Hava Durumu

Koronavirüs alışkanlıklarımızı ertelettiriyor!

Yazının Giriş Tarihi: 28.03.2020 06:00
Yazının Güncellenme Tarihi: 28.03.2020 06:00

Günlerdir koronavirüs ile yatıp koronavirüs ile kalkıyoruz.

Aslında ölümle... Beynimiz kötü olana, kaygıya odaklı.

Televizyondaki bilimcilerden biri, koronavirüsün yüzde 2-4 olan ölüm oranını insan beyninin yüzde 65, 70 olarak algılayan bir kaygı eşiğine sahip olduğunu söyledi...

İnsanlar hem koronavirüse yakalanma korkusuyla hem de işsiz, aç açık kalmak kaygısıyla boğuşuyor.

Türk toplumu sosyal mesafe ve derin yalnızlıkla yüzleşiyor ki, bu yüzlerce yıllık genetik kültüre son derece aykırı bir şey...

Hem bireysel olarak hem de toplumsal olarak bir travma yaşıyoruz... Korona günlerinden sonra dünyada hiçbir şey eskisi gibi olmayacak bu kesin...
İşte bu yüzden görüşlerine ve uzmanlığına çok değer verdiğim psikolog ve aynı zamanda da bir tıp doktoru olan Cem Türkeş ile görüştüm ve mini bir söyleşi gerçekleştirdim.

'TELEVİZYONA VE SOSYAL MEDYAYA BAKMAYI KESİN!'


Koronavirüsün toplumdaki travmatik etkileri üzerinden "İnsanlar ne yapmalı?" diye sordum...
Cem Türkeş uyardı:

"Birincisi televizyon ve sosyal medyaya bakmayı kesmek gerekiyor. Verilen bilgiler doğal olarak tamamen koronavirüse odaklanmış durumda.

Üstelik sadece bizim ülkemizde değil dünyada ne olduğu anlatılıyor. Bunlar hiçbir zaman hoş ve olumlu değil. Devamlı sayılar, ölenler, hastalığa yakalananlar konuşuluyor. Şurada görülmüş, burada görülmüş; insanı terörize ediyor. Yoğun bir travmatizasyon var. Doğal olarak algıda seçiciliğimiz önce olumsuzu fark etmek üzere..."

Doğrudur... İnsanlık binlerce yıllık gelişiminde hep olumsuzluğa odaklanarak ayakta kalabildi. Olumsuzluklarla başa çıka çıka bugünlere erişti. İnsan beyninin işleyişi böyle...

Cem Türkeş de bu olguya değindi:

"Dolayısıyla da insanlara hep 'bir şey yapmak lazım' duygusu hâkim, ama ne yapması gerektiği ile alakalı bir şey yok. Kaygının en önemli şeyi de bu, insanı kötü olasılıklı geleceklerde gezdirmesidir...

Koronavirüs bir nevi felaket gibi bir şey. Ama şu anda gerçeğinden çok olumsuz algısı daha yüksek seyrediyor...

Belirsizlikler insanda stres hormonu salgılatır. Veri ile yorumumuz arasındaki fark budur. Siz yıllar önce bir şey söylemiştiniz. Haber objektiftir, yorum ise sübjektiftir. İşte öyle bir şey. Şu anda bilgilerimizin kısıtlı olduğu, ne olduğunu tam bilmediğimiz bir konu ile karşı karşıyayız. Veriler yaşandıkça ortaya çıkıyor... Ama bunun hakkında herkes farklı farklı yorumlara giriyor. Herkesin kendi çapında bir yorum yeteneği var. Bu bir kriz süreci..."

YOK SAYMA, KABULLENME, SORGULAMA SUÇLAMA VE KABUL EVRESİ

Cem Türkeş; "Peki bu kriz süreci insanları nasıl etkiliyor?" sorusuna ise şu yanıtı verdi:

"Bu tür belirsizliklerdeki şok tablosunda şöyle bir şey oluşuyor. Olumsuz bir şeyle karşılaştığında bazı insanlar onu yok saymaya giriyor, uydurma, saçma gibi değerlendirmelerde bulunuyor.

Sonrasında sorgulama gelir. Yediğini, yanındakini, hayatı sorgular, sağlık sistemini sorgular... Suçlama evresi gelir. Suçlama evresinde insanlar etrafındaki bir şeyleri suçlarlar çoğunlukla. Sonra kendisini de suçlar... Ondan sonraki evre kabul evresidir... Dibe vurup çıkış noktasıdır. Var olan gerçeği olduğu haliyle kabul etmek.

Ve bu esnada insanlar dıştan gelen tehdide karşı iki şeyi fark eder; biri tehditler, diğeri ise fırsatlar...

Fakat insanlar bu tür evrelerde tehdide doğru odaklanır ve tehditleri bertaraf etmek üzere harekete geçerler...

