Hava Durumu

Hayata dair bir  çeşitleme...

Yazının Giriş Tarihi: 04.03.2020 06:00
Yazının Güncellenme Tarihi: 04.03.2020 06:00

Çekirge Devlet Hastanesi'nin oradaki otobüs duraklarından 25/A'ya bindim... Canım sıkkın; düşünüp duruyorum. Kendimle kavga ediyorum.

"Memleketin hali ortada; doluya koysan olmuyor, boşa koysan olmuyor... Milletçe alayımıza bir hal olmuş. Birileri dün dediğinin tersini diyor, dün tersini derken alkışlayıp aksini söyleyenlere sövenler, şimdi tam aksi söylemi ayakta alkışlıyor. Çocuklarımıza yalan söylememeyi öğrettik, torunlarımıza da öğretiyoruz. Halt ediyoruz! Yenidünyanın yeni Türkiye'sinde siyasetinden ticaretine hayatın aklınıza gelen her alanında en çok söylenen şey yalan!.. Herkes yalanla dolanla hayatın bir köşesine tutunmaya çalışıyor. Aklı, parası, siyaseti yetenler ise işi daha profesyonel yürütüyor. Artık yalan bilimleşti; adına 'algı mühendisliği' diyorlar!..

Yalansızlığın yalınlığını yaşayan bizim gibi insanlar da kendi kendilerine sövüp duruyor. Ne gerek vardı, bu kadar bilgiyi edinmeye, okuyup yazmaya... Kadınlar günlerde ne güzel toplanıyorlar; 'Dün perdelerimi yıkadım; bulaşık deterjanı kattım,  pırıl pırıl oldu...'; 'Akşama biberli dolma yapıyorum. Pirinci ıslattım. Akşama pişireceğim.' Arada biri çocukların hiç kitap okumadığından söz ediyor, öbürü de yandan atlıyor, 'Ah komşu ah, benimki de okumuyor.' Safa yatıp soruyorum; 'Peki çocuk sizin elinizde hiç kitap gördü mü? Siz kitap okuyor musunuz?' Koro halinde cevaplıyorlar; 'Nerede, vakit mi var?' 'Eh çocuklara neden kızıyorsunuz o zaman? Onlar da vakit bulamıyordur!' Anlamıyorlar,  belki bir anlayan olur diye 'Bakın öğrenme görerek olur. Çocuk sizin elinizde kitap görseydi kitap okurdu.'

Yanlış yapıyorum, yanlış! Okumak demek bilgilenmek demek... Bilgilenmek hayatı sorgulamayı getiriyor. Hayatı sorgulamak insanı, insanlığı, doğayı, çevreyi,  canlıyı hatta evreni bile kendine dert edinmek demek... Mutsuzluk demek, acı demek...

Bak adamın cebinde beş kuruş yok, yatağa aç giriyor ama mutlu. Aç tavuk kendini darı ambarında sanır misali. Partisi hep kazanıyor mutlu. Başkası havyar, altın tozlu pilav yediğinde seviniyor gariban. Kendisindeki yoklukla yetinip başkasının varlığıyla hava atıyor... Hiç binmediği uçağın kalktığı havaalanıyla, hiç araba sürmediği otoyollarla, ciğerlerini zehirle dolduran termik santrallerle, hiç gidemediği özel hastanelerle, özel okullarla gururlanıyor. Keşke bilmeseydik, onlar gibi mutlu mesut yaşayıp ölüp gitseydik bu dünyadan!.."

İÇİMDEN HOMURDANIRKEN OTOBÜSE YAŞLI BİR KADIN BİNDİ

İç sesimle kendimle böyle hesaplaşırken ve beynimdeki gri hücrelerde bin bir zikzak yaşanırken;  duraktan bir yaşlı kadın bindi otobüse. Tam da önümdeki, şoförün arkasındaki, koridora bakan koltuğa oturdu.

Gözüme sıra dışı gelen insanları incelerim. Kadın da öyle biriydi...

"Yaşı 80'e yakındır" diye düşündüm. Çok şıktı, üstünde açık kahverengi bir palto vardı. Kahverengi botları ve kahverengi çantası... Muhtemelen eski bir Bursalıydı. Emekli öğretmen miydi? Belki de bir sanayici ya da müdür eşiydi...

"Yuh olsun bana, bu kadın kadar bakmıyorum kendime!" diye öykündüm epeyce... Ben kadını inceleyip kafamda bir öykü yazarken, kadın otobüsün şoförüne bağırdı:

"Dikkatli ol, adamı eziyordun!"

Şoför "Teyze ben kimseyi ezmiyordum" diye yanıtladı.

Yol boyunca hiç durmadan şoförü bir şeyler için durmadan uyardı, ön camdan yolu görüp duruyordu.  şoför ise gerçekten de bir sabır abidesiydi:

"Oğlum, arabaya çarpacaksın, yavaş!"

"Teyze çarpmam merak etme!.."

