Hava Durumu

Tarihi kervan yolunun izinde... Ürünlü, Aktopraklık, Gölyazı'ya doğru...

Geçen yıl kasım ayında tarihi kervan yoluna odaklanmış, bu güzergâha gidip Ketendere, Mirzaoba, Dereköy, Çerkirce yöresinde saha çalışması yaparak izlenimlerimi paylaşmıştım. Bu yıl da yine Kasım ayı başında tarihi kervan yolunun Özlüce Köprüsü ve Ürünlü güzergâhına saha çalışması yapmak için gittik. Son 50-60 yıldır devam eden kentleşmenin doğal sonucu olarak tarihi kervan yolunun ovadaki kısımları yok olmuş...

Haber Giriş Tarihi: 22.01.2018 13:26
Haber Güncellenme Tarihi: 22.01.2018 13:26
Kaynak: Haber Merkezi
https://www.yenidonem.com.tr/
Tarihi kervan yolunun izinde... Ürünlü, Aktopraklık, Gölyazı'ya doğru...

-Y. Kenan Yetişen-

Geçen yıl sosyal hayatımızı fazla meşgul eden konulardan biri de, Gemlik- Mudanya yollarının limanlar nedeniyle oluşan yoğunluğunu azaltmaktı. Ağır tonajlı araçları başka bir yöne yöneltmek düşüncesi ile 70 yıl öncesine kadar kullanılmakta olan tarihi "Kapanca Limanı" ve "Tarihi Kervan Yolu"na odaklanılmıştı. Evet, "Kapanca Limanı" doğal bir limandı ve İzmir-İstanbul otobanına, Ketendere'den tarihi kervan yolu güzergahını kullanarak Dereköy, Çerkirce, Ürünlü üzerinden bağlanılması düşünülüyordu. Çeşitli sivil toplum kurumları bu konuya fazlası ile ilgi gösterdi. Ancak doğada olacak tahribatı gözler önüne serilmesi ile proje durduruldu ve ilgi duyanlar rahat bir nefes aldı. Geçen yıl (2016) Kasım ayında bu güzergaha gidip Ketendere, Mirzaoba, Dereköy, Çerkirce yöresinde saha çalışması yapmış, izlenimlerimi paylaşmış idim.

(Ürünlü Kalesi duvarlarından günümüze kadar ayakta kalabilen kısım)

Bu yıl da (2017) yine Kasım ayında tarihi kervan yolunun Özlüce Köprüsü ve Ürünlü güzergahına saha çalışması yapmak için gittik. Son 50-60 yıldır devam eden kentleşme ve bunun doğal sonucu olarak yapılan yol çalışmaları nedeni ile tarihi kervan yolunun ovadaki kısımları yok olmuş. Balabancık'tan sonraki Eski Köprü ve Özlüce Köprüsü'nün kalıntılarını görebildik. Kaybolan yolun izlerini aramak ve Ürünlü Kalesi'ni görmek amacıyla Bursa-İzmir Yolu'nun Güney tarafına geçtik. Gerek Trilye, gerek İzmir tarafından gelen yolların kesiştiği Başköy de gelişirken tarihi bir eserin kalmadığını gördük. Köylülerden öğrendiğimize göre, buralardaki yolların taşları sökülüp arazi ya sürüldü ekim alanı oldu, ya da üzerinden geniş asfalt yollar geçti. Bunu bir kez daha teyit ediyoruz.

(Ürünlü-Kale'den Tahtalı Köyüne giden yol kalıntısı)

ÜRÜNLÜ

Ürünlü'ye yaklaştığımızda muhtarı aradık ve köy meydanında buluşmayı kararlaştırdık. Ürünlü'ye vardığımızda ise burasının çok geliştiğini, meydandaki caminin yeni ve görkemli olduğunu gördük. Meydandaki çınar orada eski bir yaşantının varlığını hissettiriyordu. Ağacın üzerindeki levhada 250 yıllık olduğu yazılıysa da, yerel halk, 900 yaşında olduğuna inanıyor. Ürünlünün eski ve şimdiki muhtarlarının (Haşim Er ve Nihat Algan) birlikte gelmeleri bizleri mutlu etti.

