Bursa, Türkiye’nin dördüncü büyük kenti olmasına karşın kurumsal temsil düzeyinde pek çok sorunla boğuşuyor.
İstanbul’un arka bahçesi olma statüsünden ne yazık ki kurtulamayan şehrimizde; firma yetkilileri bir eğitim, çalıştay ya da kongre düzenlemek istediklerinde gözünü Marmara’nın öteki yakasına çeviriyor.
Hâlbuki her işin ehli burada da var!
Yanlış politikalar sonucu bugün yeni açılan işletmelerin kurumsal iletişim departmanlarına başka illerden personel alınıyor.
Neden?
Çünkü Bursa’da iletişimci yetiştirilemiyor.
Bu konuyu ve ‘itibar’ kavramını bir kez daha gazetemizi ziyarete gelen İtibar Yönetimi Enstitüsü’nün Başkanı Orhan Samast ile tekrar konuştuk ve gündeme taşımak istedik.
***
Ekosistemin buna ne kadar müsait olduğuna bakmamız lazım diyen Samast; sanayinin eski tip üretim şekliyle yol almasından ötürü tescil sayısında da gerilediğine dikkat çekti.
İlk etapta önemsenmeyen konuların birbiriyle bağlantılı olduğunu net bir şekilde görebiliyoruz.
Her şey bir ihtiyaçlar silsilesidir ve bir halkanın eksik kalması sonucu zincir dağılır!
Bazen ne üretildiği, nasıl ve ne kadar üretildiği hiç önemli değildir.
Önemli olan onun nasıl pazarlandığıdır.
Aslında bunu anlatırken akademik teorilere dayandırmaya, yabancı kaynaklardan çeviriler yapmaya gerek yok.
Çevreyi biraz izleyen herkes başta sosyal medya olmak üzere her şeyin ‘iletişim’ ile var olduğunu görecektir.
Bugün siyasi seçimler başta olmak üzere her kurum için yönetimlere talip isimlerin etkin şekilde tüm iletişim kaynaklarını devreye sokması gerektiğini iyi biliyoruz.
Peki, o halde neden alana yatırım olmuyor?
Burada ‘itibar’a verilen önem devreye giriyor.
Orhan Samast da konuyu dert edindiği için ciddi çalışmalara imza atıyor.
İtibar Yönetimi Enstitüsü’nün amacını ve projelerini duyurabilmek için basınla buluşuyor…
Konuyu önemsediğim için ben de her fırsatta tekrar tekrar gündeme getiriyorum!

Konuşmamız sırasında Samast, deprem örneği ile açıklamasına devam etti.
Bursa’yı bekleyen en büyük tehlikelerden biri şüphesiz olası büyük bir afet ve sonucundaki yıkım.
Tabii ki öngörülen binlerce ölümün yanında maddi kayıpların yükü de ağır olacak.
Hatta öyle ki karanlık senaryoda, ülkenin neredeyse tüm sanayisini sırtlanan Marmara’nın yok olması bile var.
Bu ekonominin çökmesi demek!
Ne yazık ki çalışmalar yapılıyor olsa dahi asla yeterli değil.
Olası depremle kayıpların peşi sıra hem şehrin hem ülkenin itibarı da mevzubahis olacak.
Samast durumu şöyle özetledi:
“4 yapı zarar görecek. Şehri yönetenler, yönettikleri kurumlar yani belediyeler, şehrin kendisi ve elbette Türkiye!”
***
Bir diğer örnek ise susuzluk üzerinden ilerledi.
Bursa’ya yabancı bir yatırımcının geldiğini hayal edelim.
Kendisini misafir ediyoruz ama kaldığı otelde su akmıyor.
Çünkü kentte susuzluğa karşı altyapı yok.
Yerle bir olan itibar karşısında maddi kayıplar da başlıyor.
Çok sayıda örnek üretebiliriz ama çözüm bulabilir miyiz?
İşte tüm mesele bu!
Hep söylediğim gibi sorunları sıralama konusunda herkes, hepimiz uzman olduk.
Çözümlere ise kavuşmayı henüz başaramadık!
***
Diğer bir başlık da ‘Yeşil Başkent’ unvanı.
Herkes ciro, ihracat rakamı, finansal büyüklük olarak konuya bakarken Avrupa dünyanın sürdürülebilirliği için ciddi mücadeleye kolları sıvamış durumda.
Bizim sanayicimiz ise yeşil dönüşüme harcanacak tutarlara masraf gözüyle bakıyor; geleceğin buna bağlı olduğunu algılayamıyor.
Yeşil Avrupa Başkenti projesi; 2010 yılından beri düzenli olarak her yıl çevreye duyarlılıkların değerlendirilmesi sonucu belirleniyor ve birinci gelen belediyeye onursal unvan takdim ediliyor.
Türkiye’den herhangi bir belediyenin listede olmadığını ifade eden Samast’ın şu sorusuyla sizi baş başa bırakıyorum:
“Bu şehrin itibarını nasıl yöneteceğiz?
Rakibimiz yalnızca diğer illerdeki belediyeler değil, dünyanın diğer kentleri de listede!”