Hava Durumu

OLİMPİK HAREKETİN BABASI SELİM SIRRI TARCAN: Bölüm 1

Yazının Giriş Tarihi: 20.09.2020 06:00
Yazının Güncellenme Tarihi: 20.09.2020 06:00

Türkiye'nin olimpiyat oyunlarına ilk katılım hikâyesinin altında, söyledikleri ve yazdıklarıyla halen örnek alınması gereken bir isim vardı. Selim Sırrı Tarcan'ın hayali Osmanlı'da başlayıp Cumhuriyet'te noktalandı.

Türk spor tarihinde de eğitim dünyasında da beden eğitimi alanında da bir "yüce doruk" olan Selim Sırrı Tarcan, Türk sporunun, Türk milli eğitimi ve Türk beden eğitiminin bütün kuşakları tarafından bilinmesi, tanınması ve anlaşılması gereken bir şahsiyettir. Tarcan'ın yaşamı içinde hem Osmanlı Devleti hem genç Türkiye Cumhuriyeti vardır. Yaşamı süresince gerek Osmanlı gerek Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde siyaset ve spor iç içe gitmiştir. Ülkemize "Olimpizm" anlayışını sokup "Milli Olimpiyat Komitesi"ni kuran, Türkiye adını uluslararası spor dünyası ve platformuna taşıyan, ve ülke yaşamında ilk olarak "beden ile terbiye" kavramlarını birbirine bağlayıp telaffuz eden ve hayata geçiren bir büyük spor adamı, eğitmen yani özet olarak bir ulu çınardı.

Hayat hikâyesi gençlik ve eğitim yılları:

25 Mart 1974'te asker olan babası Miralay Yusuf Bey'in görevli olarak bulunduğu Mora Yenişehir'de doğan Selim Sırrı, iki yaşında iken babasının düşmandan geri almak için görevlendirildiği Karadağ'daki Bileke kalesi önlerinde verilen savaşta şehit olmasıyla yetim kaldı. O sıralarda Mora Yenişehir'in de Yunanlılar tarafından işgal edilmesi karşısında anne Zeynep Hanım Hürmüz, İsmet ve Selim Sırrı olmak üzere 3 çocuğunu da alıp İstanbul'a döndü.

Selim Sırrı'yı öz dayısı Rıfat Paşa okuttu. İlk ve orta öğrenimini Mekteb-i Sultani adıyla anılan Galatasaray Lisesi'nde yaptı. Bu okuldaki öğrencilik yıllarında beden eğitimi öğretmeni Şeyhülidman Ali Faik (Üstünidman) Beyin teşviki ile jimnastik sporuna başladı. Halter ve eskrim sporları ile de ilgilendi. Selim Sırrı 1881'de girdiği Mekteb-i Sultani'den 1890 yılında ayrıldı.

1922 Eylül ayında çıkarmaya başladığı "Terbiye ve Oyun" dergisinin 3. sayısında "İdman âleminde kırk sene" başlığı ile yayınladığı anılarında Galatasay Lisesi'ndeki yıllarını şöyle anlatıyordu, "Her sene jimnastikten birinci çıkıyordum. Hocalarımın kötü nazarlarına mukabil jimnastik hocam Ali Faik hocamın muhabbet ve teveccühünü kazanmıştım. Sekiz senelik bir tahsil hayatından sonra dağarcığımda biraz jimnastik, biraz da Fransızca ile Sultani'den ayrıldım.

Heyet-i idare ve Talimiye mektepten ayrılmama çok sevinmişlerdi. Adeta başlarındaki bir beladan kurtulmuşlardı. Yalnız jimnastik hocam, pek güçlükle yetişen bir virtüözün mektepten çıkmasını büyük bir kayıp sayıyordu. Aslına bakarsanız kendimi tanımlamak gerekirse, oldukça tembel, fevkalade yaramaz, daima hocaları rahatsız eden, muhassırları kızdıran, cezaların hiçbir türünden etkilenmeyen bir çocuktum. Ben yalnız bir dersi seviyor ve o dersten her sene birinci çıkıyordum." Annesi Zeynep Hanım da oğlunun bu halinden hiç memnun değildi, "Ben seni mektebe, okuyup adam olasın diye verdim. İplere tırmanıp cambazlıklar yapasın diye değil" deyip bağırmış ve kendisi ile bir süre konuşmamıştı.

Yaz aylarında okul tatillerinde evin bahçesinde barfiksler kurup çalışmalarına devam ederken evdeki yatak şiltelerini bahçede kurduğu barfikslerin altına taşımada da annesini ayrıca kızdırırdı. Mekteb-i Sultani'den ayrıldıktan sonra 1890'da dayısının aracılığı ile Mühendishane-i Berri-i Hümayun'a (Askeri istihkâm ve Topçu Mühendis Okulu) girdi.

