Hava Durumu

Hayata dair çeşitleme; maske, salgın, ekonomi, bankadaki dövizler...

Yazının Giriş Tarihi: 16.05.2020 04:07
Yazının Güncellenme Tarihi: 16.05.2020 04:07

Dün iki aydır ilk kez bir araçla kısa sayılabilecek 10 kilometrelik bir mesafede yolculuk yaptım. Şehir çoktan koronavirüs öncesine dönmüş. Salgını hatırlatan tek şey; yüzümdeki maskem ile solumuzdan ya da sağımızdan geçen araçların sürücülerinin çene altı maskesiydi!..

Zaten maske ile öyle çarşı pazar gezemiyorum, uzun süreli kullanımda tıkanıyorum; gözlükler buhar yapıyor, önümü göremez hale geliyorum. 

Merak ettim, arkadaşlarıma sordum; pek çok arkadaşım da uzun süre maske kullanamadıklarını, tıkandıklarını, nefes alamadıklarını, bu yüzden sadece kısa mesafelere gidip geldiklerini söylediler.
Tüm gün maske ile çalışmak zorunda kalan başta sağlık teşkilatı olmak üzere banka, PTT, emniyet, özel güvenlik görevlileri, belediye çalışanları gibi çeşitli meslek gruplarındakiler ne yapıyordu peki?

MASKE İNSANI TIKAR MI?

Mesela; koronavirüs sonrasında açılan bir mağazada sabah 9'dan akşamın 9'una kadar çalışan tezgâhtar genç "Gül abla kulaklarımın arkası yara oldu, yüzüm şişti; iz yaptı. Her akşam başım ağrıdan çatlıyor. Gün içinde de sadece benim değil diğer arkadaşlarımın da hep başı ağrıyor" dedi.

Obsesifleşen kimi yurdum insanı, hava geçiriyor diye maskesinin altına naylon kesip koyuyormuş! Farkında olmadan kendilerini boğacaklar! Artık ulaşılabilir olan maskeyi insanlar ya kendileri dikiyor ya da 1 liraya temin edebiliyor.

Ardından da merak edip bir hekime sordum; "Maskeler beyne yeterli oksijen gidişini engelliyor mu?" diye...

"Aman yanlış anlaşılırım, maske karşıtı bir şeyler söylemiş olmayayım. Sakın adımı filan yazma" diye sıkı sıkı tembihledi.

Sonra da; "Evet haklısın, maskenin uzun süre kullanımı baş ağrısı yapabiliyor. Türlü türlü maskeler var. Kimi maskelerde kişi verdiği nefesi içine çekiyor.

Kanda karbonmonoksit düzeyi yükseliyor. O da baş ağrısı yapıyor. Mesela kişi uzun süre kullanacaksa; kendine güvenli bir alan bulup birkaç saatte bir maskesiz hava solumalı.

Özellikle de belli yaş üstündeki, nörolojik ya da akciğer, kalp, yüksek tansiyon gibi kronik hastalıkları olan kişilerin uzun süre maske kullanmaları sağlık sorunlarına yol açabilir.

 Zaten bu kişiler riskli grupta oldukları için de virüsten korunmaları amacıyla evde kalmaları, dışarı ile teması en aza indirmeleri önerilir" dedi.

Ardından da sağlık çalışanlarının yaşadığı zorluğa dikkat çekti:

"Biz sağlık çalışanları olarak maske kullanmak zorundayız. Özellikle de kovidli hastaların tedavisinde görev alan hekim, hemşire ve tüm sağlık çalışanları sizlerin kullandığı cerrahi maskenin çok daha donanımlılarını kullanmak ve koruyucu giysi giymek zorundalar. Yani bizlerin işi çok zor. Sizlerin belki bir saat dayanamadığımız donanımla biz insan hayatını kurtarmaya çalışıyoruz.

Kalabalıklardan uzak durun. Zorunlu hallerde ise maskenizi mutlaka takın ve sosyal mesafeye dikkat edin. Koronavirüs salgını yavaşladı. Bizim hastanemizde de diğer hastanelerde de bir vaka sayısında azalma var. Ama yeni vakalar da geliyor. Salgın bitmedi. Kovid-19 aşısı bulunmadı. Yüzde 100 etkili bir tedavisi de yok. Hâlâ her gün 50'nin üzerinde insan ölüyor. İnsanlar bitti diye gevşemesin!.."

EKONOMİNİN ÇARKLARI

Herkesin söylediği şey bu! Bitti diye kimse gevşemesin! Peki böyle daha ne kadar yaşayabileceğiz? Evden çıkmadan, sosyal ilişkilerimizi sanalla, telefonla, görüntülü aramalarla sınırlayarak...

İş yerleri birer birer açılıyor. Fabrikalar üretmeye çalışıyor. 'Bursa otomotiv kenti' dense de hâlâ on binlerce kişinin ekmek yediği tekstil fabrikaları, atölyeleri var.

 Ne yapacak insanlar? Üretimi sıfırlayıp batmayı mı bekleyecek! Bu bir zincirdir; batan bir işletme beraberinde başka işletmeleri de sürükler. 
Kimileri devlete havale edip eleştirmeyi sürdürüyor. Olması gerekenlerle olanlar örtüşmüyor diye oturup bekleyecek mi insanlar?