(Ürünlü kale duvarları)

Günümüzde ismi Ürünlü olan yerleşim yerinin eski adı olan "Kite", 1960'lı yılların başına kadar kullanılırmış. Yol boyunca mevcut olan ve meydana bakan binaların bazılarının çok virane olduğunu gördük. Bu eski binaların 50-80 yıllık olduğunu ve tescillendiklerinden yıkıp yeni bina yapamadıklarından yakınıyorlar. Ürünlü Meydanı'nın ortasında tarihi bir çınar, doğusunda ise yeni yapılmış çift minareli cami ve kahvesi mevcut. Etraftaki binalar hakkında konuşurken gözüme kubbeler takılınca, önce orayı görmeye karar verdik. Yanına gidince gördük ki, burası kentin ayakta kalan ve restore edilen Kite Hamamı imiş. Bina restorasyon sonrası bir kişi tarafından kiralanıp çalıştırılıyormuş. Fakat suyu odunla ısıtmalı olduğu için ayrıca küçük ve bir tek hanımlara açık olması nedeniyle de ekonomik olmayıp kapanmak zorunda kalmış. Daha sonra da Büyük Şehir Belediyemiz tarafından sahiplenilip, düzenlenmesi yapılmış ve şu an sosyal tesis olarak kullanılıyor.

(Ürünlü'deki yeni cami)

Ürünlü Köyü'nün (şimdiki mahallesinin) Kite Hamamı'nı görmemizin ardından muhtarlarımızdan bizleri Kite Kalesi'ne götürmelerini rica ettik. Ürünlü Meydanı'nda camiyi sağımıza alıp 100 metre kadar yürüyüp evlerin bitiminde sağa döndük. Tarlaların arasında traktör yolunu takip ederek 300 metre kadar yürüdüğümüzde sağ tarafımızda, yani güneyimizde, Kite Kalesi'nin kalıntılarını gördük.

Romalılar Mora Yarımadası'nı ele geçirince buradaki yerleşim merkezlerinden biri olan Kite'nin halkı, buraya göç eder ve yerleştikler bu bölge yine aynı isimle anılmaya devam eder.  Bir rivayete göre de içeride kat kat şekilde bir yapı olması nedeni ile "kite" ismini aldığını öğrendik. Osmanlılar tarafından 1324 yılında fethedilip, Sultan Çelebi Mehmet tarafından Yeşil Camii'nin vakıf köyü olarak tayin edilmiştir. Eski muhtarın anlattıklarına göre,19. yüzyıla kadar Gemlik ve Mudanya'nın bağlı olduğu Kite'nin M.Ö. 3. yüzyıla ait Bizans yapısı olan kalesinin 60-70 yıl öncesine kadar kale duvarlarının sağlam ve bütün olduğu anlaşılıyor. Ayrıca kale duvarlarının iç kısımlarında oda gibi taştan bölmeler mevcutmuş. Günümüzde kısmen sağlam kalan doğu, güney ve batı (çok az kısmı ayakta) duvarlarının hemen tamamı sarmaşıklar ile kaplanmış olarak doğa şartlarına dayanmaya çalışmaktadır.  Muhtar, 50 yıl kadar önce çıkarılan bir kanun ile buralarının satışa çıkarıldığını, kale içinin ise köy eşrafından bir şahıs tarafından alındığını belirtti. Kalenin güneyinde taş duvarı bürüyen çalılık ve sarmaşıkların arasında büyükçe bir deliği andıran yerin, kalenin Tahtalı'ya giden yola açılan kapısı olduğunu öğrendik. Duvarlarda havalandırma delikleri ve bağlantı tahtaları halen duruyordu. Günümüzde,  2. Derece Arkeolojik SİT alanı olarak koruma altına alınmış.

ESKİ YOL

Kendisine, civarda bir taş ocağı olmadığına göre bu taşlar nereden temin edilmiş olabilir diye sorduğumda, "Bu kapı ile Tahtalı arasında bir insan zinciri oluşturulup, taşlar elden ele aktarılarak buraya ulaştırılmış" cevabını aldım. Genelde savunması rahat olsun diye kaleler yüksek yerlerin tepelerine kurulur. Fakat burası tam ovanın ortasında, işlek bir yol üzerinde ve hemen hiçbir doğal savunması yok. Şahsi görüşüm o ki burasının bir kervansaray olabilme ihtimali yüksek.

