Hava Durumu

Srebrenitsa Barış Yürüyüşü - 5

Yazı dizimizin beşincisinde, 6-12 Temmuz 2017 tarihlerinde Bursa Büyükşehir Belediyesi (BBB) tarafından organize edilen etkinliğin Mihraplı Parkı'ndaki anma töreni ve temsili uğurlanmamızdan, 13. Barış Yürüyüşü'nün (Marş Mira 2017) birinci gününe kadar olan izlenimlerimi paylaşacağım.

Haber Giriş Tarihi: 21.07.2017 09:53
Haber Güncellenme Tarihi: 21.07.2017 09:53
Kaynak: Haber Merkezi
https://www.yenidonem.com.tr/
Srebrenitsa Barış Yürüyüşü - 5

Prof. Dr. Erkan IŞIĞIÇOK (U.Ü. Öğretim Üyesi ve KALBİR Başkanı)

Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin organize ettiği, ağırlıklı olarak dağcı ve yerel basın mensuplarına ek olarak STK'ların temsilcilerinden oluşan 40 kişilik Srebrenitsa Barış Yürüyüşü (Marş Mira 2017) grubuna, KALBİR Başkan Yardımcısı Ferudun Baykara'nın daveti ile başladı her şey. İlk aksiyon, BBB Basın Halkla İlişkiler Şube Müdürü Saffet Yılmaz'ın Whatsapp grubunu açması oldu. Bu gruba eklenen ekip üyeleri, pasaport işlemleri dışında yürüyüş hakkında buradan bilgi almaya başladı ve bu ortam yürüyüş esnasında ve halen aktif olarak kullanılmaktadır.

ATATEPE'DE AKŞAM YEMEĞİ

Gerekli bilgilendirme ve bilinçlendirme faaliyetleri sonrasında yürüyüş, çadır, konaklama, vb. eksik malzemelerini tamamlayan ekip üyelerimizin çoğunluğuyla, 6 Temmuz'da Mihraplı Parkı'ndaki tören alanında yapılan Srebrenitsa çiçeğinin önünde buluştuk. 17.00'de başlayan ve BBB Başkanı Recep Altepe'nin de katıldığı törende, açılış konuşmalarının ardından Srebrenitsa çiçeğinin önünde şehitler anılıp, dualar okunduktan sonra arkamızdan su dökülmeden (!) uğurlandık. İlk durak, ekibin devamıyla buluştuğumuz ve akşam yemeğini yediğimiz Gemlik Atatepe Tesisleri oldu. Buluşma ve tanışma faslına ek olarak, güzel bir manzara eşliğinde yediğimiz akşam yemeğinin ve içtiğimiz çayın ardından 'Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz' misali yola revan olduk. Kuşkusuz, ekip üyelerinin her biri yanındaki ve yakınındakiler ile koyu sohbete başladı. Sohbetlerin alanı gittikçe genişledi ve bir ara otobüsün önünden arkaya ve/veya arkasından önüne doğru espriler havada uçuşurken, bazı arkadaşlarımızın horlamalarını duymaksızın, 'İstanbul senin Edirne benim' diyerek Kapıkule sınır kapısına ulaştık. Gidilecek uzun yolda ekip seviyesi ve uyumunun ne kadar önemli olduğuna bir kez daha tanıklık ettik.

SINIR KAPILARI, SİNİR KAPILARI!

Gece yarısı Kapıkule Sınır Kapısı'na vardığımızda bazı arkadaşlarımız uykulu veya yeni uykudan uyanmış durumdaydı. Bugüne kadar çok sayıda ve her defasında hava yoluyla yurt dışına çıkmış birisi olarak, kara yolu ile ilk defa sınır kapısından çıkma şerefine erdim. Sınır kapılarında karşılaştıklarımızı gözlemledikten sonra, sınır kapılarının sinir kapıları olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Gerçi hava yolu ile yapılan kontroller ve ülke girişlerinde, girdiğiniz ülkenin görevlisi tarafından aşağılanırcasına bekletilmeniz ve hoş olmayan davranışlara maruz kalmanız mümkün. Sırasıyla, Kapıkule, Bulgaristan, Sırbistan ve Hırvatistan sınır kapılarından geçerken önce organizasyondaki yetkili arkadaşımız aşağı iniyor, görevli ile son derece seviyeli ve saygılı bir biçimde görüşüyor, arada küçük ikramlar takdim ediyor. Bu yetkili arkadaşımız daha sonra, şoföre 'Ya pasaportları toplayıp getirin ya da pasaportlarla aşağı inin' anlamına gelen el kol hareketlerini yapıyor. Gidiş ve geliş sonucunda bu el kol hareketlerinin dilini biz de çözdük ve otomatiğe bağladık. Şaka bir yana, 'Kalite Birliği Başkanı' sıfatımla aslında sınır kapılarına uluslararası bir standart getirilmesi gerektiğini söyleyebilirim. Adını da söyleyeyim, ISO 9001 Kalite Yönetim Sistemi benzeri, ISO İnsan-Eşya-Araç Geçiş Sistemi belgesi olan tüm sınır kapılarında, insanların, eşyaların ve araçların nasıl ve hangi prosedürler ile geçeceğinin standardı olur. Kuşkusuz, bu standartta olağan dışı durumlara ilişkin uygulamalar da yer almalıdır. Her şeyin standardize edildiği dünyada sınır kapılarından geçmenin de standardı sayesinde, ülkelerin keyfi uygulamaları engellenmiş olur.

