Hava ısındıkça ısınıyor; insanlar aklını tatilden alamıyor.
Ama hiç fark ettiniz mi?
Süre sınırlı olunca yıllık izin diğer günlerden daha çok yıpratıyor.
Bunu dile getirdiğim zaman, ‘bu seninle ilgili’ diyenler oluyor.
Sosyal medyada dolaşırken bir açıklamaya denk geldim ve sevindim.
Demek ki benim gibi düşünenler de varmış.
Bahsettiğim, Yazar Salih Uyan’ın gönderisini paylaşmak istiyorum:
“Tatil dinlenmek içindir ama ben hiç dinlenemiyorum. Hatta sürekli mutlu olmaya çalışmak ve her anın keyfini çıkarmak için verdiğim saçma mücadeleden dolayı acayip yoruluyorum.
‘Aman gün doğumunda çarşaf gibi denizi kaçırmayalım, gün batımında bilmem nerede kahve içelim’ derken, bildiğiniz ağır bir mesai yapıyorum.
Uzanıp dinlenmenin imkânı yok.
Uzandığım an içimden bir ses: ‘Tatildesin, kalk eğlen!’ diye sızlanıyor. İki sayfa kitap okuyacak olsam, içimdeki o çılgın tatilci bu sefer; ‘Kitabı evde de okursun’ diyor ve ben kendimi saçma bir şekilde sahilde taş toplarken buluyorum…”
Bu kadar güzel başka nasıl anlatılabilirdi; içine sıkışıp kaldığımız zaman dilimi?
Her şey zorunluluktan sanki.
Paylaşım, ‘hele bir de lüks bir otelde rezervasyon yaptırdıysanız’ diyerek devam ediyor:
“Odaya gidip yatağa uzandığım anda içime bir sıkıntı basıyor.
‘Ben o kadar parayı uyumak için mi verdim?’ diyerek fırlıyor ve havuz başında bayat çay içerek paramın hakkını vermeye çalışıyorum. Bir de açık büfe yorgunluğu var. Tatmadığım her yemek, ağzıma atmadığım her tatlı sıkıntı yapıyor. Hepsinden tadınca da ayrı sıkıntılar oluşuyor. Hiçbir şey sorulmadan sofraya konan çorbanın samimiyetini özlüyorum…”
Gerçekten de hislerime tercüman olan bu satırlara ilave yapacağım.
Hayatımız ikiye ayrılıyor; tatildeyken şunları yapacağım diye liste hazırladığımız dönem ve tatildeyken listeyi yerine getirme telaşı.
O sırada aklımda İranlı astronom, bilim adamı, şair, bilgin ve filozof Ömer Hayyam’ın satırları gezinmeye başlıyor:
Uyumak için önünde sonsuzluk var!
Yorgunluktan bitene kadar dolaşmak, her konsere yetişmek, sergileri görmek, kafelerde fotoğraf çektirmek, arkadaşlarla görüşmek, uzun süredir konuşamadıklarına ulaşmak derken günler zaten yetmiyor.
Sonra tekrar iş başlıyor ama siz çoktan nakavt olmuş oluyorsunuz.
Yani tatil dönüşü sendromu dedikleri şey aslında izindeki yorgunluğu atma çabası.
İnsan çalışırken dinlenir mi?
Popüler kültür bizi bu hâle getirdi!
***
Konuyu Bodrum’a da getireceğim şimdi.
Sürekli lokanta fişleri, kumsal giriş ücretleri paylaşılan ve yurdum insanının gelir seviyesindeki artışını sergilemek için kendisine belirlediği en üst nokta, Bodrum’a sahi ne oldu öyle?
Hatırlıyorum da çevremde de vardı bazıları.
Mesleklerinin getirisi yüksek gelirini, topluma sergilemenin başka yolunu bulamamış ve çözümü Bodrum’da tatile gitmekte bulmuşlardı.
Özellikle bayramlarda yani kitlesel göçün başladığı dönemlerde kilometrelerce uzayan trafiği göze almış ve yola düşmüşlerdi.
Sonuç?
Sormuştum merakla:
Akdeniz ya da Marmara’dan farklı olan nedir?
Muhakkak denizi güzeldir, plajı özeldir, fotoğraf çektirip paylaşılacak konsept mekanları vardır…
‘Kalabalıktan, sıcaktan telef olduk’ cevabını almıştım.
Ancak bu yaz Bodrum için başka şeyler konuşuluyor; kriz nedeniyle batan işletmeler adına ünlü isimler açıklamalar yapıyor.
İyi de yabancı turistler dahi ödedikleri hesaplara isyan edip, adisyonlarını paylaşırken onlara:
‘Beğenmiyorsanız gelmeyin’ deniyordu!
Bu hizmet sunmak değil; tüm maliyeti tek seferde çıkarma telaşıyla, tabiri caizse müşteriyi kazıklamaktı.
Balon patladı.
Nasıl Bursa’da, İstanbul’da ya da herhangi bir şehrin kafesinde çaya, kahveye verilen ücrete tepki gösteriliyorsa en sonunda Bodrum için de aynısı oldu.
Bodrum Otelciler Derneği Başkanı Ömer Faruk Dengiz, Bodrum’daki 238 otelin konkordato ilan ettiğini duyurmuştu.
Konkordato ilan eden otel sayısındaki artış, turizm sektöründeki mali sıkıntının göstergesi olarak yorumlanırken; “Bodrum'da teknesi olanlar bile teknelerini bağlayıp üzerine oturuyorlar. İçine benzin koyup, yakamıyorlar bile! Ve bunlar zengin insanlar. Zenginler bile artık yüksek maliyeti karşılayamıyor” ifadeleri gündeme oturdu.
***
Şimdi sokakta bir emekliyi ya da emekçiyi çevirip sorsam:
‘Bodrum’da oteller iflas etmiş, ne düşünüyorsunuz’ diye.
Kendi evindeki, mutfağındaki yangını anlatır bana, öyle değil mi?
Bu krizin artık fakiri-zengini kalmadığına göre herkesin kendisine çekidüzen verme zamanı gelmiş demektir…