Geçtiğimiz köylerde konuştuğumuz insanlardan öğrendiğimize göre, 60 yıl öncesine kadar üzüm ve soğanlar küfelere konur, yük hayvanlarına yüklenerek katar oluşturulurmuş. Bu katar Kapanca Limanı'na vardığında, yükler mavnalara yüklenerek İstanbul'a gönderilirmiş. Yine öğrendiklerimize göre, piyasada para pek fazla olmadığından, ticaret takas şeklinde olurmuş. Örneğin, 1 kap üzüme bir kap buğday veya arpa, 1 tencere zeytine iki tencere buğday veya arpa gibi piyasa değerleri mevcut imiş.

Yine köylüler ile yaptığımız sohbetlerden öğrendiğimize göre, Mirzaoba- Mihrablı  Köprüsü 10 kilometre olup, (Ürünlü) Kite'den Bursa'ya giderken önce 4 kilometre mesafede bulunan (eski Fodra Köyü) Alaaddinbey Köyü'ne, oradan şu gün bilinen ismi ile Küçük Sanayi Sitesi'nin bulunduğu yerden geçilerek Beşevler'e, oradan ayrılıp Mihraplı Köprüsü'nü geçip Acemler'e inilir, isteyenler yollarına devam ederek Şehreküstü'ne çıkarmış. Bu takip edilen yaya ve ufak atlı araba yolu, bildiğimiz Eski İzmir Yolu ile bazen paralel gider, bazen kesişir, ama genelde aynı güzergahı takip edermiş. Bazı kısımların halen var olduğunu da öğrenmiş olduk. Sırası gelmişken bir konuyu daha paylaşmak gerekir fikrindeyim. O dönemlerde kente gelenler, hangi taraftan geliyorlar ise, kentin kendi taraflarındaki bir hanında veya otelinde kalırlarmış. Örnek vermek gerekir ise, kentin doğusundan gelenler Eskişehir Hanı  ile Anadolu Garajı arasındaki han veya otelleri kullanırken, batısından gelenlerin kullandığı yol, Şehreküstü tarafına varır ve her köyün veya ilçenin arabasının varacağı mekan, kişilerin kalacağı otel bu muhitte genelde belliymiş. Şehreküstü'ye gelen yolcuların o dönemlerde kaldığı yerler, Pehlivanın Hanı (Şu günkü Müftülük binasının üst kısmında imiş), Çalı Köylü'nün Küçük Oteli, Kızılay Oteli, Yörük Sait Hanı, Mustafa Eniştenin Kayapalı Hanı gibi.

TAHTALI

Ürünlü'de Tahtalı Köyü'nden çok söz edilince haliyle merakımıza mucip olup, Tahtalı'ya geçmek üzere yola koyulduk. Bazen dere yatağına, bazen ayrılarak eski Bursa -İzmir Yolu'nu geçip dağ yamacına doğru giderek Tahtalı'ya vardık. Gerek yol boyunca, gerekse köy içerisinde eski kervan yolundan daha önce söz ettiğimiz sebeplerden dolayı pek bir iz kalmamış. Yol boyunca geçtiğimiz köylerde dikkatimi çeken bir husustan söz etmeden geçemeyeceğim. Bu köyler son yıllarda göçler nedeniyle gelişirken, eski camiler ufak kalmaya başlıyor.  Bunları yıkıp yerine yeni cami yapmak dini inançlar gereği uygun görülmediğinden, camilerin namaz kılınan yerleri yani harim kısımları bakımsızlıktan kendi kendine yıkılmaya bırakılıyor, fakat minareler genellikle ayakta kalıyor. Bazı yerlerde bu eski minarelerin saat kulesi, bazılarının etraflarına çeşmeler bağlanarak bir işlevsellik kazandırılıyor. Genelde yakınına günün gereksinimlerine cevap verecek büyüklükte yeni bir cami yapılıyor.