"Hatıralarım" adlı kitabında yeni okulu ile ilgili anısını şöyle anlatıyor, "Sırp Kralı, zamanın padişahı Abdülhamid'i ziyarete gelmişti. Programa göre Topçu Okulu da Krala gezdirilecekmiş. Bu arada talebelerden birinin, Krala Fransızca "hoş geldiniz" şeklinde bir konuşma yapması kararlaştırılmış. Ben hemen ortaya çıktım, 'Ben konuşurum efendim' dedim.

Okul müdürü, 'Kral hazretlerinin karşısında nutuk vermek kolay bir şey değildir, şaşırırsan rezil oluruz' dedi.

'Merak etmeyin efendim, sizi mahcup etmem' dedim. Konuşacağım şeyleri bir kâğıda yazdım, amirlerime okudum, beğendiler. Kral, maiyeti ile birlikte okula geldi. Kumandan işaret edince ortaya çıktım, çok rahat bir şekilde konuşmamı yaptım. Kral güler yüzle elimi sıktı ve 'Tebrik ederim, Fransızcayı pek güzel telaffuz ediyorsunuz. Bu lisanı nerede öğrendiniz?' deyince göğsümü kabartıp, 'Burada, Türk mektebinde Haşmetmeap' cevabını verdim.

Kral gittikten sonra kumandan beni yanına çağırttı, 'Aferin oğlum, yüzümüzü ağarttın, çok memnun oldum' diyerek saat kordonunun ucunda sallanan altın kurşun kalemi çıkardı ve bana uzattı, 'Al sana küçük bir mükâfat.'

Ben yerimden kıpırdamadan, taş gibi duruyordum. Okul müdürü kolumdan dürttü, 'Alsana bak, Paşa hazretleri sana ne hediye veriyor' deyince ben 'O hediyeyi ben ne yapayım, benim 8 hafta izinsizliğim var, anacığımı iki ay sonra görebileceğim' dedim.

Müdür hayretle yüzüme bakan Paşa'ya, 'Evet efendim, pek tek durmaz ve tabii cezadan da kurtulmaz' dedi.

Paşa bu açık konuşmamdan pek hoşlandı ve bana dönüp, 'İzinsizliklerini affettim, sana 3 gün de izin verdim, al bakalım şimdi' dedi.

Koşarak Paşa'nın elini öptüm, altın kalemi aldım ve sevinçle dışarı çıktım."

Selim Sırrı, 14 Şubat 1895'te okuldan istihkâm mülazım(teğmen) olarak mezun oldu ve İzmir'deki Yenikale istihkamlarına atandı. 4 yıllık bu görevde İzmir'de kendine bir kültür çevresi edindi. Gazeteci Tevfik Nevzat, şair Tokadizade Şekip, Menemenli Tahir, Evliyazade Refik ve özellikle sürgün olarak İzmir'de bulunan Abdülhalim Memduh beyler onu kültür yönünden etkilediler.

"İdman Âleminde 40 Sene" adlı kitabında Selim Sırrı duygularını "Ben İzmir'e kitapsız gittim, fakat  okur-yazar bir adam ve yüzbaşı olarak İstanbul'a döndüm" diye özetlemiştir.

Beden eğitimi ve sağlık konularındaki ilk yazıları 1894 yılında, İzmir'deki "Hizmet" gazetesinde yayınlandı. Ayrıca İzmir'de kaldığı yıllarda sanat okulunda, İzmir İdadisi'nde ve Darülirfan ile Tilkilik özel okullarında haftada ikişer saat beden eğitimi dersleri verdi ve öğretmenliğin tadını da bu yıllarda almaya başladı.

3 Ocak 1901'de yüzbaşılığa terfi edip istanbul'a tayini çıktı. Taht şehri İstanbul'da askerlik görevini sürdürürken çeşitli gazete ve dergilere yazı yazıp çeşitli okullarda öğretmenlik görevleri de üstlendi. Bir süre Servet-i Fünun dergisinin spor bölümünü yönetti.

İstanbul'da politika ile de ilgilenmeye başladı. 29 Nisan 1906'da kolağası (ön yüzbaşı) rütbesine terfi eden Selim Sırrı ilerleyen günlerde İttihat ve Terakki partisine katıldı.

İşte bu sırada hayatını değiştirecek bir insanla tanıştı. Mekteb-i Sultani'nin (Galatasaray Lisesi) edebiyat öğretmenlerinden yakın dostu ve spor arkadaşı Monsieur Juery onu İstanbul'a gelen ünlü bir spor adamı ile tanıştırdı. Modern Olimpiyat Oyunlarının kurucusu Baron Pierre de Coubertin, Uluslarası Olimpiyat Komitesi'ne üye olacak yeni ülkeler bulmak üzere 1907 yılında dünya turuna çıkmıştı.

