Toplum olarak dertlerini birbirine anlatarak rahatlayan bir yapıya sahibiz.
Bu bana göre dezavantaj değil avantaj.
Hayatın her alanı stres kaynağı.
Çünkü gün boyu ruhumuzda biriken kaygıyı, öfkeyi, zehri atabilmek için bir şey yapmak gerekiyor.
Ayrıca diğer milletlerin çözemediği de bir özelliğimiz.
Çünkü onlarda dertleşme, yaşanılanları eşe dosta alelacele anlatma isteği, kültürü yok.
Bunu ben söylemiyorum.
Tanıdığım yabancılar belirtiyor:
“Sizdeki bu yaşadıklarını eşine, dostuna, komşuna anlatma büyük bir deşarj sağlıyor. Bizim toplumumuzda böyle bir şey yok. Herkes psikologlara koşuyor!” diyorlar.
İllaki çözemediğimiz, rahatsızlığa yol açan şeyler için uzmanla görüşmemiz lazım. Ama kasa kuyruğunda beklerken tartıştığım kişiyi ve yaşadığım gerginliği tabii ki arkadaşıma anlatacağım.
Düşününce siz de hayatınızdan çok sayıda örnek bulacaksınız…
Çocuğunuzun okulda saçını çektiği kızı, öğretmeninin ödevini yapmadı diye verdiği cezayı, iş yerinde rakibinizi, komşunun gürültüsünü gidip de kuyulara bağıracak değilsiniz ya!
Çevremde tüm olayları bir kez daha yaşıyormuşçasına anlatabilen tanıdıklarım var ve gayet mutlu görünüyorlar.
Peki, bu durum ne zaman tehlikeli boyuta ulaşıyor?
Dertleşme ve dedikodu birbirine karıştırılınca…
***
Dedikodu, ahlaki açıdan her ne kadar uygun görülmeyen bir davranış olsa da ‘dünyanın işleyişi açısından önemli bir konuma sahip’ deniliyor ve ‘erken uyarı sistemi’ olarak nitelendiriliyor.
Üstelik ‘bunu en çok yapın kadınlardır’ gibi bir algı mevcut.
Araştırmalara göre, erkeklerin dedikoduyla ilişkisi sanıldığından farklı.
Kelime için yapılan Google aramalarının yüzde 67’sinde kadın, yüzde 7’sinde erkek ve yalnızca yüzde 31’inde hem kadın hem erkek görsellerinin çıktığı tespit edilmiş.
Bu da erkeklerin dedikodu yapmadığına dair imajı pekiştirse de araştırmalar kadın ve erkeklerin oranının aynı olduğunu ortaya koymuş.
Dedikodunun, dilin kökenine kadar uzandığı biliniyor.
Evrimsel Psikolog Robin Dunbar’un savunduğu görüş ise çok ilginç:
“Dil, insanların dedikodu yapabilmesini sağlamak için evrimleşmiştir.”
Bir görüş de geçmişten günümüze kime güvenip güvenemeyeceğimizi ortaya koyan, sosyal yarar sağlayan, bilgi aktaran önemli bir araç dedikodu.
***
İlk etapta ‘dedikodu’ kavramı kulağa normal gelse de bakın tanım ne diyor:
-Bir kimsenin aleyhindeki incitici, küçültücü söz ve davranışları ifade eden ahlâk terimi. Bozgunculuk amacıyla insanlar arasında söz taşımaktır.-
Belki arkadaşlarımızın ya da akrabalarımızı çekiştirmek herhangi bir ceza almamıza sebep olmuyor olabilir ama iş hayatı için böyle değil.
Bu hafta sosyal medyada capslere konu olan ama aslında ciddi nitelikli bir gelişme yaşandı.
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, aslında tüm çalışanları ilgilendiren, emsal niteliğinde bir karara imza attı.
Alınan karar doğrultusunda, çalıştığı yerde iş arkadaşlarının dedikodusunu yapan personelin, tazminatsız kovulmasına hükmedildi.
Gece bekçisi olarak kovulduğu yerden haklarını alamadığını ileri süren bir vatandaş, mahkemeye başvurdu. İşvereninden kıdem ve ihbar tazminatı ile fazla mesai ücretlerini talep eden kişi davayı kaybetti.
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, yaptığı inceleme sonucunda davacı tarafın sadece fazla mesai ücreti alabileceğine karar verdi.
Çünkü hukukçulara göre dedikodu, tazminatsız kovulma sebebi!
Mahkeme, işverenin ifadesine de başvurdu.
Buna göre, çalışan diğer personel ile ilgili dedikodu yapıyor ve çalışanları birbirine düşürüyordu.
Çalışanın, işini doğruluk ve dürüstlük ilkesi doğrultusunda yapmadığını ve bundan kaynaklı olarak da defalarca sözlü uyarı aldığını savunan işveren, çalışanın davranışlarında düzelme olmadığı için de kovduğunu belirtti.
Yargıtay da bu vakada işvereni haklı buldu.
Çok da iyi oldu.
Yani neymiş?
Dedikodu yapmak, kıdem ve ihbar tazminatını yakıyor.
***
Kim bilir böyle davranışlara kaç kere maruz kaldık.
Normal karşıladık, görmezden geldik.
Canımız sıkıldı ama hiç sesimiz çıkmadı.
Şimdi mahkemeden nasıl bir karar çıkacağını iyi biliyoruz.
Eğer canı tazminatsız kovulmak isteyen varsa buyurun dedikoduya…