Enflasyon konusunda verdiği rakamlarla kamuoyunda çok tenkit edilen Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), nüfus istatistiklerinde yıllık verilerin yanı sıra 3 aylık devamlar halinde veriler de yayınlamaya başladı. Son olarak 13 Ağustos 2025’deki verilere göre Türkiye nüfusu 85.824.854 olarak saptandı. Bilgilere göre 0-4 yaş grubundaki çocuk sayısı 4.945.831 olarak bulundu.
Bu oran, genel nüfusa nazaran 102 yıllık Cumhuriyet tarihinde ilk defa 0-4 yaş grubu çocuklar için en düşük orandır. 1970 yılı ülke nüfusu 35.605.176, 0-4 yaş grubu çocuk sayısı: 6.584.822, çocuk sayısının genel nüfusa oranı yüzde 14.7.
2000 yılında genel nüfus 67.803.927, 0-4 yaş grubu çocuk sayısı 6.584.822, genel nüfusa oranı yüzde 9.7, 2025 yılında genel nüfus 85.824.854, 0-4 yaş grubu çocuk sayısı 4.945.831, genel nüfusa oran yüzde 5.8.
Bu çarpıcı azalma, önümüzdeki 10 yılda günlük yaşantımıza da yansıyacak. Çocuk nüfus azalacak, yaşlı nüfus artacak. Ülkede 0-4 yaş grubu çocuk sayısındaki düşme nedenleri:
Evlilik yaşının yükselmesi (Paradoks gibi gözükecek ama Türkiye’de bir de 18 yaş altı çocuk gelinler sorunu da var, bu da ayrı bir araştırma konusu.)
Gençlerin yaşam koşullarının bozulması, enflasyon oranının yükselmesi, alınan önlemlere rağmen enflasyon rakamlarının iki haneli olarak hala çok yüksek seyretmesi. Gerek genç işsiz sayısı, gerekse anne baba evinde ailesi ile birlikte oturan genç sayısının giderek artması. Gençlerle yapılan anket çalışmalarında gençlerde gelecek kaygısı, hayattan beklentilerinin azalması. Gelecek korkusu olan gençlerin evlilik ve çocuk büyütme sorumluluğunu üzerine almaktan kaçması. Anketlerde en çok gençler, evlilik ve çocuk yapma konusundaki soruya ağız birliği yapmış gibi koro halinde, “kendime bakmaktan acizim ağabey, benim bu hal ve gelirle evlilik ve çocuk bakma sorumluluğunu üzerime almak neyime!” cevabını vermesi.
Sonuç: Türkiye’de doğurganlık hızı dramatik şekilde azalma gösteriyor. Burada bir başka problem de, Türklerde doğurganlık oranı azalırken, ülkede başta Suriyeliler olmak üzere geçici ve kalıcı göçmenlerde doğurganlık oranının çok yüksek olması. Ülkenin demografik yapısının hızlı ve keskin şekilde bozulmasına neden oluyor.
Geçenlerde İnegöl’de yeni doğan çocuk bölümüne baktığım Cihangir Hastanesi’nde bir Suriyeli ailenin 10.cu çocuğuna baktım. 8 çocuk sahibi aile, Türkiye’ye geldiği 2 yılda 2 çocuk sahibi daha olmuş. 10.cu çocuğunu doğurduğuna şahit oldum. Değişik hastanelerdeki çocuk doktoru arkadaşlarım da yaptığımız sohbetlerde, her gün 1-2 Suriyelinin yeni doğan çocuğuna baktıklarını dile getiriyorlar.
Çocuklarla ilgili bu karanlık tabloların yanı sıra Türkiye’de hızla yaşlı ve bakıma muhtaç insan sayısının artması da beraberinde, gelecek yıllarda sorunlara yol açacak büyük bir problem olacak.
Bu konu Avrupa’da, 20-30 yıldır ortaya çıkmış ve Avrupa ülkeleri yaşlıların kalan ömürlerini rahat geçirebileceği huzur ve bakımevleri konusunda önlemlerini çok önceden almaya başlamış durumda. Türkiye’de hala geleneksel yapı, örf ve adetler, yaşlıların aile içinde bakımının devam etmesi sorunun su yüzüne çıkmasını geciktiren bir faktör ama ‘Ataerkil ailelerde’ 3 katlı konaklarda bir katında büyükanne, büyükbaba yaşarken diğer katlarda yaşayan gelinler, oğullar, damatlar konakta yaşayan yaşlıların hizmetlerini ve bakımlarını yardımlaşma ile hallederlerdi ama 19. yüzyıldan sonra sanayi devrimi ile birlikte ‘ataerkil aile tipi’, yerini ‘çekirdek aile’ye terk etti.
Anne-baba ve çocuklardan oluşan çekirdek aileler, çok katlı, bahçeli konaklar yerine 2-3 odalı apartman dairelerinde yaşar hale dönüştüler. Bu küçülmede yaşlılara bu tip evlerde yer kalmadı. Köylerde, kasabalarda geleneksel aile yapısı içinde yaşlıların bakımı devam ederken, sanayileşme sonucu iş imkânlarının artması nedeni ile aileler ve özellikle gençler, hem iş imkânlarının artması hem de eğitim için üniversitelerin kentlerde olması nedenleri ile büyük şehirlere göç etmeye başladılar.
Kırsal kesimde yaşayanların sayısı hızla azaldı. Günümüz Türkiyesi önümüzdeki yıllarda, cebinde parası olup da yaşam kalitelerinden taviz vermeden ve düşürmeden yaşamak isteyen yaşlıların, giderek artan talepleri ile karşı karşıya kalacak…
Mevcut olan huzur ve bakımevleri, yaşlı insanların günlük yaşamlarını tek düzeden kurtaracak, yaşlıların ölümü beklediği, sadece yeme, içme, yatma ve yağmurdan, sıcaktan, soğuktan koruma amacı taşıyan, Maslow’un birinci basamak yaşam gereksinimlerini karşılayan barınak olmaktan çıkıp, çalışma atölyeleri, sebze meyve, çiçek yetiştirilen hobi bahçeleri, kütüphaneleri, sinema ve spor salonları, kapalı ve açık yüzme havuzları olan birer gerçek huzur ve bakımevlerine dönüşecek ve dönüşmeli.
Bu ülke cezaevi sayısını arttıracağına, suç işleme sayısını düşürmek için insanlarına daha iyi eğitim olanakları sağlayan bir ülke haline dönüşmeli. Bir yandan da yaşlı ve bakım gereksinimi olan insanlarımıza paralarını verip, kalan yaşamını huzur içinde yaşam kalitesini düşürmeden kalabileceği, “Gerçek bakım ve huzurevleri” projelerini hayata geçirmeye başlamalı.
SONUÇ: Anne ve babalar yapabilecekleri kadar değil, bakabilecekleri kadar çocuk sahibi olmalı. Bu çocukları kaliteli yetiştirmeli, ailesine, topluma ve ülkesine faydalı olacak bilgilerle donatmalı. Gelecekte, ülke daha çok sayıda insana değil, yapay zeka ile birlikte yaşamını sürdürecek, daha kaliteli yetiştirilmiş insana gereksinim duyacak.