Gideceği ülkelerde kendisine yardımcı olacak kimseler bulmak için de o ülkelerdeki dostları ile ön temasa geçmeye başlamıştı. Bunun için İstanbul'da yazıştığı arkadaşı Monsieur Juery'nin bu konuda aklına gelen ilk isim Selim Sırrı oldu.

Her hafta Büyükada'da birlikte idman yaptıkları bir spor öğretmeni ve spor aşığı Selim Sırrı'yı Beyoğlu'ndaki ünlü Tokatlıyan Oteli'nde bir akşam yemeğinde İstanbul'a gelen Baron de Coubertin'le buluşturdu. Mösyö De Coubertin "Dostum M. Juery sizin spor meraklısı olduğunuzu söyledi. Ben de çocukluğumdan beri spora aşık bir insanım. Fransa İngiltere'de üniversite öğrenimimi tamamladıktan sonra kendimi bütün servetimle birlikte spora vakfettim. Birçok eser yazdım, konferanslar verdim. Asırlardan beri unutulmuş olan Olimpiyat oyunlarını yeniden canlandırmak için girişimde bulunuyorum. Oldukça büyük bir servetim var, bunu da bu idealimin gerçekleşmesi yolunda harcamaktayım. 1896'dan beri bu yolda büyük çaba göstermekteyim. Avrupa'nın birçok ülkesine giderek oranın saygın kişilerinden kendime temsilciler seçtim. Onlar kendi ülkelerinde benim temsilcilerimdir. Bu elçiler kendi Olimpiyat komitelerini kurarak her 4 yılda bir Avrupa veya Amerika şehirlerinden birinde yapılacak Olimpiyat oyunlarına, amatör gençlere lisans vererek gönderecekler. Uygun görürseniz Osmanlı Devleti'ndeki elçiliği kabul etmenizi rica edeceğim."

Selim Sırrı Bey kendisine yapılan bu tekliften çok duygulandı ancak ülkedeki siyasi ortamın böyle bir cemiyet kurmaya müsait olmadığını uygun bir lisanla baron de Coubertin'e anlattı. Ömür boyunca türlü engellerle karşılaşmış ve büyük mücadeleler vermiş olan mösyö Coubertin yine de ayrılırlarken, "Siz yine de benim temsilcim olunuz Selim Sırrı Bey, ileride bir gün hükümetiniz cemiyet kurmanıza izin verirse, siz de kendi milli Olimpiyat komitenizi kurarsınız" dedi ve samimi birer dost olarak ayrıldılar.

Jön Türkler, İttihatçılar ve daha sonra da Hareket ordusunun Selanik'ten İstanbul'a gelişi ile günün padişahı 2. Abdülhamit 23 Temmuz 1908 günü "Meşrutiyet" rejimini kabul ve ilan etmek zorunda kaldı. Bu gelişme ile birlikte Büyükada'daki evinde ikinci kızı Azade Hanım'a hamile olan eşi Hadiye Hanım ile henüz 2 yaşındaki kızı Selma Hanım'ı baş başa bırakıp 23 Temmuz-13 Ağustos tarihleri arasında Baron de Coubertin'e verdiği sözü yerine getirmek için hummalı bir çalışmaya girdi.

Siyasi kimliğinin bu tip bir cemiyet kurmasına engel olacağını düşünerek 12 Ağustos 1908 günü İttihat ve Terakki partisinden istifa edip takip eden günlerde "Osmanlı Olimpiyat Cemiyeti"ni kurdu. Askeri kimliği nedeniyle cemiyetin başına arkadaşı gazeteci ve yazar Ahmet İhsan Açıksöz'ü getirdi ve kendisi de genel sekreterlik görevini üstlendi. Üyeliklere de Hasib, Asaf ve Cevat Rüştü beyler getirildi.

Bu mutlu olayı da Baron de Coubertin'e bir mektup yazarak müjdeledi ve Osmanlı Devleti'nin Uluslararası Olimpiyat Komitesi'nin Türkiye temsilciliği görevine de fiilen başlamış oldu.

Ve Türkiye dünyanın bu en büyük spor şölenine sporcu gönderme temsil edilme hakkına kavuştu. Bu olay Türk spor tarihinde bir dönüm noktası idi. Osmanlı Olimpiyat Cemiyeti, Uluslararası Olimpiyat Komitesi'nin 1911 yılında Budapeşte'de yapılan toplantısında resmen 13. üye olarak kabul edildi.

Selim Sırrı Bey, ilk kez olarak 1908 yılında Berlin'de yapılan Uluslararası Olimpiyat Komitesi'nin toplantısında Türkiye'yi temsil etti. Daha sonra da 1910 Lüksemburg, 1911 Budapeşte, 1912 Stokholm, 1913 Lozan, 1914 ve 1924 Paris, 1925 Prag toplantılarında da Türkiye temsilciliğini üstlendi. Örgüt 1922 yılında "Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi" adını aldı.


 

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.