Bahar çekildi kenara ve yaz kendisini hissettirdi.
Değişen iklim nedeniyle biz bile şaşırdık dengemizi.
Oysa en büyük suç bizimdi. İşte bunu insanlar görmezden geldi.
Doğa Ana durmadı ama. Hatırlattı. Bu sizin yüzünüzden dedi!
İnsanları cezalandırdı. Artan sıcaklıklar nedeniyle Akdeniz ve Ege’de ciğerlerimizi bizden aldı. Biz de o kadar hazırlıksızdık ki baş edemedik, sadece uzaktan izledik.
Bir sene önce yemyeşil ve rüzgarın eserek seyahat ettiğimiz yollar kül rengine dönmüştü.
Artık rüzgar esmiyordu. Ağaçlar yoktu, kuşlar ötmüyordu.
Ama bütün bunları çocuklarımıza da anlatmamız gerekirken birileri masal denen artık unuttuğumuz şeyin farkına vardı.
***
Torosların eteklerinde bir köye bir masalcı kadın geldi…
Çocuklar heyecanlandı ve köy kahvecisinin yaktığı ateşin etrafına sıralandı. Başladı anlatmaya;
Torosların eteklerinde bir köyde yeşil panjurlu pembe begonvilli güzel mi güzel bir ev vardı. Orman Dede’nin evi…
Hakkında çeşitli söylentiler vardı. Önce genç bir öğretmen geldi. Sonra bir çift ama ikisi de duvardan gelen ‘orada mısın geleyim mi?’ sesinden korktu.
Ev aylarca boş kaldı.
Ama sonra Işık adında bir kadın geldi. Işık kadın yürürken adeta ışık saçıyordu. Farklıydı. İlginç şekilde rüyasında kırmızı gözlü ak bilge kuşun ellerine konduğunu görüyordu.
Orman Dede’nin evinde ilk gece yine o ses duyuldu duvardan. ‘Gel’ dedi Işık Kadın. Duvar tekrarladı, Işık Kadın da sesinin şiddetini artırdı.
Duvar çatladı ve odaya altınlar saçıldı.
Sabaha kadar bekleyen Işık Kadın altınları alıp ev sahibine götürdü. ‘Orman Dede bunlar senin’ dedi.
Orman Dede ise “Onları ben yerleştirdim. O duvarı çatlatmaya cesareti olan kimse o bu altınları alsın diye. Burada tam bin altın var ve bunlar senin. Gönlünce harca” dedi.
Işık Kadın kül rengi Toroslar’ı yeşertmek için fidanlar almak istediğini söyledi ve ertesi gün pazara indi.
Hava birden bire değişti. Sanki fırtına bulutları vardı. Bir kervan gördü. Dünyanın bütün kuşları bu deve kervanına ayaklarından bağlanmıştı.
Kervanbaşını buldu. Kibirden başı dönmüş kervan başı “Bunları padişaha götürüp 500 altına satacağım” dedi.
Işık Kadın “Ben sana bin altın vereyim sen de bütün bu kuşları serbest bırak ve bir daha yakalamayacağına söz ver” dedi.
Kervanbaşı kadında o kadar altın olmayacağını düşünerek alay edercesine “Sen bin altını ver ben kuşları bırakayım. Bir daha yakalamayacağım gibi yakalamaya çalışanlara da izin vermeyeceğim” dedi.
Işık kadın yanındaki bin altını koydu ortaya. Kervanbaşının adamları altınları saydı. Sonra ‘kuşları salın’ emri geldi. Kervanbaşının adamları kuşları tek tek salarken Işık kadın kervanbaşının devesinde bir kuş fark etti.
O rüyalarındaki ak bilge kuştu o. Onu kendisi bırakmak istedi. Altınlarıyla oynayan kervan başı ‘hay hay’ dedi. Işık Kadın ipleri çözerken kırmızı gözleriyle ona bakan bir ak bilge kuş vardı avuçlarında. Tıpkı rüyasındaki gibi.
Kuşlar uçtu ve gökyüzü normale döndü. Işık Kadın Torosları yeşertmek için fidan alacağı bütün parayı kervanbaşına vermişti. Parası yoktu ama huzurluydu.
