Herkesin belki keşfettiği belki de henüz haberi olmadığı bir yeteneği var hayatta.
Kimisi kendisini resim yaparak, fotoğraf çekerek, bir enstrüman çalarak kimisi de yazı yazarak ifade ediyor.
Notalarla, boyalarla ya da sözcüklerle dans ederek duygularımızı, düşüncelerimizi aktarıyoruz.
Hem bireysel tatmin sağlıyor hem de kültür ve sanata katkıda bulunuyoruz…
Bu seçeneklerden uzak insanlar öylesine dünyadan gelip geçiyorlar!
Her yazılanı okumak, her besteyi dinlemek zorunda değiliz tabii ki.
Seçenek çok.
Bir gerçek var ki herhangi bir eser ortaya koymayı başaran kişiler, uzun süre çalışıyor, ciddi emek harcıyorlar.
Sırf bu nedenle de saygıyı hak ediyorlar.
Az sayıda kültür-sanat emekçisiyle tanışma fırsatı yakalayabiliyoruz günlük koşuşturmacada.
Bursa’da dernek toplantısında bir yazarla karşılaştım ben de.
Hayat hikayesi, neşesi, azmi ve özellikle kitabı ‘Benim Adım Vefa’ ile dikkat çeken Yazar Ayliz Filiz ‘Filiz Dilsizoğlu’ edebiyata dair sorularımı cevapladı.
Keyifli okumalar…

Kendinizi tanıtır mısınız?
Adım Filiz Dilsizoğlu. Tüm ailem Yunanistan göçmeni, Gümülcineli. Babam ve ailesi 25 yaşına kadar Selanik’te yaşamış ve sonra Türkiye’ye yerleşmişler. Ben doğma büyüme Yalovalıyım. Uludağ Üniversitesi mezunuyum. Okulu bitirip ikinciye imtihanlara girdiğimde, Akdeniz Üniversitesi İngiliz Filolojisi’ni kazanmıştım. Ancak ailem gitmeme izin vermedi. Sürpriz bir şekilde 20 yaşında evlendim ama okumayı bırakamazdım. Bu nedenle evliyken, İstanbul’ da ‘moda tasarımı’ okudum. 1990 yılında evli olarak yaşamaya başladığım İstanbul 'dan, 2009 yılında boşanarak ayrıldım. Tam 14 senedir Bursa’da yaşıyorum. Tasarımcılık, işletmecilik yaptım ve yazarım.
Yazarlık serüveniniz nasıl başladı?
Çocukluktan beri hep hatıra defteri tutardım. Hayatta en çok sevdiğim şey kitap ve defterlerim oldu. Dönemimizin gençlik dergisine şiirler ve resimler gönderirdim, yayımlanırdı. Zaman zaman küçük makale ve hikayeler yazıyordum. Hep kendime, ‘bir gün kitap yazacağım’ diyordum. Anestezi uzmanı olan arkadaşım Dr. Berrin Altınören’ in sayesinde kitabımı çıkardım. İnsanların hayatlarını, notlarımla birleştirip, yoğun çalışarak ‘Benim adım Vefa’yı kaleme aldım. İlk kitabım beğenildiği için oldukça mutluyum.

