Türkiye’de asgari ücret her yıl tartışmaların odağı haline geliyor, ancak 2025 yılı için bu tartışmalar daha yoğun bir şekilde kendini hissettiriyor. Ekonomik göstergeler, yüksek enflasyon, döviz kuru hareketleri ve alım gücündeki gerileme gibi etkenler, bu yılki asgari ücret müzakerelerini sadece rakamlarla sınırlı bir tartışmanın ötesine taşıyor. Çalışanlar, sendikalar ve işverenler, birbirinden oldukça farklı beklentilerle masaya oturacak. Bu farklı bakış açılarının temelinde ise ekonomik koşulların emekçiyi nasıl zorladığı, işverenlerin karşılaştığı maliyet baskıları ve nihayetinde sosyal adaletin sağlanması gibi meseleler yatıyor.
***
Asgari ücret süreci daha başlamadan konu ile ilgili kim ne dedi neler öneriliyor bir ona bakalım.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Başkanı Fatih Karahan, geçtiğimiz günlerde ABD’de yatırımcılarla bir araya gelmişti. Karahan, orada 2025 para politikasını şekillendirirken asgari ücret artışı boyutunu da değerlendireceklerini söyledi. Bu sözler, çoğu çevrelerce yeni yılda asgari ücrete yüzde 25 zam yapılacağı şeklinde yorumlandı.
Hükümet kanadına baktığımızda, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, "Asgari ücrette hükümet olarak tek başımıza karar verdiğimiz konu değil. Aralık ayının başında işçi, işveren temsilcileriyle süreci başlatacağız. Emekçilerimizi enflasyona ezdirmeyecek bir rakam belirleyeceğiz” şeklinde beyanlarda bulunuyor sürekli
Geçtiğimiz günlerde partisinin grup toplantısında konuşan CHP lideri Özgür Özel, “2002’de asgari ücret, 7 tane çeyrek altın ediyordu. Bugün 7 çeyrek altın için 25 bin TL olması gerekiyor. CHP olarak 30 bin TL’nin altında bir asgari ücretin asla kabul edilemez olduğunu belirtiyoruz” diyerek sürece dahil oldu.
***
Hal böyleyken, genel durumu analiz ettiğimizde…
2024 yılı boyunca hız kesmeyen enflasyon, temel ihtiyaçlarda fiyat artışlarını günlük hayatın kaçınılmaz bir gerçeği haline getirdi. Bu artışlar karşısında birçok asgari ücretli, kazancıyla sadece barınma ve temel gıda harcamalarını dahi zor karşılar hale geldi. Özellikle kira fiyatları ve gıda enflasyonu, hane gelirinin büyük bir kısmını eritiyor. Dolayısıyla çalışan kesim için 2025 yılı, bir ücret artışından ziyade ekonomik hayatta kalma mücadelesi anlamına geliyor. Bu tablo karşısında, sendikalar 2025 yılı için en az %70-80 bandında bir artış talep ediyor. Ancak bu oran, işverenler için sürdürülebilir değil ve maliyet baskısı, istihdam konusunda endişeleri artırıyor.
***
İşveren cephesinde baktığımızda, artan maliyetler ve döviz kuru dalgalanmaları işleri zorlaştırıyor. Küçük ve orta ölçekli işletmeler, yüksek maaş artışlarının işletme giderlerini katlayacağından ve işçi çıkarmaların gündeme gelebileceğinden endişe duyuyor. İşverenler, yapılacak bir artışın özellikle sosyal güvenlik primi gibi yan giderlerle birlikte toplam maliyeti artıracağının altını çiziyor ve “Orta yol nerede bulunacak?” sorusunu sıkça gündeme getiriyor.
***
Bu noktada, hükümetin ve devlet kurumlarının alacağı önlemler büyük önem taşıyor. Asgari ücretin artırılmasıyla birlikte işverenlerin üzerindeki yükün hafifletilmesi için vergi indirimi ve teşvikler devreye alınabilir. Örneğin, asgari ücret üzerindeki vergi yükünün kaldırılması, çalışanların eline daha fazla net maaş geçmesini sağlayabilir. Bunun yanı sıra, küçük ve orta ölçekli işletmelerin istihdamı sürdürebilmesi adına sosyal güvenlik primlerinin bir kısmının devlet tarafından karşılanması gibi adımlar, çözüm için uygulanabilir bir yaklaşım olabilir.
***
Bu bağlamda…
Asgari ücretin belirlenmesi, sadece ekonomik bir karar değil; aynı zamanda bir sosyal adalet meselesi olarak da değerlendirilmelidir. Toplumun en kırılgan kesimlerinin alım gücünü artırmak, uzun vadede sosyal huzur ve ekonomik denge için hayati bir öneme sahip. Özellikle pandemi sonrası ekonomik toparlanma sürecinde, gelir dağılımında dengeli bir yapı sağlanması gerektiğini unutmamak gerekir.
***
2025 asgari ücret tartışmaları, emekçinin alım gücü, işverenlerin sürdürülebilirlik kaygıları ve sosyal devletin sorumlulukları ekseninde oldukça hassas bir noktada seyrediyor. Toplumun tüm kesimlerini gözeten bir çözüm bulmak, hem sosyal denge hem de ekonomik sürdürülebilirlik açısından büyük önem taşıyor. Bu süreçte uzlaşmacı bir tavırla adil bir orta yol bulunması, ülkemizin ekonomik geleceği açısından en makul yol olacaktır.
SAĞLIKLA KALIN!