Hava Durumu

Neyin iyi hali!

Yazının Giriş Tarihi: 05.12.2019 06:00
Yazının Güncellenme Tarihi: 05.12.2019 06:00

Biz laf üretiyoruz, kadınlar öldürülmeye devam ediyor!..

Dün gencecik bir üniversite öğrencisi, bir balerin evinin önünde bıçaklanarak öldürüldü... Umutları, hayalleri vardı; bir anacığı, babacığı vardı, o insanların acısını düşünemiyorum bile. Sen bak, büyüt yetiştir, itin biri gelsin evladının canını alsın! Allah dayanma gücü versin.

Yine dün Şule Çet davasında karar çıktı...

Habertürk'te sitede "Şule Çet davasında karar çıktı. Tecavüz, delil karartma! Neyin iyi hali!.." manşetiyle çıktı. Karara yönelik durumu özetleyen en çarpıcı manşet buydu.

Gerçekten neyin iyi haliydi?

Paraya para demeyen; altlarında son model araba ile dolaşan, her istediğini elde etmeye alışmış, her istediği yapılmış; ömrü boyunca pışpışlanmış, sülalenin baş tacı  olmaları mıydı?

Çağatay Aksu'nun ağırlaştırılmış müebbet cezası iyi halden müebbet ve 12 yıl 6 ay hapsine, sanık Berk Akand'ın ise 18 yıl 9 ay hapsine hükmedildi!

Akand için savcının istediği ceza 31 yıldı... Aksu'nun kaç yılda çıkacağını bilemedim ama Akand, 7, 8 yılda çıkar. Mahkeme kararında çıkanlarla yatarları aynı değil.  Mesela 6 yıl ceza alan biri birkaç yıl yatıp denetimli serbestlikten yararlanıyor...

ŞULE ÇET DAVASI HER ŞEYE KARŞIN MİLATTIR

Şule Çet davasında kadın örgütleri olmasaydı, kamuoyunda farkındalık oluşmayacaktı. Olay kapanıp gidecekti...

Her şeye karşın Şule Çet davası bir milattır. Artık erkekler, kadınları öldürüp üst katlardan atarak intihar diye olayı kolay kolay kapatamayacaklar...

Davada bir sürü aksayan nokta vardı. Başta sözcülüğünü Dr. Gülsüm Kav'ın yaptığı Kadın Cinayetlerini Durduracağız platformu olmak üzere kadın örgütleri ve avukatlar dedektif gibi çalıştı. Soruşturmadaki eksiklikleri bir bir topladılar.

Gülsüm Kav ile Bursa'da bir seminerde birlikte konuşmacıydık. Dr. Gülsüm Kav o toplantıda şunları söylemişti:

"Biz ilk Münevver Karabulut cinayetiyle yola çıktık. Müdahil olmak istiyorduk, kabul edilmiyorduk. En sonunda bir hâkim bize kuruluş olmamız gerektiğini söyledi. Hemen derneği kurduk.

Kadın cinayetleri üçüncü sayfa haberiydi. Münevver Akbulut cinayeti basında bir magazin figürü olarak sunuluyordu. Kendisinin, ailesinin yaşamı didikleniyordu. Davaya müdahil olduk. Bu davada faillerin korunduğunu gördük!.."

Ardından da dernek kadın cinayetleri davalarında müdahilliği sürdürmüştü... Her kadın cinayetinde yeni bir şeyler öğrendiklerini anlatmıştı; Şule Çet davasındaki farkındalıkları ve müdahilliklerinin bir adım öncesi Bingöl'de bir uçurumdan atlayarak intihar ettiği iddia edilen genç kadınla ilgili davaydı. Dr. Gülsüm Kav şunları anlatmıştı:

"Kadının ailesi, eşi tarafından uçurumdan atıldığını iddia ediyordu. Adli tıp raporlarından bir şey çıkmıyordu. Çok uğraştık. En sonunda fizik bilimine başvurduk. Fizik bilim insanlarından oluşan bilirkişi raporunda kesin bir dille kendi atlaması halinde o şekilde bulunamayacağı bilimsel olarak gösterildi.  Şüpheli ölüm cinayet davasına dönüştü..."

Dolayısıyla Şule Çet'in intihar iddiasına da şüpheyle yaklaşmışlardı; ailenin yanında yer aldık. Bu şüpheli ölüm değil kadın cinayeti davasıdır. Burada da delillerin tam olarak toplanmadığını gördük." demişti.

Eğer kadın örgütleri, Şule Çet cinayetini kamuoyuna taşımasalardı, sıradan bir intihar vakası olarak kapatılıp gidecekti. Zaten ilk duruşmalarda tutuklama filan da çıkmamıştı.

BOŞUNA MI YAZIP ÇİZİYORUZ?

Bazen düşünüyorum, boşuna mı onlarca yıldır yazıp çiziyorum, kadına şiddeti önlemeye yönelik panellerde, toplantılarda konuşuyorum...

Acaba boşuna mı kürek çekiyorum onlarca yıldır...

