Alman filozof Karl Marx'ın “İnsan doğası denen bir şey yoktur, insan, toplumsal ilişkilerin bir sonucudur” sözünün ne kadar doğru olduğunu, günlük eylemlerimizi daha detaylı gözlemlediğimizde anlayabiliriz.
Aile bireylerimize, yakın çevrimize, iş arkadaşlarımıza, hatta daha da geniş skala da örnekleyecek olursak sokaktaki temizlik görevlisine, marketteki kasiyere, garsona, metroda/otobüste beraber yolculuk yaptığımız kişilere, çiftçiye, doktora, öğretmene, veyahut mühendise davranış şeklimiz, tarihsel toplumsal ilişkilerle doğrudan ilişkilidir.
İş bölümünün zorunluluk olduğu –dolayısıyla- herkesin eşit olduğu avcı- toplayıcı toplumdan sınıflı topluma geçilmesiyle insan ilişkilerini ve kişilere bakış açımızı şekillendiren ana faktör de doğal olarak meta/para oldu...
Yukarıda saydığım mesleklerin hepsi, toplum için hizmet ederken, bir ihtiyacı karşılaşıyorken, en fazla para getiren meslek grupları en itibarlı kesim oldu.
Kafa/kol emeği arasındaki ilişkiye ve farklarına uzun uzadıya girmeden, her ikisinin de topluma hizmet ettiği, ortada bir alın teri olduğunu vurgulamak gerekir.
Günümüz şartlarının doğru bir okumasını yaptığımızda, sürekli derinleşen sınıflar arası krizin yarattığı bunalımın yanına bir de “yabancı” sorunsalı eklendi.
Üstelik çok da tehlikeli ve insanlığımızdan utandıracak boyutlara ulaştı.
xxx
3 harfli marketlerden birinde alışveriş yaparken, 18-20 yaşlarında ve Suriyeli olduğunu tahmin ettiğim bir genç, Türkçesinin yettiği kadar bir derdini anlatmaya çalışıyor kasiyere…
Bir kasiyer kadına bakıyor, bir elindeki paraya.
Kasiyer, gencin ne istediğini çok iyi anladığı halde çıtını çıkarmıyor…
Daha doğru bir deyimle cevap vermeye tenezzül etmiyor.
Gencin derdi ve ısrarı ise kendisine eksik verilen 10 kuruşu alabilmek.
Kasiyerin suratında yanık kokusu gibi keskin, pis bir ifade: “Topraklarımıza konduğu yetmiyormuş gibi bir de para üstü istiyor; hadsiz…”
Bunu dili değil, öfkeden deliye dönmüş suratı söylüyor.
Ve parayı fırlatıyor, avcunu açarak cevap bekleyen gence…
xxx
Bazı yönetmenler filmlerinde bir karakter üzerinden, ya da tek bir metaforla, o toplumun bakış açısını somutlaştırır.
Sarmaşık’taki gemi, Ahlat Ağacı’ndaki kuyu gibi…
‘Gemi’de esmer bir hayalet; kamarasından olan biteni seyreden bir Beybaba…
Ağacın yanında bir kuyu… Belki su çıkar umudu…
Belki…