Mevcut durum bu! Bu mevcutta küçük ve orta ölçekli işletmeler ve esnaf ayakta kalmanın mücadelesini vermek zorunda. Bir şekilde çarkların dönmesi gerekiyor. Tuzu kuru olmayan herkes geleceği için kaygılanıyor. En çok da evlatlarımızın geleceği için!..

TÜRKİYE'DE YAŞAYANLARIN BİNDE 1,65'İ HASTALANDI

Korona anladığım kadarıyla toplumun bindelik bir dilimini hasta ediyor.

Ülkemizde koronavirüse yakalananların da yüzde 2,15'inin canına mal oluyor. 14 Mayıs itibarıyla hastalığa yakalananların sayısı 144 bin 749.

Türkiye'nin nüfusu 83 milyon artı 4 ya da 5 milyon da Suriyeli ve diğer ülkelerden gelen yabancılar. Yani ülkemizde en az 87 milyon insan yaşıyor. Hastalığa yakalananların nüfusa oranı binde 1,65!

Ama olası ekonomik krizin etkileyeceği kesim nüfusun bindelik dilimi değildir. En iyimser tahminle; yüzde 70, 80'ini doğrudan etkiler.

Hesaba kitaba vursanız, yine en iyimser tahminle nüfusun yüzde 20, 30'luk; tuzu kuru denebilecek bir dilimi etkilenmez.

Bu kanaate nereden vardığıma gelince; birincisi yakın tarihte iki büyük ekonomik kriz yaşandı. Biri 2001 ekonomik kriziydi.

Yalova Yolu'ndaki bir gazetede çalışıyordum. Aylarca o yoldan kamyon, tır geçmedi. Araç trafiği bile çok azaldı. Ana yolun bir tarafından öbür tarafına rahatlıkla üst geçidi kullanmadan geçebiliyorduk. Öylesine keskin bir krizdi.

Türkiye'de krizler sanayide hep mavi yakalıları vururdu. 2001 krizi beyaz yakalıları da işsiz bırakmıştı. Ama kriz geçtiğinde, cirolar açıklandığında Türkiye'nin ve Bursa'nın önde gelen pek çok firmasının cirolarını ve kârlarını katladığını görmüştük!

Artı... 2008 küresel krizi de Türkiye'yi etkiledi. Yine pek çok küçük firma batarken, büyükler yine kârlarını maksimize ettiler!..

İkincisi ise şudur:

Bakınız; Merkez Bankası Haftalık Para ve Banka İstatistikleri yayımlandı. Bankalar arası da dâhil bankalardaki toplam mevduat 8 Mayıs ile biten haftada 52 milyar 153 milyon 558 bin lira artarak 3 trilyon 121 milyar 24 milyon 5 bin liraya çıkıyor.

Bankalardaki Türk Lirası mevduatı azalarak 364 milyon 222 bin lira olurken, döviz mevduatı ise 1 trilyon 550 milyar lira olmuş!

30 Nisan ile biten haftada 223 milyar 37 milyon dolar olan döviz mevduatı, 8 Mayıs ile biten haftada, 357 milyon dolar artarak 223 milyar 394 milyon dolara yükseliyor.

Bunun 117 milyar 603 bin doları gerçek kişilere, 76 milyar 674 milyon doları ise tüzel kişilere yani şirketlere ait.
Olası ağır bir ekonomik krizde tuzu kurulara bir şey olmaz! Ama nüfusun yüzde 70,80'lik kesimi çok etkilenir!..

Velhasıl ekonominin çarklarının bir şekilde dönmesi gerekiyor.

Dolayısıyla da insanlar sokakta! Ha işi olanların yanı sıra işi olmayanlar da dışarıda. Onları bir kenara koyuyoruz, sorumsuz davranıyorlar.

 Ancak işi gücü olanlar eli mecbur dışarı çıkacak, çıkıyor da. Herkes ekmek parasının peşinde.

PAZARDAKİ KALABALIKLAR

Pazar yerlerindeki kalabalıklar kamuoyunun gündeminde; ben gitmiyorum; manavdan aldıklarıma katlanıyorum. Komşuma "Pazara gidiyor musun?" diye sordum; pazardaki kalabalığın nedenini izah eden bir yanıt verdi:

 "Mecburen gidiyorum Gül abla. Başka çaremiz yok. Manav, market hem pahalı, hem de sebze ve meyveler taze değil. Kimi sebze ve meyvelerin bir kısmı bozuk, çürük çıkıyor. Mikrop bulaşır diye korkudan seçemiyoruz da. Çöpe atacak paramız yok ki! Pazara gitmeyip de ne yapacağız. Daha bugün pazara gittim, az önce geldim. Evet, çok kalabalıktı, ne yapayım. Maskemi taktım, alışverişimi yaptım.

Paramız kısıtlı. Eşimin işinin durumu belirsiz. İki kız çocuğum var, biri lisede, biri ilkokulda. Elimizdeki parayı idareli kullanmak zorundayız. Her gün televizyonda 'Sağlıklı beslenin, taze sebze meyve yiyin' diyorlar. Onları pazardan başka nereden bulacağız? Zaten pazar yerleri bile ateş pahası. Her hafta biraz daha zamlanıyor her şey!.. Bizi de anlayın, mecburen pazara çıkıyoruz."

Doğru, parası olan pazara çıkmaz, marketten alır, çürüğünü atar, sağlamını kullanır!
İnsanları kınarken, anlamak da lazım!..

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.