Seneler birbirinin ardından koşuyor; içindeyken ‘bitmiyor’ dediğimiz anlar da birer anı oldu çoktan.
Ders çıkarılması gereken olayları da zaman gibi çabucak tüketiyor, unutuyoruz.
Kadınlar, çocuklar hayattan koparılıyor; üzüntü ve öfke nöbetleri geçirdikten sonra yavaş yavaş duyarsızlaşıyoruz.
Çözüm nedir, ben de bilmiyorum.
Kanun, yasa düzenlemeleri gibi beylik çıkışlar anlamını yitirdi artık.
Cezalar, yaptırımlar yetersiz kalıyor; her tepki yürüyüşünde taşınan pankartlarda duruma dikkat çekiliyor.
Olmuyor, şiddet durmuyor!
Sanki bir tuşa basılmışçasına süreklilik başladı.
Resmen ‘şiddetin sürdürülebilirliği’ yaşanıyor.
Dün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ydü.
Her yerde farkındalık adına onlarca etkinlik düzenlendi.
Tam bu sırada ajanslardan şu haber geçti:
“Gaziantep Nizip’te bir kadın eşi tarafından vurularak öldürüldü…”
Demek ki farkında olmak işe yaramıyor.
Zaten düzenlenen bu tip organizasyonlara bilinç düzeyi yüksek insanlar katılıyor.
Olanları takip eden, eğitimli, belli bir sosyo-kültürel seviyeye ulaşmış bireylerin tekrar tekrar bilinçlendirilmesi bizi kurtaracak değil ya!
Toplumun her kesimine ulaşılması da mümkün olmadığına göre geriye ne kalıyor?
Caydırıcı cezalar!
Bunu da uygulayacak olan vatandaşlar değil elbette ama talep etmeyi de bilmek gerek.
***
Geçen sene konuyla ilgili yine sitem dolu bir yazı kalem almıştım.
Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi’nin son raporunda yer alan veriler şöyleydi:
“Türkiye’de 1 Haziran-31 Ağustos 2023 tarihleri arasında, 88 kadın katledilmiş, 83 kadın şüpheli bir şekilde hayatını yitirmiş, 160 kadın yaralanmış, 39 kadın tehdit edilmiş, 25 kadın ağır yaralanırken, 14 kadın tacize, 6 kadın cinsel saldırıya maruz kalmış.”
Peki, son bir yılda tablo nasıl şekillendi?
2024’te 406 kadın daha katledildi.
Ve yıl daha bitmedi.
Bursa Barosu Kadın Hakları Merkezi’nin yaptığı açıklamada:
“Sadece 2024 yılında bugüne kadar 406 kadın cinayeti işlendi. Henüz İkbal’in, Narin’in, Rojin’in acısı ve öfkesi tazeyken sonrasında birçok kadın cinayeti işlendi ve hatta belki biz bu açıklamayı yaparken bile işleniyor olabilir.
Her gün birden fazla kadın cinayetinin işlendiği bir ülkede iyi hissetmek nasıl mümkün olabilir?
Sokakta evinde güvende hissetmek, tacizden korkmadan istediğin gibi giyinebilmek, çocukların güvenliği için endişe duymamak, şiddet gördüğünde yardım bulabileceğine güvenmek, yargının hızlı ve adil bir şekilde işlemesi, mağdurların suçlanmaması için haykırmak zorunda kalınmamalı; bunlar hayatın doğal bir parçası olmalıdır” ifadeleri kullanıldı.
***
Tabii bir gerçeği daha hatırlatmakta fayda var.
Şiddet yalnızca vurarak, döverek, kırarak olmuyor.
Ve sadece kadınlar maruz kalmıyor!
Hep bir erkekten kadına yöneltilen şiddeti ele alıyor, gündemde tutuyoruz. Canlıların hepsi tehdit altında.
Çünkü ahlaken çürümekteyiz…
Örneği hatırlatayım:
Türkiye’nin ilk kâinat güzeli, oyuncu Azra Akın Koru bir açıklama yapmıştı:
“Hamile bir kadına, ‘ne kadar da kilo almışsın’ ya da yeni anne olmuş bir kadına ‘doğumdan sonra kilo veremedin’ demek de şiddettir.’
Çok güzel olduğunuzu düşündüğünüz bir anda, biri ‘saçların ne kadar da bakımsız’ dese ya da yaptığınız iş için çok emek harcayıp, kendinizden emin bir şekilde onu sunduğunuz zaman ‘ne kadar rezil bir sunumdu bu böyle’ tepkisi gelse ne yaparsınız?
Alışkın olduğumuz bu ifadeleri hazmederiz, içselleştirir ve kendimize çekidüzen vermeye çalışırız öyle değil mi?
Hâlbuki bu suskunluk hâli bizi bitirmekte, farkında olmadığımız şiddetin dozunu artırmasına katkı sunmakta!
***
Şimdi temenni cümleleri kuracağım:
“Olabildiğince mücadele edecek, kadınlar olarak iş ve özel hayatta güçlü bir şekilde varlığımızı sürdüreceğiz, hayatta kalmayı başaracağız!”
Canı tehlikede olan onlarca kadını kurtarır mı bu?
2025, şiddet verilerini konuşmak zorunda kalmadığımız bir yıl olsun…