Hava Durumu

Ek-im; doğ-a’dan öz-gürlüğe, öz-gürlükten ahlaka

Yazının Giriş Tarihi: 10.10.2025 00:05
Yazının Güncellenme Tarihi: 10.10.2025 00:05

“Eylül toparlandı gitti işte, Ekim filan da gider bu gidişle…”

Turgut Uyar, Acıyor

Tohum toprağa düşer, ekmeğe dönüşür. Öz bedene düşer, özgürlüğe dönüşür. Ekmek bedenin, özgürlük ruhun gıdasıdır. Her ikisi de özden doğar, doğayla cana can katar..

Eylül geçti, Elim geldi; EK-İM ile bir özgürlük dirildi.

EK-İM yalnızca bir mevsim değil; ahlakın da yankısıdır. Doğa döngüye düşer, yenilenir. Ruhun derinliklerinde bir sızı belirir; o sızı Elim olur, hazanın hüznüyle birleşir. Özden doğan özgürlük kalbi yeşertir. Özgürlük sorumluluğa dönüştüğünde, ahlak toprağa ekilir ve filizlenir.

Bireysel ahlak bir tohumdur; küçük, kırılgan ama derindir. Evrensel ahlak, bu tohumun yeşermesidir. “Ben”i aşar, “biz”de kök salar. Doğa fısıldar: “Her filiz yalnızca kendisi için değil, ormanla yaşar.” O anda bir eşik belirir: Daha. Bireyin sınırından evrensel düzene bir ahlak belirir. Bireysel hevesin ötesinde, ortak nefesin özünde.

Eylül geçti, Elim geldi; EK-İM ile bir ahlak belirdi.

Tohum düşer, ahlak toprağa karışır. Özgürlük, özden gürleşen bir bereket gibi yeşerir. Evet–hayır patikasında yol ahlak ile genişler, derinleşir. Yolda bir insan belirir. Günün telaşında elindeki çöpü bir yerlere bırakıverir. Belki bir kâğıt, bir plastik parçası… Küçücük bir şeydir. Ama varlığın bütününe düşen bir gölgedir.

“Kimse görmüyor, bırak gitsin; senden sonra birileri gelip temizleyecektir.”
“Dur ve al; emanete sahip çık. Çünkü burası senin evindir.”


İşte o an bir sınava tabidir. Biri nefsin, diğeri Hakk’ın sesidir. Özgürlük keyfiyetle bilinir; kendine sebepler üretir: “Toplum böyle, ben mi düzelteceğim?” ya da “Temiz olmam, toplumda beni güzelleştirir.” Oysa İbnü’l Arabî’ye göre, bunların hiçbiri gerçek özgürlük değildir; çünkü eylem, görülmeme korkusuyla ya da övülme isteğiyle hareket etmektedir. Her iki durumda da nefistendir. Gerçek özgürlük, çöpü yerden alırken bile “neden” sorusunun susmasıdır; eylemde kendini değil, Hakk’ı görebilmektir. Kul, kendi fiilinde Hakk’ı gördüğünde özgürlük belirir. Marifet bilindiğinde, Hakikat yeşerir.

İnsan fenâ hâliyle arınır, benliğini Hakk karşısında bırakır. Fenâ “ben” perdesinin kalkmasıdır; perde açıldığında bekâ doğar, hakikate karışır. Her şey Hakk’ın tecellisidir; doğa da bu tecellinin aynasıdır. Ona zarar vermek Hakk’a hürmetsizliktir. Çöp atmamak, toprağın nefesini kesmemek, ağacı kırmamak, suyu kirletmemek… Bunların her biri Hakk’a sadakattir. Çünkü doğaya zarar vermemek, Hakk’a yöneliştir. O anda; “ben” silinir. Fenâ benliği siler, bekâ onu yeniden diriltir. Ahlak bu dirilişin dilidir. Ahlak artık bir yük değil, aşka dönüşen bir hâldir.

Bu aşkın kaynağı Hakk’ın isimleridir. Kul, bu isimlerle olgunlaşır, ahlakı güzelleşir. Rahmân merhameti kalplere yerleştirir; Adl adaleti gösterir; Latîf ruhta inceliği hissettirir. Bu hâl bir görev değildir; aşkın kendisidir.

Yol aynıdır, insan değişir. Aşkla beslenen ahlak akla yönelir; duygudan akla, sezgiden evrensel yasaya uzanan köprüde Kant belirir.

Kant’a göre özgürlük, aklın kendi koyduğu yasaya uymaktır. Keyfilik özgürlük değil, esarettir. Gerçek özgürlük, çıkarı aşarak evrensel ilkeye bağlanmaktır. Gerçek ahlak, kimse görmese de doğruyu yapmaktır. Bir eylemin değeri; sonucundan değil, niyetinden doğmaktadır. Böylece ahlak evrensel bir hâl alır: “Öyle davran ki, eylemin ilkesi evrensel yasa olabilsin.”