Yeniden yeşil panjurlu pembe begonvilli güzel mi güzel evine dönmek üzere yola çıktı. Yorulunca bir ağaca yaslandı. Karşısında kül rengi yanmış Toroslar vardı. Gözleri kapandı. Yine rüyasında o ak bilge kuşu gördü. Ağzında bir tohumla o kül rengi ormana uçup orda kazdığı çukura onu ekiyor, diğer kuşlar da ona yardım ediyordu.
Rüya bu ya toprağa değen tohum yeşeriyor ve büyüyordu.
Işık Kadın uyandı. Gözlerini kapadığında kül rengi olan Toroslar yemyeşil ve canlıydı. Gözlerine inanamadı.
Sonra başladı bir şarkı söylemeye ve gitti yeşil panjurlu pembe begonvilli güzel mi güzel evine. Duvardaki yarığı kapatmadı ve o huzurla orada yaşadı.
***
Masalcı bir kadın geldi.
Geldi, Mihraplı’daki Hüdavendigar Kent Parkı’nın ortasında akan Nilüfer Çayı’nın üstündeki köprünün ayağında oturdu. Elinde bir mızıka, bir ukulele vardı.
Antalya’dan gelmişti. Öyle bir başladı ki hikayeye önce önündeki minderlerde oturan çocuklar gitti o dünyaya. Sonra arkalarındaki yetişkinler.
Ama hepsi aynı şeyi hatırladı. Geçen sene yanan ciğerlerimizin bize yaratacağı zararları, o bölgede yok olan canları unutmamamız gerektiğini yüksek sesle dillendirdi.
***
Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin ‘Evvel Zaman Masal Şenliği’ etkinlikleri birçok noktada başladı. Bu devirde masallar unutulmuştu. Acaba gerçekten etkiler mi diye sırf meraktan aldım kızımı ‘masal şenliğine gidelim mi?’ dedim. ‘Eğleneceksek gidelim’ dedi.
7 yaşındaki biri için bu etkinlik sözde hiçbir şey ifade etmezdi. Gittik oturduk Mihraplı’ya ve bizim payımıza Öykü Tekşen çıktı sahneye.
Elinde bir mızıka, bir ukulele.
Dün gece Balat’taydı. Bu gece ise saat 20:30’da Kent Müzesinde anlatacak bu özet geçtiğim hikayeyi.
Yaklaşık 45 dakikada alıp sizi götürecek başka bir yere. Bir şarkı tutturacak bazen, mızıkayı çaldığında tüyleriniz diken diken olacak.
Ama başka masalcılar ayın 27’sine kadar Bursa’nın farklı noktalarında masallarını anlatacak. Program @bursamuze instagram adresinde yayınlanıyor.
***
Masalları yazmak kadar onları anlatabilmek de başka bir sanat. Bu kadar masalcıyla Bursa’nın her yerini saran şenlik bence daha fazla kişiye ulaşmalı.
Bana her şeyi her şekilde anlatabilirsiniz. Ama 7 yaşındaki kızıma ancak masallarla bazı şeyleri anlatabiliriz. Masaldan sonra “Baba Toroslar neden kül rengi olmuştu” dedi kızım. Anlattım bende iklimin neden değiştiğini, ormanların neden yandığını. Onun anlayacağı dilden tabi.
Eylül anladı ama onun bunu anlaması için önce merak etmesi gerekiyordu.
Öykü Tekşen’in masalı sordurdu bu soruyu.
Ve bir kez daha gösterdi ki masal çocukların dünyasına dokunmanın en büyük anahtarı. Bugün tablete, telefona hapsolmuş ve en büyük sorunu dikkat dağınıklığı olan çocukların bile pür dikkat masalları dinliyor olması da ayrı anlamlı.
Mesele gerçekten çocuklara dokunmaksa masallar şehirleri yılda 10 gün değil 365 gün sarmalı.
Not: Hikayesi ile ilgili spoiler verdiğim için umarım Öykü Hanım affeder beni. O Toroslardaki köyüne gelen masalcı kadının hikayesini, ben de Mihraplı’da dinlediğim Masalcı kadını anlattım. O minik kalplere dokundu ben de dilim döndüğünce büyüklere bunu anlattım.