"Ay, ay, ay durağa gireceksin neredeyse. Ne yapıyorsun sen, bizi öldürecek misin?"

O hanımefendi halli kadından hiç beklemediğim bir cazgırlıktı... Şoför "Teyze sana uymayacağım!" dedi, sustu, kadın ne derse desin ağzını bir daha açmadı.

 Belediye otobüsleri çok savruluyor, kadının korktuğunu anladım ve yanına gittim, "Biraz öteye gider misiniz?" dedim. Bana şöyle bir baktı, sonra o eski Bursalı nezaketine geri dönüp "Buyurun efendim" diyerek cam kenarına geçip bana yer açtı... Yolu görmediğinden korkusu da kalmadı...

'BEN HANGİ DURAKTA İNECEKTİM?'
Sonrası çok hazindi...

"Hanımefendi, ineceğim yere geldim mi, bakar mısınız?"

Eyvah ya! Kadının nerede ineceğini nereden bilecektim ki! Gaipten haberi soruyordu bana! 

"Siz nerede inecektiniz?"

"Bilemiyorum!"

"Eviniz nerede?'

"Bilmiyorum!"

Anlamıştım. Korkutmadan, ürkütmeden yumuşak bir ses tonuyla ve nazikçe "Cep telefonunuz var mı?"diye sordum.

"Çantamda" diyerek, cep telefonunu çıkarttı...

"Şimdi telefonunuzu açar mısınız?"

"Neden?"

"Telefondaki bir yakınınıza hangi durakta ineceğinizi soracağım..."

"Adresinizi soracağım" demedim, ürkebilirdi; "Telefon elinizde kalsın" dedim. Kadının elindeki telefondan adres defterini tuşladım, oradan da K ve O harflerini kontrol ettim. K'da "Kızım"ı buldum ve aradım. Mikrofonu açtım; "Telefonun sahibi yanımdaki hanımefendi, otobüsteyiz hangi durakta ineceğini hatırlamıyor" dedim.

Telefondan "Ah anne!" diye bir ses geldi. "Panik yapmayın, telefonum numarası şudur. Bana konum atın, annenizi evine ulaştırırım" dedim...

Kızı konum attı. Bu arada, ineceğim durağı çoktan geçmiştik ve otobüsün son durağına Uludağ eteklerindeki Siteler Mahallesi'ne yaklaşmıştık.

İndik... Kızı aradı beni; "Neredeyseniz geleyim" diye. Kadın yerinde duramıyordu, "Evime gitmem lazım" diyordu.
"Siz gelinceye kadar burada onu tutamam. Ben taksiyle getireceğim" dedim. Taksiye bindik ve İpekçilik'teki evine gittik. Kızı paniğe kapılmıştı. Gözyaşlarıyla karşıladı bizi.

Eve davet etti. Bir kahve yaptı. Sohbet ettik. Yaşlı kadın Ankara Olgunlaşma Enstitüsü mezunuydu. Uzun yıllar önce vefat eden eşi hariciyeciydi. Dünyanın çeşitli ülkelerini dolaşmışlardı. Görev nedeniyle ve evin her yerinde o ülkelerden birer anı vardı, tablo, biblo gibi. Büfenin üzerinde duran eski resimlerine baktım, çok güzel bir kadınmış.

Tahmin ettiğim gibi eski bir Bursalı ailenin mensubuydu yaşlı kadın ve 78 yaşındaydı. Alzaymırdı... Yani unutuyordu. Kızı da doktordu. Annesinin üst katında oturuyordu. Çok üzgündü; nereye gittiğini sordu annesine... Hatırlamıyordu; bana sordu; "Çekirge Meydanı'ndan bindi otobüse" dedim.

Önce "Orada kimsemiz yok ki! Niye gitmiş oraya?" dedi... Sonra hatırladı:

"Babam emekli olduktan sonra Bursa'ya döndük. İlk oturduğumuz ev Çekirge Meydanı'nın hemen üst tarafındaydı."

Yaşlı kadın otoriter bir ses tonuyla kızına seslendi:

"Saim Bey biraz sonra gelir. Akşam yemeğini hazırlayalım" diye...
Kızı bana dönüp fısıltıyla "Saim Bey, 17 yıl önce vefat eden rahmetli babam" dedi. Sonra uzun uzun alzaymırdan konuştuk. Annemi de aynı hastalık alıp götürmüştü bizden... Alzaymır öyle bir hastalık ki, kişinin her gün beyninde bir çekmece kapanıyor! Hasta önce bir şeyleri, sonrasında her şeyi unutuyor; evladını, evini, zamanı, yürümeyi, yemeyi, içmeyi, dışkılamayı unutuyor, en sonunda da nefes almayı!..

Eve döndüm ve yaşadıklarımı bir bir düşündüm... Sonra da kendimi azarladım; "Eh be Gül, aklına sövüp duruyordun! Aldın mı dersini, aklına şükret, otur oturduğun yerde!.."

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.