ya borcu vardır ya mahkemeliktir ya da vergiden kaçıyordur. Demek ki, yapıda bir sıkıntı var, o zaman yapıya el atılmalı. Önce sorunun kaynağına inmemiz gerekiyor. Aklımıza sokmamız gereken bir şey var, Türkiye artık bir köy değildir. Karşımızda küreselleşen ve gelişen bir ülke var. Bu gerçekleri dikkate alarak sistemimize buna göre revize etmeliyiz. Ayrıca dünyadaki başka ülkelerin gelişimlerini de göz önünde bulundurmalıyız. Biz vergi sistemini Almanlardan almışız, ama Almanya ve Türkiye ekonomisi çok farklı. Alman vergi sistemindeki bazı noktaları çıkarıp kendimize uyarlamaya çalıştığımız için vergi sisteminin bütünlüğü bozulmuş. Bütünlük bozulduğu için herkes rahatsız. Vergi tabanını genişletip yaymamız ve vergi oranını düşürmemiz gerekiyor. Türkiye'de vergi yükü yüksek değil. Ama vergi yükü dağılımında adaletsizlik var. Çünkü vergiyi belli bir kesimin üstüne yüklemişiz, bütün topluma yüklenmemiş. Ayrıca vergi sistemini hayata geçirirken vergi uyumu ve vergi ahlakını göz önüne almamışız. Unutmayalım ki biz Doğu toplumuyuz. Bizde manevi değerler önemlidir.

Sayın Yüce, Vergi Usul Kanunu 359. maddesi sizce, insan hakları beyannamesine göre sakıncalı bir madde değil midir? Sahte fatura kullanmayana da ceza uygulayan, ticaret yaptığı için ceza yiyen firmalara bir haksızlık değil midir? Birçok firmayı mağdur eden bu kanunun kaldırması gerektiğini düşünüyor musunuz? Sizce bu getirilen uygulamada FETÖ parmağı var mı?

- FETÖ'nün parmağı olup ya da olmadığını bilmiyorum ancak bu maddenin uygulamasında çok ciddi sıkıntılar var.  Vergi denetiminde sahte ve muhteviyatı itibariyle yanıltıcı olmayan belge kullanımı vergi teknik raporları hazırlanıyor. Bu raporda kapsamında hiç suçu olmayan kişiler dahi cezalandırılıyor. Mesela mal satın aldığınız kişi hakkında bu tür bir rapor hazırlanmışsa hiçbir eksiğiniz olmasa da size de müeyyide uygulanıyor. Malın bedelini bankadan yatırmış olsanız dahi deniliyor ki "sizin fatura aldığınız adam suçlu o nedenle siz de suçlusunuz", bundan dolayı da farklı yaptırımlara tabi tutuluyorsunuz. Bu anlayış evrensel hukuk normlarına aykırıdır. Suç ve cezalarda kişisellik ilkesi vardır. Ayrıca bu durum serbest piyasa ekonomisi mantığına aykırıdır. Çünkü liberal ekonomi sisteminde sözleşme serbestliği vardır. Dolayısıyla ben istediğim kişiyle konuşurum, alış-veri yaparım. O kişi ya da kuruma ilişkin gayrikanuni bir şey varsa devlet gereken tedbiri alır. Üçüncüsü ve en önemlisi vergi usulü kanununun 5. maddesine mahremiyet hükmü konulmuştur. Mahremiyet hükmü sebebiyle başkasının vergi durumuyla ilgili bilgi alma hakkım yok. Bir başka sıkıntıda devlet vatandaşına güvenmek zorundadır. Vatandaş bu malın bedeli bankaya aracılığıyla yatırmışsa ve malın irsaliyesini gösteriyorsa, aksi ispatlanıncaya kadar vatandaşın beyanı esastır. Aksinin ispat yükü de devlete düşer. Evet, kötü amaçlı insanlar vardır, bundan yararlanacak insanlar olacak, bu yoldan gelir elde edecek insanlar olacaktır. Ama, devletin görevi kötü niyetli kişiler yüzünden halkı mağdur etmek değil, halk için suçluları ortadan kaldırmaktır. Bazı suçlular hazineye zarar veriyor diye bütün toplum cezalandırılamaz. Bu, hukuk devletine ve hukuki güvenlik ilkesine aykırıdır.

Sayın Yüce, verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ediyoruz.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.