Hava Durumu

Küçük bir başörtüsü, büyük bir dönem

Yazının Giriş Tarihi: 31.10.2025 00:05
Yazının Güncellenme Tarihi: 31.10.2025 00:05

Geçtiğimiz günlerde okul kütüphanesinde eski bir kitabı incelerken, sayfalarının arasına saklanmış bir gazete küpürü buldum. Sararmış kâğıdın içinde iki küçük kare fotoğraf vardı. Altında şu satırlar:

“İlk kez ders sırasında görüntülendi.”

O an, bir kitabın yalnızca bilgi değil, bazen bir dönemin sessiz tanığı olabileceğini hissettim.

Kitabın arasına kimin, ne zaman, hangi duyguyla o gazete parçasını koyduğunu bilmiyorum; ama belli ki o kişi, yaşadığı dönemin yükünü bir sayfa arasına bırakmak istemişti.

Bu küçük küpür, bana sadece geçmişi değil, Türkiye’nin toplumsal dönüşüm hikâyesini de hatırlattı.

O karede bir öğrencinin örtüsü, bir toplumun belleğine dönüşüyordu.

İşte bu yazı, o eski gazete kesitinden ilhamla kaleme alındı…

Bazen bir gazete kupürü, bir dönemi anlatır. Küçük bir kareye sıkışmış bir sınıf sahnesi, koca bir toplumun vicdanını, korkularını, umutlarını ve değişimini sessizce taşır. Eski bir gazete kesiti… Sırada oturan bir kız öğrenci. Başında siyah bir örtü. Altındaki satır: “İlk kez ders sırasında görüntülendi.”

Bu cümle, Türkiye’nin toplumsal hafızasında yer etmiş onlarca tartışmanın özeti gibiydi. Çünkü o günlerde “başörtüsü”, sadece bir inanç sembolü değil; aynı zamanda bir politik, kültürel ve psikolojik sınavın adıydı. O sınıfta oturan kız, belki sadece arkadaşlarının arasında bir öğrenci olmak istiyordu. Ama o fotoğraf, ülkenin geleceği üzerine yürütülen büyük bir tartışmanın merkezine dönüştü.

Türkiye’nin modernleşme serüveni, hep “kıyafet” üzerinden okunagelmiştir. Devletin laiklik anlayışı, zamanla halkın dini kimliğiyle çatıştığında ortaya çıkan gerginlik, eğitim alanında da hissedildi. Başörtüsü yasağı, 1980’lerin sonlarından itibaren üniversite kapılarında başlayan bir gerilim olarak doğdu; 1990’larda ortaöğretime, hatta bazı dönemlerde ilkokula kadar uzandı.

Bir yanda “kamusal alanın tarafsızlığı”, diğer yanda “bireysel inanç özgürlüğü” tartışmaları arasında büyüyen bir nesil vardı.

Gazeteler, o dönemlerde öğrencilerin fotoğraflarını “ilk kez derse böyle girdi” başlıklarıyla yayınlarken, toplum aslında bir kimlik sınavı veriyordu.

O çocukların her biri, kendi hayatının değil, devletin ideolojik yönelimlerinin sahnesinde figüran hâline getiriliyordu.

Bugün dönüp baktığımızda, o fotoğrafın dramatikliği daha da belirginleşiyor. Çünkü o karede sadece bir başörtüsü yok; korkunun, utancın ve merakın yan yana durduğu bir ülke var.

Ön sıradaki çocukların yüzlerindeki kararsız ifade, sadece sınıf içi bir şaşkınlığı değil, toplumun genel ruh hâlini yansıtıyor.

O yıllarda, birçok öğretmen için de zordu; bir yanda yönetmelikler, bir yanda vicdan…

Bir yanda “emir”, bir yanda “evladım” kelimesinin ağırlığı…

Eğitim, çocuklara bilgi kadar güven de vermelidir.

Oysa biz uzun yıllar boyunca okullarda korkunun öğretildiği, kimliğin bastırıldığı dönemler yaşadık.

Başörtüsü meselesi, laikliğe değil, bireyin devlete karşı konumuna dair bir sınavdı aslında.

Ve bu sınavda, devletin dili soğudukça toplumun kalbi ısındı.

Yıllar geçti. Yasaklar yumuşadı, yönetmelikler değişti, Anayasa Mahkemesi kararları yerini farklı yorumlara bıraktı.

Bugün ilköğretimden üniversiteye kadar hiçbir öğrenci başörtüsü nedeniyle okuldan uzaklaştırılmıyor.

Ancak bu kazanım, sadece bir yönetmelik değişikliğinin sonucu değil; toplumun vicdanî olgunluğunun eseridir.

Çünkü insanlar fark etti ki, bir çocuğun başındaki örtü, bir başkasının özgürlüğünü eksiltmez.

Bir öğrencinin kimliğini gizlemesi değil, korkmadan yaşaması gerekir.

Ne yazık ki, bu süreçte birçok insanın hayatı kesintiye uğradı. Okulunu yarıda bırakan kızlar, mesleğini yapamayan öğretmenler, yıllarca süren hukuki mücadeleler…

Bugün özgürlüklerin genişlediği bir dönemde yaşasak da, o kuşağın yaşadığı toplumsal travma, hâlâ sessiz bir sızı olarak duruyor.

Gazetecilikte “ilk kez” ifadesi dikkat çekicidir; bir yeniliği, bir eşiği ima eder.

Ancak bu örnekte “ilk kez” derse giren bir kız çocuğu, aslında “ilk kez” toplumun vicdanını da derse davet ediyordu.

Belki farkında değildi ama o kare, Türkiye’de inanç ve özgürlük dengesinin yeniden yazıldığı bir dönemin sembolüydü.

Bu fotoğraf, sadece geçmişi anlatmaz; bugüne de ayna tutar.

Çünkü özgürlük, bir kez kazanıldığında bile korunması gereken bir değerdir.

Bugün başka konularda fikir, ifade, yaşam tarzı benzer baskılar yaşanıyorsa, o eski gazete kupürünün bize hâlâ söyleyecek sözü var demektir.

Özgürlük, bir grubun hakkı değil, toplumun ortak vicdanıdır.

Bir ülke, farklılıklarıyla büyür.

Eğer biz hâlâ bir öğrencinin başörtüsünü ya da başını açık oluşunu konuşuyorsak, hâlâ “kimin nasıl yaşaması gerektiğini” tartışıyorsak, gerçek ilerlemeyi kaçırıyoruz demektir.

Oysa ilerleme, insanı merkeze almakla başlar.

Bir çocuğun eğitim hakkı, inancından, giyiminden, düşüncesinden önce gelir.

Devletin görevi, kimseyi biçimlendirmek değil; herkese kendi biçiminde yaşama alanı sunmaktır.

Bugün Mersin’deki o eski sınıf belki yıkıldı, o çocuklar yetişkin oldu, gazeteler arşiv raflarına kaldırıldı.

Ama o kare, hâlâ bize sessiz bir şey söylüyor:

“Bir zamanlar özgürlük, sadece bir fotoğraftı.”

Artık değil.

Artık o özgürlük, sınıflarda, kampüslerde, sokaklarda, her yerde nefes alıyor.

Ve o nefesin değeri, onu bir dönem kısanların bıraktığı izlerle ölçülüyor.

Küçük bir başörtüsü, büyük bir dönemi anlattı.

Bizim görevimiz, o dönemi unutmamak ama bir daha kimsenin “ilk kez” derse girmesini haber yapmaya gerek kalmayacak bir ülke kurmak.

Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.