AKTOPRAKLIK HÖYÜK

Daha önceleri Uluabat Gölü'nün güneyinden geçen eski yolu takip ederek Akçalar ve Hasanağa köylerini geçip Aktopraklık Höyük'üne vardık. Girişin sağ tarafında modern bir mimari özelliğe sahip tanıtım odasına alındık. Bu oda da, höyükteki kazılardan çıkan objeler, maketler, canlandırma resimler ve kısa anlatımlar sergileniyor.  Burada mihmandarlığımızı yapan gencin bir arkeolog olması nedeniyle olacak ki, sorulara açıktı ve mantıklı, aydınlatıcı cevaplar vermekten zevk aldığı da belli oluyordu. Sırası gelmişken kendisine teşekkür etmek isterim.

(Aktopraklık Höyüğü)

Ön tanıtım odasında öğrendiğimize göre, bu yöre iki tatlı su kaynağı arasında olup farklı ekolojik ortamlardan yararlanabilme imkanına sahip ve M.Ö. 6300-5500 yılları arasında kesintisiz kullanılıp terk ediliyor. Bu zaman diliminde avcılık, tarım ve hayvancılığın yapıldığının izlerine rastlanıyor. En eski yerleşim biriminin yeri Uluabat Gölü'ne bakan dere yatağında bir terastadır (1200 metre kare). Burada yerleşim iki evreli olup, ilk evrede evler 3-4 metre çapında, tabanları ortaya doğru çukur, yan duvarlarda ağaç direklerin araları kısa dallarla örülmüş, onlarda içten ve dıştan kerpiç çamur ile sıvanıyormuş. Duvarların temelleri taş ile desteklenir,  birbirlerine yakın mesafelerde olur ve aralarında avlu olarak kullanılacak alanlar bırakırlarmış.

Buluntulardan, ölülerin cenin tarzında gömüldüklerini, yanlarına günlük kullanılan kap kacak bırakıldığını, taş ve kemik gibi aletlerin yanı sıra çeşitli renklerde taşlardan boncuk gibi süs eşyalarının yapıldığını tespit etmişler. İkince evrede (M.Ö. 5700-5600)yerleşim yerinin 100 metre kadar güneyinde, evlerin 3-4 metre genişlikte kare tabanlı yapıya dönüştüğünü, 120 çapında bir çemberin içinde birbirlerine yakın sıralandıklarını, ortada bir yaşam alanı oluşturulduğunu, çemberin 10 metre genişlik ve 4 metre derinlikte hendek ile çevrildiği görülür.

(Aktopraklık Höyük Arkeopark tanıtım anından görüntü)

NASIL BAŞLADI?

Daha sonra araziyi gezmeye çıktığımızda mihmandarımıza "Size kim söyledi de,  geldiniz buralarını kazıp, bu anlattıklarınızı nasıl tespit edip, şu yıllarda şunlar yapılmış diye söyleyebiliyorsunuz" dedim.  Mihmandarımızın biraz kızacağını ya da kem küm edeceğini beklerken, beklediği sorunun geldiğini gören öğrenci edasıyla hafif bir tebessüm ederek teşekkür etti ve anlatmaya başladı. Meğer bir araziye büyük bir yapı yapılmadan önce sondaj çalışmaları yapılır ve çıkan taş toprağın haricinde farklı bir şeyler var mı diye bakılırmış.

(Kazıdan çıkan ojeler)

Eğer taş toprağın haricinde dikkat çeken malzeme yani pişmiş toprak, çanak çömlek parçaları, şekillendirilmiş ağaç, taş gibi malzemeler çıkarsa sondajlar genişletilerek çoğaltılır ve malzemenin sık olduğu bölge tespit edilirmiş. Daha sonra malzemelerde radyokarbon ölçümleri yapılarak kaç yıllık oldukları tespit edilirmiş. Çıkan çanak çömlek parçalarının 3 boyutlu çizimleri ile bütün objenin şeklini veren bilgisayar programlarının var olduğunu öğrendik. Kazıya karar kılındığında arazi bir kenarı 4-5 metre olacak tarzda karelere bölünür.

