Hava Durumu

Hak yemek, serbest!

Yazının Giriş Tarihi: 03.07.2024 00:05
Yazının Güncellenme Tarihi: 02.07.2024 16:17

Çok çalışmak, yoğun emek harcamak; başarı için yeterli mi?

Böyle olmadığını, edindiğimiz tecrübelerle öğrendik sanırım.

Son dönemde ‘liyakat’ kelimesi herkesin dilinde.

-Liyakat; verilen görevi başarı ile yapabilme yetisi olarak tanımlanabilir. Göreve kabul edilme ve yükselmelerde ‘bilgi, görgü ve diplomayı’ esas alan bir anlayıştır.-

Sarf edilen çaba ile gelinen nokta eşit olsun istiyoruz, hak eden hak ettiğine erişsin diye bekliyoruz.

Ama olmuyor.

Herkes amiyane tabirle ‘torpil’in gücünü kullananları konuşuyor; bu işin sonu nereye varacak, diye hayıflanıyor.

Bu bazen memurluk atamalarında bazen özel sektörde müdürlük kademelerinde karşımıza çıkıyor.

Öyle bir hale gelindi ki; hiç ihtimal vermeyeceğimiz durumlar için bile ‘hâmil-i kart yakînimdir’ geçerli.

Binlerce kişi:

Peki, madem kural buydu biz neden okuduk? diye sorguluyor…

***

Dün azmi ile çoğu kişiye taş çıkartacak, başarılı bir arkadaşım ziyaretime geldi. Gazeteci kursuna gittiğim günlerde sınıfta tanışmıştım kendisiyle.

Mesleklerimiz, eğitimlerimiz başkaydı ama aynı amaç için bir aradaydık.

Şu anda öğretmen olmak için mücadelesini sürdürüyor.

Yol uzun olunca anlatılacak da çok şey birikiyor.

Nasıl olduysa söz yine üniversiteden ve sınavlardan açıldı.

Saatlerce çalışıp, verilen projeyi en iyi şekilde hazırladığından emin olanlar anlar bizi.

Mesela tam not almak değil, hakkın teslim edilmesidir.

Nitekim böyle bir olay yaşamış arkadaşım ve dersten kalmayı göze alarak profesörü arayarak:

“Neden 100 değil de 90; eksik, hata nerede?” diye sormuş.

Ne cesaret ama değil mi?

Genelde bu tip tepkiler sonucu; verilen not daha da düşürülür ve dersin hocası değişene kadar her sene tekrara düşülür.

Benzer bir tehditle: “Düşük buldun demek, şimdi daha da düşecek notun” cevabı gelmiş karşı taraftan.

Bir, iki saat sonra not 100’e çıkmış, hatta tüm sınıfın notlarında iyileştirilme yapılmış.

Ama her zaman böyle olmaz, dikkat!

***

Aklıma kendi öğrencilik dönemimde yaşadığım bir olay geldi.

En iyisini yapabilmek için akademik okumalara boğularak sayfalarca makale yazmıştım.

Amacım ‘Dünya Ekonomisi ve Küreselleşme’ dersini başarıyla geçmekti.

Sınıf arkadaşlarım tanıdıklarına rica edip, ödevi yazdırırken; ben kendime güvenmiş ve tek başıma hazırlamıştım.

İçimden de:

“Koskoca profesör. Kimin ne yaptığını, yazılanları okuyunca anlar” diyor ve keyifleniyordum.

Sonuçlar açıklandı…

Sınıfın en düşük notuyla karşı karşıyaydım.

Mezuniyet yılı olduğu için bana; ‘sesini çıkarma’ uyarıları yapılıyordu.

Duramadım ve en azından asistanı ile konuşayım diyerek kapıyı çaldım.

Asistan bana:

‘Sen ödevini hangi akademisyene yazdırdın, benim bunu anlayamayacağımı mı sandın?’ diye tepki gösterdi.

Bir akademisyen kadar iyi makale yazabildiğime sevindim tabii ama her satırın bana ait olduğuna ikna olmayan otorite ile tartışmam mümkün değildi.

Bir hafta sonra dersin hocasına aynı ödevi sunduk.

‘Sen çok iyi hazırlanmışsın, nasıl oldu da en düşük notu aldın?’ dedi.

Durumu anlattım.

Tek tepkisi ‘Yazık olmuş’tu, hiç unutmam…

Tabii ki sistem üzerinde bir değişiklik yapmadı.

Sonra öğrendiklerim ise beni daha da şaşırttı.

Eğer bizim çalışmaları asistan değil de profesör değerlendirmiş olsaydı, yöntemi sayesinde liyakat dağıtıyor olacaktı.

Nasıl mı?

Dosyaları topluca eline alıyor ve havadan yere bırakıyor.

Masaya düşenler 90-100 alırken, yere düşenler 70 alıyor.

Böylece zamandan tasarruf ediliyor ve ‘zaten bir öğrenci ne üretmiş olabilir ki’ diye hor görülüyor.

***

İşte ülkemizde ve belki dünyada da üretmekten, araştırmaktan vazgeçenler bu anlayışın kurbanı.

‘Liyakat’ kelimesi ne de hoş duruyor her cümlenin içinde…

En çok da bunu kullananlar, hak yiyor!

Şair’in dediği gibi:

“Hak yemek, sol elle yemek yemek kadar dikkat çekmedi bu ülkede!”

Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.