17 Ağustos 1999’da sabaha karşı saat 3.02’de Kocaeli/Gölcük merkezli 7,2 büyüklüğündeki depremde Türkiye sallandı…
İçimiz yandı…
Enkaz altında kalanlardan canlı bir eli yakalamak için var gücümüzle bağırdık:
“Sesimi duyan var mı?”
Beton yığınları arasından her kurtarılan can için sevinirken kimilerinin de cansız bedenlerini kucakladık ağlayarak…
Depremin bilançosu korkunçtu. Yıkıcı sarsıntıda Kocaeli, Gölcük, Düzce, Sakarya, İstanbul, Yalova’da can ve mal kaybı yaşandı. Resmi olarak 17 bin 118 kişinin öldüğü, 25 bin kişinin yaralandığı açıklandı. Çöken binaların müteahhitlerine davalar açıldı, çoğu, zaman aşımına uğradı…
6 Şubat 2023 sabah saat 4.17…
Bu sefer depremin merkezi Kahramanmaraş/Pazarcık, 7.7 büyüklüğünde… Bu Büyük sarsıntı;
Kahramanmaraş’ın yanı sıra Gaziantep, Malatya, Batman, Bingöl, Elazığ, Kilis, Diyarbakır, Mardin, Siirt, Şırnak, Van, Muş, Bitlis, Hakkari, Adana, Osmaniye ve Hatay’da da hissedildi. Ki bu sarsıntı; 1939’da meydana gelen 32 bin 968 kişi hayatını kaybettiği 116 bin 720 binanın yerle bir olduğu 7,9’luk Erzincan depremin şiddetine yakındı…
***
Nihayetinde son deprem;
Bir kez daha güzel ülkemi yasa boğarken kafamıza vura vura asıl gerçeğimizi hatırlattı.
Peki, biz neden geçmişten ders almıyoruz?
Deprem kuşağında yaşayan insanlar olarak neden depreme dayanıklı binalar inşa edemiyoruz?
Ve neden bina denetimleri sağlıklı yapılamıyor da olur olmaz projeler, olur olmaz yerlerde en lüks proje olarak fahiş fiyatlara satılıyor?
Jeolog, sedimantoloji ile deniz jeolojisi uzmanı ve Bilim Akademisi üyesi Prof. Dr. Naci Görür’ün açıklamalarını dinledim.
Diyor ki:
“Yıllardır uyardığımız yer, tek bir yerel yönetici arayıp da ne yapalım demedi.”
O halde bu işin vebali ve sorumluluğu kimin?
***
Dün İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Ülkü Küçükkayalar da Kahramanmaraş depremi ile ilgili basın açıklaması yaptı.
Küçükkayalar, “depreme dayanıklı, güvenli binaların üretilebilmesi için doğru projelendirme, projeye uygun doğru bir üretim ve üretim esnasında gerçekleşecek iyi bir denetim olması gerektiğini” söyledi ve şu vurguyu yaptı:
“Oysaki iskân ruhsatı olmayan kaçak yapılarda, bu unsurların hepsi göz ardı edilmekte, can ve mal güvenliği riske edilmektedir. Bu ülkenin teknik ve akademik kadroları olarak soruyoruz. Ülkemiz daha kaç ‘bu milat olsun’ dediğimiz deprem sonrası afet gerçeğini yaşayacak!”
Ayrıca “Devletin bir binaya iskân ruhsatı vermesi, vatandaşına o yapıda güvenle oturabileceği yönünde güvence sunması anlamına gelir” diyen Küçükkayalar, altını çize çize şu uyarıları yaptı:
“Oysa mühendislik hizmeti almamış kaçak yapıların, doğa olayları karşısında hasara uğramaları halinde sorumluluk bu kararı alan yöneticilerin olacaktır. Vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğini tehlikeye atan imar affı uygulamalarına son verilmeli, imar affından yararlanan yapılar denetlenmelidir. Plansız-çarpık kentleşme ve kaçak yapılaşma ile ilgili birçok kurum ve kuruluş tarafından neler yapılması gerektiği konusunda çalışmalar yapılmış, bu çalışmalar birleştirilerek strateji ve eylem planlarına dönüştürülmüştür. Odamızın da bu konuda çeşitli çalışmaları olmuş, deprem kongreleri, çalıştaylar düzenlenmiş, raporlar hazırlanmış, kamuoyunu aydınlatacak ve bu konuda farkındalığı ve bilinci artıracak çalışmalar yapılmıştır.”
***
Son olarak;
Uzmanlar her seferinde olması gerekenleri söylerken ve gerekli her türlü uyarıyı yaparken “nedir bu aymazlık” anlaşılır gibi değil.
Neden yepyeni binalar iskambil kağıdı gibi yıkıldı gitti?
Neden her cebinde biraz parası olana inşaat yapma izni verildi? Neden vatandaşa lüks diye satılan binalar yeterli denetimden geçmedi?
Herkes şapkasını önüne koyup bir düşünsün. Neden?
Bu arada özellikle sosyal medyada ayrıştırıcı, saçma sapan açıklama ve paylaşımlar olduğunu görüyoruz.
Bu tür açıklama ve paylaşımlara prim vermemek lazım!
Şimdi ele ele, gönül gönüle, birlik olma zamanı!