 

PARK YERLERİNDE KAHVALTI VE ÖĞLE YEMEĞİ

Kapıkule'yi ve Bulgaristan sınır kapısını geçtikten sonra sabah kahvaltısı için bir benzin istasyonunda durduk ve buradaki park yerinde BBB'nin hazırlamış olduğu doyurucu kumanyaları afiyetle yedik. Bazı arkadaşlar çimlere, bazıları banketlere bazıları da bulduğu en yakın yere samimi oldukları arkadaşlarıyla birlikte oturarak göçebeler gibi kahvaltımızı yaptık. Benzer şekilde, öğle yemeğimizi de yine BBB'nin kumanyasıyla Sırbistan'daki bir benzin istasyonunun park yerinde yedik. Hem kahvaltı hem de öğle yemeğimizin ortamı alıştığımızın oldukça dışındaydı. Kuşkusuz, kimse yadırgamadı, yadırgamamalıydı da zaten. Sanırım bunda sabah kahvaltısında uykulu olmamızın ve öyle yemeğinde de yaklaşık 24 saattir yolculuk etmemizin etkisi vardı ve belki de ne yaptığımızı bilmiyorduk.

Şaka bir yana, ekipteki arkadaşlarımın düşünceleri belki farklı olabilir ama bana göre bu yemek molaları, yeni tanışan küçük grupların birbirleriyle ilişkiler kurmasına da vesile oldu. Ayrıca, bazen böyle yokluk veya eksiklik gibi görünen alışılmışın dışındaki farklı ortamların, sahip olduklarımızın farkına varmamıza da aracılık edebileceğini düşünüyorum.

Bu tür gezilerde dikkati çeken bir diğer etkinlik ise neredeyse istisnasız hep birlikte WC'ye gidilmesidir. Sanırım herkeste haklı olarak, 'Yoksa bile gideyim' düşüncesi oluşuyor. Aksi halde otobüse bindik mi 5-6 saat duruş yok. Bu arada yeri gelmişken, Bulgaristan, Sırbistan, Hırvatistan ve Bosna'daki benzinlik istasyonlarında yer alan WC'lerin ülkemizdekilerle karşılaştırıldığında berbat olduklarını söyleyebilirim.

YAĞMUR İLE KARŞILANDIK

O sınır senin bu sınır benim 27 saat süren yolculuğumuzun ardından, 7 Temmuz'da saat 20.00'de Bosna Hersek'e ve Tuzla'daki otelimize ulaştık. Akşam yemeği öncesinde dinlenme ve duş faaliyeti sırasında Tuzla'da öyle bir yağmur yağmaya başladı ki, yağan yağmurun bir kısmı sanki 22 yıldır ağlayan Bosnalıların gözyaşıydı. Adeta Bosna, Türkiye'den gelen kardeşlerini yağmur ile karşılıyordu. O esnada balkondan yağmuru izlerken bu duygulara kapıldım. Oda arkadaşım Ferudun Bey'in haber vermesiyle lobiye indik ve sipariş edilen paket servisli akşam yemeğimizi otelin önünde yağmur eşliğinde yedik. Artık ayakta veya bulduğumuz en uygun yerde yemek yemeye alışmıştık. Kimse, 'Bu otelin yemek yenecek masası yok mu, neden yemeğimizi orada yemiyoruz?' diye de sormadı. Belki sorulmuştur, en azından ben duymadım, ama öyle sanıyorum ki, salonda bir düğün olduğundan masalar doluydu. Ne masada yemek yememek, ne de içeceklerimizin biraz geç gelmesi sorun oldu, herkes hayatından memnundu. Bu tip gezilerde meydana gelen bu yöndeki olumsuzluklar veya küçük aksiliklerde kimsenin kapris yapmaması, grubun uyumunun göstergesi olarak da değerlendirilebilir. Artık, her ortama ve şartlara ayak uydurabilen bir ekiptik veya uykusuzluğumuzdan bunları görecek halimiz yoktu. Erken kalkmak üzere yatmamız ile sabaha ermemiz de bir olmuştu.