Kitabınız hakkında kısa bir bilgi verir misiniz?
Biraz kişisel gelişimi, biraz nostaljiyi, çokça psikolojiyi, biraz Yeşilçam’ın havasını, gerçek saf sevgiyi ve aşkı, tasavvufu, narsisizmi, ailesel ve sosyo-kültürel faktörleri işleyerek kurgulanmış gerçek bir hikâyeyi anlatan bir kitap.
‘Benim Adım Vefa’ için geri dönüşler nasıl? Beklediğiniz ilgiyi görebildiniz mi?
Kitap oldukça ilgi gördü ve görmeye de devam ediyor. ‘Bu kitabın filmi yapılmalı mutlaka’ diyenler oldu. Kitabı okuyan Yalova Belediye Başkanı’nın eşi Göksen Tutuk, “Camdaki Kız dizisi gibi seyredilmeli” yorumunu yaptı. Tabii ki bu güzel dönüşler beni çok fazlasıyla mutlu ediyor.
Yaşadıklarınızın kitaba yansıması bulunuyor mu?
Her yazar genelde kendisinden parçalar katar yazılarına. Benim de yaşadıklarımdan parçalar var elbette. Bir dostumun hayatını kendi yaşam parçalarıma çok benzer bulduğumdan, onun gerçek hikayesini kaleme aldım. Yani gerçek yaşanmışlıklarla kurgulanmış bir hayatı anlattım ben. Kitapta yer alan olaylar ve kişiler büyük çoğunlukla gerçek. Ancak isimlerde, gerekli yerlerde ve mesleklerde kurgular yapılmıştır.
Türkiye’de okuma oranını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’deki okuma oranı bana göre çok fazla düşük. Okumaktansa izlemeyi tercih eden çok. Biz 80’li yıllarda Dostoyevski gibi yazarların klasiklerini, Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Peyami Safa, Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi değerli yazarların eserlerini okurduk. Yeni nesilde klasikleri okuyan az. Bu beni hem çok endişelendiriyor hem de üzüyor. Ve bir kesimde hiç okumuyor maalesef. Bizler kitap kokusuyla büyüdük, kütüphanelerde zaman geçirdik. Birçok alanda teknoloji ilerledi ama yine de ben eğitim ve öğretimin eskisi kadar disipline ve kaliteli olduğunu düşünmüyorum. Gençler telefon ve bilgisayar başında hayatı kaçırıyorlar. Halbuki Bursa’da tiyatro, sergi, konser, sinema imkanları mevcut.

Böyle bir ortamda yazar olmanın avantaj ve dezavantajları sizce neler?
Böyle bir ortamda yazar olmanın avantajı pek yok. Yine de kitap okumayı sevenleri ve kitap kurtlarını gördükçe motive olup daha fazla yazmak istiyorum.
Yazarların özgürlük alanlarıdır yazmak. Ben kalemsiz, deftersiz hiçbir yere gitmedim hayatımda. Bunu da çok sonra fark ettim. Okumak kendini geliştirmek ve kendini bulmaktır. Yazmak ise, büyük bir terapidir. Karşılık beklemeden yazıyoruz, ilgi gördüğünü bilmek de motivasyon kaynağı oluyor.
Yazar olmak isteyenlere tavsiyeleriniz nelerdir? Yola nereden başlamalılar?
Yazar olmak isteyen herkese tavsiyem; küçük yaşta başlasınlar yazmaya ve defterler dolusu yazsınlar. Bıkmasınlar, bırakmasınlar, kararlı olsunlar. Gerçekten yazmayı sevmek burada en önemli kural. İlk kitaplarını fazla geç kalmadan, cesaret dolu bir yürekle çıkartsınlar. Kimisi kendisini resim yaparak, kimisi müzikle uğraşarak, kimisi de yazarak ifade eder. Yazmanın amacı, sadece bilgi vermek, okuyucuya yazdıklarını okutmak değildir. Yazmak bir yaşam biçimidir aynı zamanda! Ben tasarımcıyım aslında. Yazarlık yoluna çok geç başladım. Ama yazmaya inanılmaz sevdalıyım. Yani hiçbir şey için geç değil. Çok arzulu ve heyecanlıydım. Belki de bu yüzden başardım. Bu nedenle ilk önce gerçekten ne istediğinizi bilin. Sonra bu yolda azimle ve istikrarla yürüyün…
***
Eğitim, sanat, iş dünyası hep okumaya ilginin azalmasından şikayetçi.
Bu sadece öğrenciler için geçerli değil tabii ki.
Okumak, hangi yaşta olunursa olunsun kişinin gün içinde yaptığı her işe, davranışa yansıyan bir şey.
Anlamaya, anlatmaya, bilgiyi aktarmaya şekil veriyor.
Ve kitaplar hayatımızdan çıktıkça toplumsal ilişkilerimiz de zayıflıyor…