Bu da insanları daha çok savunmacı ve içe çekilmeci yapar... O evreden sonra bazı insanların sistemi çöker bloke olurlar; 'yapacak bir şey yok!' diye depresif eyleme girerler.'Yapsak da bir işe yaramaz!' diye pasif eğilime geçerler. Bazı insanlar ise elindeki kaynaklarla yapılabileceklere yönelirler... Bütün elindeki kaynakları bu sorunla baş edebilmek için kullanmaya yönelirler."

SORUNUN NE OLDUĞU DEĞİL, NASIL OLDUĞU ÖNEMLİ!

Peki, bu nasıl olacaktı? Cem Türkeş anlatmayı sürdürdü:

"Sonrasında mutlaka burada yapılması gereken en önemli konu soruna yaklaşımdır... En temel soru sorunun ne olduğu önemli değildir, nasıl sorun olduğu önemlidir...

Örnek vermek gerekirse yaşadığımız şey, sorun bir hastalık ama sorun insanların birbiriyle temas etmesi ve sosyal alışkanlıklarını sürdürmesinden dolayı bulaşmanın hızlı olmasıdır.

Burada hastalıkla değil hastalığın bulaşıcılığıyla temel koruyucu sağlık olarak sağlam bir savaş verirsek elimizdeki kaynakları en verimli herkese sağlık sunacak şekilde yönetebiliriz...

Dünyada bunu yapan iyi örnekler var. İnsanlar bir şeyi başkasının yapabildiğini görünce kendisinin de yapabileceğine inanır. Almanya, Japonya, Güney Kore gibi...

Bir başka konu; karamsar insanların ortak özelliği olayın hep olumsuz tarafına bakarlar. Durumu sürekli kaybedecek şekilde görürler. Ve her tarafa doğru genellerler."

SAĞLIK SİSTEMİNE DESTEK VERİLMESİ

Ardından da topluma umut verici cümleler kurdu:

"Bu durum dünyada daha önce olan hastalık seyirleri gibi geçici bir tablodur. Ve elimizdeki imkânlar ve kaynaklar da bununla mücadele edecek yeterliliktedir...

Evde oturanlara ilk sırada dışarıdan evin içine pis koku ve duman gelirse kapıyı, camı kapatırız dışarıdan bir şey gelmemesi için. Burada da dışarıdan bize gelen haber kaynaklarını, bilgilerini test edebilme şansımız yok.

O yüzden bu aralar bize şu gösterildi ki herkes son derece kötü konuşmalarla insanları etkiledi. İnsanların kapılarını, camlarını bütün duyu organlarını gelecek olumsuz şeylere kapatıp bilgi kaynaklarını kısıtlı zamanda almaları daha uygundur.

İkincisi bu süreçten çıkışın en önemli konusu burada insanların hastalanması değil de insanlar hastalandığında onlara hizmet verecek ya da sağlıklarına kavuşturacak sağlık sistemine destek vermeleridir...

Bunun için de Sağlık Bakanlığı ve ülkemizde yaygın olarak bire bir temas ettikleri aile hekimlerinin sözlerine kulak vermeleri gerekiyor..."

"RAMAZANDA TÜM GÜN AÇ DURABİLİYORUZ"

Birey olarak tüm yaşayış biçimimizi, alışkanlıklarımızı kökten değiştirdik ya da değiştirmeye çalışıyoruz. Sağlakların bile sol ellerini kullanmaları öneriliyor. Hiç denemedim. Bu kadar değişiklikten sonra o çok fazla geldi. Şu anda evlerde kadınların uyguladıkları temizlik ve dezenfektedeki aşırı gayretleri, normal koşullarda takıntı ve hastalıklı bir hal olarak nitelendirilir. Normalimiz olmayan bir yaşantının içine düştük. Psikolog Dr. Cem Türkeş'e bununla nasıl başa çıkacağımızı sordum, anlattı:

"Bunlardan hizmet almak için telefon, internet gibi erişim yapılacak kaynakları gözden geçirmeleri, soruları için, sonra müracaat etmeleri, gereksiz yere meşgul etmemeleri ve mümkün olduğunca herkesin kendini tecrit etmesidir...

Bu içinden geçilen sınav bizim alışkanlıklarımızı, hijyeni, ilişkilerimizi, sosyal alışkanlıklarımızı etkileyecek. Alışkanlıklarımıza ters bir şey yapıyoruz. Yapmamız isteniyor, biz de direniyoruz. Bu süreçten az hasarlı çıkmamızın yolu alışkanlıklarımızı geçici bir süre bir kenara bırakmamız...

Mesela günde üç öğün yemek yiyen insanlar olarak ramazanda tüm gün aç durabiliyoruz. Başta zor geliyor ama sonra alışıyoruz. Bunu da öyle bir şey gibi düşünün..."

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.