Hassas kazım işlemi başlar ve bir süre sonra burada gördüğünüz gibi binaların taş temellerini, onların üzerindeki kerpiç tuğlaları, binaların temel ölçülerini görmeye başlarsınız diyerek diğer sahaları gezip bilgi almaya devam ettik. Parkura devam edince az önce kalıntılarını gördüğümüz yapıların benzerlerinin inşa edildiği kısma geldik. Sağ taraftaki parkur ise dağ yöresinden sökülerek buraya monte edilen ağaç evler topluluğuna gidiyordu. Parkurun başlangıç noktasına yaklaştığımızda sağımızda gördüğümüz binanın ilkokul çağındaki çocuklar için eğitim yeri olduğunu, kayıp parça bulma, tam şekli yaratmada başarılı olanlarının ise ödüllendirildiğini öğrendik.

GÖLYAZI

Buradaki incelemelerimizin ardından aşağıda gördüğümüz Uluabat Gölü'nün kenarındaki Gölyazı Köyü'ne açlığımızı ve yorgunluğumuzu gidermek için hareket ettik. Öğrendiğimize göre, Gölyazı Köyü'ne girerken sol tarafta bulunan yerler çok eski yıllara ait Hıristiyan Mezarlığı imiş. Köyün girişindeki okulun bahçesindeki "Yel değirmeni" çok güzel restore edilmiş olup izin alarak girilmektedir.

Az ileride yine restore edilen kilise, sosyal amaçlar için kullanılır hale getirilmiş. Giriş sağ tarafta ufak otantik tarzda yapılan barakalarda köy halkının ürettiği ürünler satılıyor. Asırlık Çınar Ağacı'nın görüntüsü ve konumu bir harikaydı. Köprüyü geçip adaya ulaştığımızda önümüze çıkan tarihi kalıntılar, çay bahçeleri, lokantalar ve tarihi binalar insanı asırlar öncesine kısa sürede sürükleyip götürüyor. Gerçekten tarifi güç tarihsel yapılar ve muhteşem manzara insanı oturmak yerine kale içini gezmeye çekiyor.

Biz de bu cazibeye kapılıp kale kapısından geçtik ve tarihi sokakları dolaşarak kendimizi balık lokantalarının ve iskelenin önünde bulduk. Hemen herkesin mutabık olduğu konu şuydu: "Gölyazı'da ekmek arası balık ikilisi ve sahildeki bahçelerde çay keyfi oturmuş."Arkadaşlar bu işi takip ederlerken iskelede ağlı bulunan deniz aracı ilgimi çekince hemen yanına gidip sorumluyu buldum. Öğrendiğime göre, Nilüfer Belediyesi göl gezisi yaptırmak için üzeri cam kaplı, elektrikli motor ile hareket edebilen bu deniz aracını yaptırmış. Çok şık bir görünüme sahip olan bu aracın tek şarjla 7,5 saat hareket edebildiğini, bir seans göl gezisinin 45 dakika sürdüğünü yaşayarak öğreniyoruz. Daha sonra gölde dolaşan saltanat kayıklarına benzer deniz araçlarını görünce hemen hepimiz çok mutlu olduk.

Akşamın nasıl olduğunu anlamadık ve dönüş için yola koyulduk.

Bu gezi sırasında Aktopraklık tanıtım odasında ve teşhir yerlerinde bazı objelerin rahat erişilebilir şekilde ya masa üzerlerinde ya da evlerin içinde bulunduğu dikkatimi çekti. Yanımdakileri lütfen el sürmeyiniz diyerek ikaz edince, mihmandarımız: "Onlar replike (kopya) olup elle dokunmanız için buralara kondu" diyerek samimi bir ortam olduğu izlenimini yarattı. İlgili belediye ve üniversite yöneticilerine, çalışanlarına, bizlere böyle bir ortam kazandırdıkları için teşekkür etmeyi borç bilirim.

Amma bir görüşüm daha var:

Kapanca-Ürünlü-Bursa Tarihi Kervan Yolu,'nun belirli kısımları bir yürüyüş parkuru olarak düzenlenip, Fetih Haftası gibi belirli dönemlerde etkinlikler düzenlense...

                                                                                                                 TEŞEKKÜRLER

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.