Hava Durumu

Yaşar Kemal’in özgünlüğü

Yazının Giriş Tarihi: 11.08.2022 06:00
Yazının Güncellenme Tarihi: 11.08.2022 12:01

İnce Memed’i, günümüze kadar kırktan fazla dile çevrildi.

Latin Amerika’dan Uzakdoğu’ya kadar dünya ülkeleri, Çukurova’yı onun sayesinde tanıdı.

Eserleri, açıklamaları, röportajları büyük tartışma yaratsa da, onun dünyaca tanınan, onlarca ödülün sahibi bir usta olduğu gerçeğini değiştiremedi.

“Yaşar abinin insan soyuna duyduğu güven, güzel günler geleceğine, insanın tükenmediğine, insan yüreğinin dibindeki cevherin er ya da geç parlayacağına inancı, bundan zerre kadar kuşku duymaması, en zor zamanda çevresindeki herkesi ayakta tuttu. Yanındakileri de harekete geçiren enerjisi, neşesi ve sapasağlam duruşuyla gölgesini bunalmış insanlara cömertçe sunan bir Toros ağacı gibi…”

Kırk dört yıllık dostu Zülfü Livaneli onu, ‘Gözüyle Kartal Avlayan Yazar Yaşar Kemal’ adlı eserinde bu sihirli sözcüklerle tanımlıyor.

Yaşar Kemal’le en değerli, aynı zamanda sancılı anılarının yanı sıra, onun kaleminin yüceliğinin sırlarını da paylaşıyor eserinde…

Kitabın kapağını açtığınız andan itibaren Livaneli’nin ağzından sadece Yaşar Kemal’i dinlemiyor, onu anlatırken yazarın iç dünyasına da girme fırsatı buluyor; iyiliğe, güzelliğe dair inancınız tekrar tekrar canlanıyor.

***

Kemal’in, dünyaya nam salan başarısını, Çukurova’nın içinden çıkması ve oraları çok iyi gözlemlemiş olmasının ötesine taşıyor. Yazarın hayatının büyük bir bölümünün Çukurova’da değil İstanbul’da geçirdiğini söyleyerek düşüncesini somut bir gerçekliğe oturtuyor.

Livaneli, Yaşar Kemal’in insanın acılarını anlatırken dramı değil, trajediyi kullanmasının onun en belirgin ayırt edici özelliklerinden biri olduğunu söylüyor:  “Bu onu birçok yazardan ayırır. Çünkü dramın ulaşacağı nokta, insanların çektiği acılara üzülmemize evrilir. Trajedi ise aynı olayları anlatırken acındırma öğesine hiç başvurmaz. Trajik olana ulaşır; bizi olayların zamanından ve mekânından koparıp insan soyunun yeryüzündeki serüvenini düşünmeye ve hissetmeye zorlayan bir arındırmadır. İnsan Yeşilçam filmlerinde ağlar ama Shakespeare’de, Marlowe’de ağlayamaz ancak ürperir; kökten sarsılarak ürperir…”

Onun en sadık okurlarından olan Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand’ın “Hayatım boyunca okyanus kıyısında yaşamak istemiştim ama olmadı. Şimdi Yaşar Kemal’in romanlarını okuduğumda okyanusu hissediyorum” sözleri de Yaşar Kemal’in özgünlüğünü anlatan yüzlerce örnekten sadece biri…

Livaneli, onun bu tarzını Kral Priamos’un hikâyesiyle somutlaştırıyor:

“Gururlu Kral Priamos, öldürülen ve yerlerde sürüklenerek götürülen oğlunun cesedini alabilmek için Kral Akhilleus’a gider. Oğlunun katilinin önünde diz çökerek yalvarır. Kralın gururunu ve intikam duygularını ezip geçen bir andır bu. Öyle ki oğlunun katilinin önünde kendini bu denli aşağılamanın şaşırtıcılığını, çektiği büyük acıyı bizim de dehşetle kavramamıza yarar.”

