İklim değişikliği, özellikle 90'lı yıllardan itibaren en sık duyduğumuz tehlike işareti veren kelimeler arasında. Dünya üzerindeki insan nüfusu arttıkça ihtiyaçlar da artıyor. Araştırmalara göre her yıl aramıza ortalama 81 milyon kişi katılmakta. Uzun süreli nüfus verilerini incelediğimizde, dünya nüfusu 12.000 yıl önce yaklaşık 4 milyon imiş. Tarihsel demograflar, 1800'lü yıllar civarında da dünya nüfusunun 1 milyar civarında olduğunu tahmin ediyorlar.
O yıllara kadar ağır ağır ilerleyen nüfus artış grafiği, 1800'lü yıllardan itibaren büyük bir değişim göstererek hızlanmaya başlıyor. Elimizdeki diğer bir veri de gezegenimizde bugüne kadar yaklaşık, 108 milyar insanın yaşamış olduğu. Bu yazıyı okuduktan sonra Google'a "worldometer" yazarak, Türkçe versiyonunu tıklayıp, karşınıza çıkan hareketli grafikleri incelemenizi tavsiye ederim.
Dünya nüfusunun her saniye nasıl arttığını canlı bir şekilde göreceksiniz. An itibariyle ekrandaki dünya nüfusu 8 milyar 256 milyon 111 bin 425 olarak görünmekte. Bu yazıyı kaleme aldığım dakikalarda bugünkü doğum sayısı 318.920, bugünkü ölüm sayısı ise 150.312.
Bunu matematiğe vurduğumuzda sadece bugünkü dünya nüfusundaki artış 168 binin üzerinde. Her saniye, her dakika, her gün sayımız artıyor, çoğalıyoruz, çoğaldıkça da maalesef ki doğayı yok ediyor, dünyayı yaşanmaz hale getiriyoruz.
Milyarlarca insanın kullandığı inşaattan, otomotive, giyimden, kozmetiğe sınırsız sayıdaki alanda tüketim artıyor. Bu ihtiyaçların karşılanması için de paralel şekilde sanayileşme zirve yapıyor. Artan sanayileşmenin getirdiği kirlilik, dünyanın dengesini bozuyor. 100 yıl öncesi ile karşılaştırdığımızda, ne toprak eski toprak, ne dereler o zamanki gibi, ne hava ne de denizler o günlerdeki berraklığında. Yeni Türkü'nün geçmiş yıllarda meşhur olan Telli Turna isimli şarkısının sözlerini hatırlayalım, "Sakın çıkma patika yollara, o dağlara, kırlara o karlı ovaya yenik düşüyor her şey zamana biz büyüdük ve kirlendi dünya…"
El birliği ile hesapsız, kitapsız dünyayı kirlettik ve buna devam ediyoruz. Geçtiğimiz günlerde Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen başkan Bozbey'in de söz aldığı "İklim Krizi" ana temalı bir panel düzenlendi. Konunun uzmanlarının söz aldığı panelde "acı ama gerçek" nitelikteki yaşananlar dile getirildi.
Bursa'da yaşanan su problemine değinen Başkan Mustafa Bozbey, Bursa'da su sorunu yaşanacağının yıllar öncesinden belli olduğunu, bilim insanlarının sık sık bu konuda uyarılar yaptığını, yöneticilerin hazırlık yapmasının 30-40 yıllık planlama hazırlanmasının önemini vurguladı. Bozbey'in dile getirdiği önemli konulardan bir tanesi de kuyu suyu çıkartmak için 280 metreye kadar sondaj yapılması gerekliliği idi.
Mustafa Bozbey yaşanan sıkıntıyı anlatırken, “Toplum olarak ovanın korunması için çalışma yürütseydi, belki şimdi 20-30 metreden suya ulaşabilecektik" sözleri ile geçmişten bugüne yaşanan vurdumduymazlığı da hatırlattı. Özellikle seksenli yıllardan itibaren Bursa Ovası'nda önü alınamayan kaçak yapılaşma baş gösterdi.
Genelde göç ile Bursa'ya gelen aileler yaptıkları kaçak binalara kolayca elektrik ve su bağlandığını görünce memleketlerindeki diğer akrabalarına da, hadi siz de gelin kondurun bir gecekondu keyfinize bakın çağrılara yapmaya başladılar. O furyaya katılanlar, kaçak evlerine temel atmak için 2 metrelik kazı yapınca Bursa Ovası'ndan nasıl su fışkırdığını, bu suyu boşaltmalarının günler aldığını ancak ondan sonra temel atabildiklerini çok iyi hatırlarlar.
Bursa'mız Türkiye'nin dört bir yanından aldığı göç ile büyüyen serpilen, gelişen bir şehir. Fakat şehri yönetenler maalesef ki bu göçü yönetme kapasitesine sahip olamadılar. 70'li yılların sonlarına doğru yapılaşmanın başladığı, 80'lerde rağbetin arttığı, 90'lı yıllarda da kapasitesini dolduran Kükürtlü Mahallesi nispeten planlı olarak gelişirken, Bursa'nın diğer bölgelerinde neden bu plan uygulanamadı bunu kentin o dönemki yöneticilerine sormak lazım.
Aynı şehir planlaması Bursa'nın tamamına uygulansaydı Osmangazi'de Yıldırım'da Kükürtlü Mahallesi seviyesine ulaşmış olurdu. Başkan Bozbey'in dert yandığı diğer bir mesele de, Bursa'daki kumaş boyahaneleri. Bir taraftan Bursa'nın suyunu tüketen diğer yandan da kimyasal atıkları ile çevre katliamı yapan tekstil boyahaneleri. Yeraltı sularımız bugün 280 metre derinlikten çıkıyorsa bu boyahanelerin verdiği zarar tartışılmaz.
Zararın neresinden dönersek kardır diye güzel bir sözümüz var. Plansız yapılaşma, yok edilen Bursa Ovası, bilinçsizce tüketilen Bursa'nın yeraltı suları bizi bugünlere getirdi. Hemen aklımızı başımıza alıp acil tedbirler almazsak, yarın çok geç olacaktan öte yarınımız bile olmayacak.
SAĞLICAKLA KALIN