'TÜRKİYE YANINIZDA' MESAJI

Arada film kopmuş, yorgunluktan derin bir uykuya dalmış ve 8 Temmuz sabahında uykumuzu almış bir biçimde uyanmıştık. Geliş amacımız belliydi; Evlad-ı Fatihan topraklarındaki soydaşlarımıza destek olmaya, onların yalnız olmadıklarını dünyaya aktarmaya, yaşadıkları acıları paylaşmaya, kardeşlik duygularımızı geliştirmeye, insan olmanın gereğini yapmaya gelmiştik. Asıl mesaj ise her zaman olduğu gibi 'Türkiye yanınızda' mesajıydı. Zira yürüyüşe neredeyse yedi düvel gelmişti. Görevimiz üç günlük uzun ince bir yoldu. Ekip olarak, BBB tarafından yaptırılan Türk bayraklı beyaz şapkalarımızı taktık ve önünde 'Ne zaboravi, ne daj da se zaboravi, neçemo dozvoliti da se zaboravi' ve arkasında ise bunun Türkçesi olan 'Unutma, unutturma, unutturmayacağız' yazılı beyaz tişörtlerimizi giydik.

 

MARŞ MİRA İLE DÜNYAYA BARIŞ MESAJI

Rehberimiz Abdülhamit Bey tarafından 100 km'ye yakın yürüyeceğimiz söylendi. Kahvaltıdan sonra otobüs ile yürüyüşün başlayacağı ve Tuzla'ya yakın olan Nezuk'a doğru yola çıktık. Bosna Savaşı'nda kasap Sırplardan kaçarken 10 bine yakın Bosnalının havanlar ve keskin nişancılarla şehit edildiği 'Ölüm Yolu' olarak adlandırılan Srebrenitsa'ya yakın olan Potoçari'den güvenli bölge olan Tuzla'ya doğru yürümüşlerdi. 2005 yılından beri gerçekleştirilen 'Barış Yürüyüşü' bunun tam tersi yürüyüş ile gerçekleştiriliyordu. Sanırım yürüyüşün sonunda Potoçari'deki anıt mezarlıkta yapılacak tören nedeniyle böyle uygun görülmüştü. Otobüsün ulaşabileceği son noktada indik ve 1-2 km yürüdükten sonra yürüyüşün başlayacağı alana geldik. Bine yakın Türkün ve yaklaşık 7 bin kişinin katıldığı insan selini andıran bu ortamda ağırlıklı olarak Boşnaklar ve dünyanın dört bir tarafından gelen insanlar vardı. Tören alanında konuşmalar yapılırken, Boşnakların yüzlerinde ve gözlerindeki acıyı, hüznü ve Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç'in barış mesajlarına uyduklarını gözlemledim. Nitekim yürünecek rotanın 'Ölüm Yolu' olmasına karşın, çok değer verdikleri merhum Aliya'nın 'Geleceğimizi geçmişimizde aramayacağız. Kin ve intikam peşinde koşmayacağız. Her şeye kadir olan Allah'a and olsun ki köle olmayacağız.' söylemine dayanarak, yürüyüşe 'Barış Yürüyüşü' adını vermişler. Kuşkusuz, başta BM, AB ve ABD olmak üzere, bu mesaj umarız ki yerini buluyordur.

Hocam, 'Makaleyi bitirdiniz, ama bir türlü yürüyüşe başlayamadınız!' diyenlere yarın devam edeceğimizi söyleyelim. Bu arkadaşlara ve dostlara, makalemin belirli yerlerinde verdiğim subliminal mesajlarımı ıskalamamalarını öneririm!

Srebrenitsa Barış Yürüyüşü - 1 Srebrenitsa Barış Yürüyüşü-2Srebrenitsa Barış Yürüyüşü - 3 Srebrenitsa Barış Yürüyüşü - 4 

 

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.