 Kadın dayanışması diyorum, hayatımın son yıllarındaki en büyük kazıklardan birini dayanıştığımı düşündüğüm kadınlardan birinden yedim.

Bir soru; kadın, kadının kurdu mudur?

Feministlerin bir kısmı kadın kadının kurdu kavramına son derece sert bir şekilde karşı çıkar.

Bana göre öyledir, ama nedeni sistematiktir...

 Ama şu da hayatın bir gerçeğidir; erkek egemen sistem varlığını sürdürebilmek için kadını kadına kırdırır.

Kız çocuklarının bekçiliğini anneye verir. Kendisi de kaynana eziyeti gören kadın, oğlu evlendiğinde aynı eziyeti gelinine yapar!..

Kimi zaman da gelin kaynanayı tepeler, görümceler, eltiler, gelinler arasında ebedi bir çekişme toplumun genelinde yaşanır durur.

 Az sayıda kadın bu döngüyü yıkmayı başarır...Mahalledeki dul kadının ya da komşu kızın gözetlenmesini, kimin gelip gittiğini ya da kiminle gezdiğini komşu kadınlar gözetler!..

'KADIN KADININ KURDU' DÖNGÜSÜNÜ KADIN DAYANIŞMASI AŞAR!

Bu yüzden de kadının kadına şiddetini yazar ve anlatır dururum onlarca yıldır. Neden mi? Her şeye karşın kadın dayanışmasına inanırım. Bu döngüyü kıracak olan kadınlardır... 

Kadını kadına kırdırmaya alışmış erkek egemen medya, kadın dayanışmasını asla kabul edemez...

Televizyonda yayınlanan dizilere bakın! Entrikacı kadınlar, hemcinslerinin kuyusunu kazıp durur...

Öykü dokusunda, kaynana şiddeti çok yaygın kullanılan dokudur. Zengin aile kızlarının yoksul mahallelerden gelen ağabeylerinin sevgilisine ya da eşine uyguladığı entrika dolu şiddet bu tür dizilerdeki öykü dokusunda senaristlerin en sevdikleri konudur, en kolaycı yöntemle aynı konuları farklı dizilerde farklı şekillerde ele alıp dururlar.

Çok azı hariç tüm TV dizilerinde kadın kadının kurdu temasının sürekli vurgulanması ve sistematik bir aynılaştırma söz konusudur...

KADEM'E BU YÜZDEN SALDIRIYORLAR!

 Son günlerde İstanbul Sözleşmesi yüzünden AK Partili kadın siyasilerin ve AK Parti üzerinden KADEM'in, ve KADEM ile aynı zamanda AK Parti destekçisi kadın gazetecilerin erkek egemen medya kalemşorları tarafından saldırıya uğraması da bu yüzdendir işte...

Kadını kadına kırdırmaya alışan erkek egemen medya; siyaseten yandaş gördükleri kadınların farkındalığını ve dayanışmasını kabul etmemektedir.

Kimileri siyaseten burun bükse de KADEM önemli bir kadın örgütüdür... Özellikle de böyle bir dönemde kadınların görüş farklılıklarını bir yana koyup dayanışmaları gerekir.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ VE 6284 SAYILI YASA

Son yıllarda bazı çevrelerin ağır saldırısı altında olan İstanbul Sözleşmesi gerçek bir kadın dayanışması ürünüdür...  Tıpkı 6284 sayılı Yasa gibi. Her ikisi de AK Parti iktidarında çıkartılmış önemli yasa ve yasa hükmünde uluslararası sözleşmedir.

Anayasa'ya göre yasa hükmünde olan İstanbul Sözleşmesi maddelerinin ne yazık ki ulusal hukuk sisteminde savcı ve yargıçlar nezdinde henüz pek karşılığı yoktur.

 Sözleşme hükümlerine göre kararlar çıkmamaktadır. 23 kez suç duyurusunda bulunan Ayşe Tuba Arslan'ın şikâyetlerine takipsizlik kararı verildi. Katiliyle uzlaştırılmaya çalıştırıldı.

 Adam satırla doğradı kadını; 40 gün yoğun bakımda verdiği yaşam savaşını kaybetti. En hazini de saldırı sonrasında bile çantasından Savcılığa "Ölmek istemiyorum' diyerek yazdığı suç duyurusuydu...

Çok belli; kadına inanmamışlar! Kadınının 23 kez suç duyurusu yaptığı adamı daha inanılır bulmuşlar. Hiçbir kadın durduk yerde, "Öldürüleceğim" diye feryat etmez!..

Oysa İstanbul Sözleşmesi'nin hükümlerinden bir kısmı da kadına şiddeti önlemeye, caydırmaya ve korumaya yöneliktir. Eğer Ayşe Tuba Arslan'ın şikâyetlerini göz ardı eden yargı mensupları İstanbul Sözleşmesi hükümlerini göz önüne alsalardı; Ayşe Tuba Arslan yaşıyor olacaktı!..

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.