Doğaya zarar vermemek, aslında kendi içsel ahengimize uyumdur. Toprağa atılan her çöp, vicdanın üstündeki tortudur. Ama bir başka “daha” vardır: bencil özgürlüğün “daha fazlası.” Kuraklık, savaş, göç, tüketim… Hepsi bu sorumsuz özgürlüğün acı meyvesidir. Erdem anlamını yitirir, adalet yönünü şaşırır. Dili kaplayan sahtecilik büyür, içtenlik kırılır.

“Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta, Her şey naylondandı o kadar…”

Turgut Uyar, Geyikli Gece

Bir tebessüm naylon, bir selam naylon, bir yardım bile naylondandır; reklamdandır. İçi çürür, anlam solar. Oysa doğa fısıldar: “Sahici olan, naylon gibi değil; toprak gibi kokar.”

Ve su… Doğa yalnızca gökten değil, musluktan da konuşur. Bursa’da su kesilir, şehir sessizleşir. Barajların çekilen yüzü, idarecilerin geciken ödevleriyle belirginleşir. Bir zamanlar sudan ibaret olan Bursa, bugün suya hasrettir. Ama orada kuruyan yalnızca su değildir; bizim sorumluluğumuzdur. Adalet, barajın çatlağında da görünür, musluğun kuruluğunda da. Ödev idarenin planında, erdem vatandaşın avucunda.

Sahte olan, evrensel ahlakın özünü oyar, anlamı boğar. Kavramlar kalır ama manaları solar, değerler donar. Zulüm, adalet kisvesiyle parlar, vicdanı sarar. Hakikat, gücün elinde yeniden doğar ama Zarar verir, yakar. Filistin’de, Arakan’da, Doğu Türkistan’da acı çoğalır; zulüm adalet adıyla süslenir. Yüzyıllarca Afrika Batı’nın elinde kurutulur. Sömürünün adı “medeniyet”, zulmün adı “uygarlık” olur.

“…İki adım daha atmıyoruz, bizi tutuyorlar, / Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar, / Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar, / Bütün kara parçalarında, / Afrika dahil.”

Cemal Süreya / Üvercinka

Sömürü sadece ekonomik değildir; varlığa yönelmiş bir gaspın izidir. Afrika’nın yoksulluğu Batı’nın zenginliğine dayanak olur. Ne acıdır ki, bu zulmü yapanlar “insan hakları savunucusu” olur. Erdemler parlatılır, içleri boşalır. Kavramlar çoğalır, hakikat kaybolur. Adalet, eşitlik, özgürlük… Hepsi “daha” ya takılır, güçlülerin çıkarına saplanır. Değerler tersyüz olur, erdemler vitrine dizilir, anlamlar kaybolur.

İşte burada Nietzsche belirir. Ama bazen, değerlerin gölgesi bile ışığı izler. Onun için ahlak sürekli yeniden yazılan bir metindir. Yeni erdem doğar, yeni değer yaratılır. Güçlü olan kendi değerini “iyi” diye kutsar; zayıf olan acısını “erdem” diye sunar. Belki de ahlak, değerlerin soykütüğünde iz sürülen bir icattır. Ve belki de bu metin, Nietzsche’nin kalemiyle yeniden yazılmayı beklemektedir. Çünkü her değer yıkıldığında, içimizde yeni bir vicdan filizlenir.

Ahlak yalnızca yasak değil; yeniden doğma imkânıdır. Bireysel niyet evrensel düzende kök saldığında hepimizi diriltir. İşte ahlakın “daha” sı: Doğ-a’dan Öz-gürlüğe, Öz-gürlükten Ahlaka. Özgürlük, “ben” i sınırsız bırakmak değil; “ben”i evrensel toprağa ekmektir. Ancak o zaman “biz”in ormanında kök salabilir.

Eylül geçti, Elim geldi; EK-İM ile bir ahlak yeniden filizlendi. Ve bir mevsim kelimelerle şiire evrildi;

Elim bir ay: EK-İM

Ben sordum,
Ben söylemedim.
Aşkın adıyla belirdim,
Ahlakım; samimiyetim, sessizliğim.

Elim bir ay: Ekim.

Beni sordum,
Beni söylemedim.
Ben’e ben diye meltem ektim;
bendim, estim, serinledim.
Özgürüm, derdim;
öz–gür–lüğe hasrettim.
Hayatta bir sahneydim,
beni izlerdim.

Elim bir ay: Ekim.

Hep sordum,
hep söyledim.
Artık yalnız Ek-im,
bir el-imle doğdu Ekim.

Elim bir ay: Ekim.

Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.