İnsanlığın gelişimini sağlayan unsurlara bakınca hemen aklımıza teknolojinin temel taşları olan icatlar geliyor.
Her şeyi metalaştırmayı sevdiğimizden olsa gerek tarihi incelerken, ‘ateşin keşfinden sonra’ en çok dikkatimizi çeken, kullanılan araç gereç oluyor.
Ama tüm bu yaşanılanları günümüze getiren uğraşlar gözden kaçıyor.
Resimler ve yazılar ya da sözlerle günümüze aktarılan masallar, destanlar, şarkılar olmasaydı ilerleyişin bir anlamı kalır mıydı?
Bu noktada devreye giren sanat, geleceğin de kurtarıcısı.
Toplumları eleştirirken kullanılabilecek en harika yol!
Hataları yüze çarpmanın, ‘böyle değil, şöyle olsa daha iyi’ demenin en keyifli hâli.
Bunu yaparken tek bir alana kısıtlanmak da gerekmiyor.
Tiyatro, sinema, edebiyat, fotoğraf, el sanatları bu alana hizmet ediyor.
Yeter ki anlatmak, aktarmak istediğiniz bir fikriniz, gözleminiz, hayata dair kaygınız, derdiniz olsun…
Günümüz koşullarında sanatla ilgilenmenin zor olduğunu biliyor, kabul ediyorum.
Maddi imkanların yetersizliği ve zamanın çoğunun çalışmakla geçtiği modern zamanda kendine ve sanata vakit bulmak zorluyor.
Ancak bunun farkında olan çeşitli kuruluşlar toplumun hayat damarlarından biri kopmasın diye uğraş veriyor.
Bunlardan biri ÇEKSANAT.
Çağdaş Eğitim Kooperatifi’ne bağlı olarak kurulan bir merkez.
Bu kooperatifte bilim, sanat, eğitim alanında ve özellikle kız çocuklarına dair çok fazla projeye imza atılıyor.
ÇEKSANAT deyince hemen akla tiyatro geliyor.
***
Bugüne kadar hep çocuk oyunları oynanan merkezde bir ilk yaşandı ve çarşamba akşamı yetişkin oyunu ‘İlerleme’nin prömiyeri yapıldı.
Hafta içi, iş çıkışı saati olunca insanları tiyatroya çekmek zor.
Üstelik ÇEKSANAT Görükle’de yer alıyor.
Sanki şehirler arası gitmeye benziyor.
Toplu taşıma araçları ile bir saati aşkın bir yolculuk demek bu.
Görükle üniversite öğrencilerinin tercihi olduğu için, akşam saatlerinde daha da kalabalıklaşıyor, trafik sıkışıyor.
Prömiyer daveti gelince tüm bu sebeplerden gitme konusunda gönülsüz olanlar çevremde de vardı.
Ancak üşenmeyip prömiyere katılanlar bence hiç pişman olmadılar.
Biraz ‘İlerleme kelimesi annemin ağzında feci yanlış tınlıyordu’ oyunundan bahsetmek istiyorum.
Fransız oyun yazarı Matéi Visniec'in bu oyunu, 20. yüzyıl sonlarında orta Avrupa'daki bazı ülkelerin parçalanması ile evlerinden yurtlarından göç etmiş olan insanların yurtlarına tekrar dönüşlerinde yaşadıkları acıları anlatıyor.
Yönetmen Yunus Emre Bozdoğan ve çeviren Burak Üzen, senaryo ile bizleri buluşturuyor.
Savaş ve göç kavramlarından pek hoşlanmadığımızı, bu nedenle tiyatroyu seyretme konusunda ön yargılar oluşabileceğini biliyorum.
Ancak ilk andan itibaren oyuncuların performanslarına kapılıyor ve gözünüzü ayırmadan sahneyi takip ediyorsunuz.
Oyuncular; İzzet Boğa, Müge Açıkdüşünenler, İlkay Zengin, Kağan Şenbaş, Cantuğ Yavuz, İrem Azar ve Yaren Şensoy zaten gecenin sonunda alkış yağmuruna tutuldular.
Oyunun ruhuna kapıldık, kendimizi kaybettik.
Savaşların anlamsızlığı dünya tarihinin en büyük gerçeği.
Bunu da yakaladığım bir cümle ile bir kez daha fark ettim.
Tam olarak aktaramayabilirim ama hatırladığım kadarıyla:
“Sanki insanlar kendi topraklarında ölmek istemiyor gibi gelip buralarda ölüyor…”
Toprağın altında katman katman savaşlarda hayatını kaybedenler var.
Ne için, kimin için mücadele veriliyor?
Ayrıca kapitalizmin insan ölüsünden bile nasıl kâr edebileceği de çarpıcı bir şekilde yansıtılıyor.
Savaş, kapitalizm, ırkçılık, cinsiyetçilik ve emperyalizm eleştiriliyor.
Dünyayı şekillendiren, yoldan çıkaran kavramlar…
İşte sanat bunları tokat gibi insanların yüzüne çarpmak için var!
Oyun ile ilgili çok fazla detay vermek istemiyorum ki, seyretmeye gideceklere haksızlık olmasın.
Ben çok beğendim.
Emeği geçen herkese ve basını tiyatro ile buluşturan Halkla İlişkiler Sorumlusu Cansu Kapan’a teşekkür ediyorum!