Livaneli, herhangi birine karşı hissedilen yüce bağlılığın önünde ne gururun, ne intikamın, ne de başka bir duygunun hiçbir hükmünün olmadığını, yüzyıllarca öncesine dayanan bir hikâyeyle anlatıyor. Bunu yaparken Yaşar Kemal’in sadece döneminin değil, zamanın ötesinin de yazarı olduğunu aktarıyor; üslubunun farklılığını ortaya koyuyor.

 

“… Kerem duyar ki Aslı’nın babası diş çekiyor. Aslı’nın yüzünü bir an olsun görebilmek için babasına gider sağlam 32 dişini birden çektirir. Bu korkunç eylemin önüne arkasına hangi betimlemeyi koyabilirsiniz..? diyor Livaneli; dramın ve trajedinin farkını bu örnekle pekiştiriyor.

Yaşar Kemal’in, tutarlı ve cesur kişiliğini, ne kadar hesapsız kitapsız yaşadığını, köylü/kentli demeden kurduğu samimi ilişkilerini şu sözlerle anlatıyor:

“Herkesle olduğu gibi gazetecilerle de insan gibi konuşur. Kendisiyle söyleşi yapılırken bile sözlerini bir gazeteye söylediğinin farkında değildir. İnsan insana bir konuşma yapıyordur… Kimilerinin kendilerini utandıran yazıları olmuştur. Yaşar Kemal’in tutarlılığı açık ve saydam. Hayatı boyunca yazdığı binlerce sayfa içinde utanacağı tek bir cümle yoktur. Eğer olsaydı bunu toplum önünde cesaretle açıklamaktan çekinmezdi.”

Stefan Zweig’in, zamanında yanlı düşüncelere kapılmış yazar Hermann Bahr’ın yazdığı mektuptan alıntı yapıyor:

“…Şimdi göreviniz, kendi kendinizle hesaplaşmaktır. Bir anlık coşkuyla kendinizi Nasyonalist düşünenler arasında bulmuş olmanız utanılacak bir şey değil. Şimdi, ‘o günkü coşkum budalaca ve tehlikeliydi’ demekten utanmayın… İnsanın başkalarından hesap sormasının her zaman pek yararı olmaz. Ama kendi kendinden hesap sorması her zaman yararlıdır.”

Yazar, Yaşar Kemal’in bir ayırt edici yönüne daha şu yorumuyla vurgu yapıyor:

“Kimsecik romanında, babasını öldüren çocuğun hikâyesini anlatır. Öldürülen babayı değil de, büyük bir hayranlık beslediği babasını öldüren çocuğu anlayabilmek için yazar bu romanı. Her şey çok nedenlidir.  Bir öz benlik yitmesi midir söz konusu olan, yoksa kıskançlık mı, kendi kişiliğini yeniden elde etme tutkusu mu, acı çekme isteği mi, korku mu, kendini öldürme mi, hayranlığını aşma çılgınlığı mı, kendini önemsetme isteği mi..?

Yazarlar, insanların zaaflarını, eksik ya da çatlak taraflarını, utanabilme yetisini gösterebilme, kendi kendimizle de yüzleşebilme, hesaplaşabilme cesaretine ve erdemliliğine sahip olmamız gerektiğini hatırlatabildiği, olaylara bakış açımızı genişletebildiği ölçüde değer kazanır. Başarıları buralardan beslenir.

Üzerine onlarca, yüzlerce kez yazı yazılmış bir temayı bile zengin dünyasında kendi üslubu ile yoğurarak sunabiliyorsa bir yazar; okuyucunun yüreğinde bir tınıyı titretip, kişinin eylemselliğini harekete geçirebiliyorsa başarının kapılarını açabilir.

Yaşar Kemal’i böyle etkileyici bir tarzla anlatabilen Zülfü Livaneli’nin etkileyiciliği de işte buradan geliyor…

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.