Türkiye’nin ormanlar sadece ağaçların göğe yükseldiği alanlar değil, toplumun doğayla kurduğu ilişkinin aynasıdır. Ancak bu ilişkiyi düşündüğümüzde çoğu zaman akla piknik masaları, mangal dumanları ve kalabalıklar gelir. Oysa ormanı turizmle buluşturmanın bundan çok daha fazlası olması gerekir. Asıl mesele bir kültür meselesidir: Ormanı anlamak, onun ruhunu kavramak ve ona hakkını vererek yaşatmak.
Bugün orman, turizm bağlantısı zayıf değil, fakat tek yönlü. Doğal güzellikler vitrine çıkarılıyor ama orman çoğu kez bir “turistik ürün” gibi algılanıyor. Oysa gerçek sürdürülebilirlik, ormanın turizme değil, turizmin ormana hizmet etmesiyle mümkündür. Peki bu bağ nasıl güçlendirilebilir?
DÜNYADAN ÖĞRENİLECEK DERSLER
Dünyanın farklı köşelerinde ormanlarla turizmi bütünleştiren örnekler göze çarpıyor. Japonya’da “Shinrin-yoku” yani “orman banyosu” kültürü, sadece bir turizm etkinliği değil, aynı zamanda bir yaşam pratiği. İnsanlar ormanda yavaş yürüyüşler yapıyor, sessizliği dinliyor, doğanın kokusunu içine çekiyor. Bu deneyim, sağlık sisteminin bile bir parçası hâline gelmiş durumda.
Kanada ve İskandinav ülkelerinde ise orman turizmi küçük ölçekli, doğa dostu yatırımlar üzerine kurulu. Ahşap yürüyüş yolları, çevreyle uyumlu konaklama seçenekleri, yöre halkının rehberlik hizmetleri…
Hepsi bir bütünün parçası. Orman sadece ziyaret edilen bir yer değil, yaşanan bir kültür olarak konumlanıyor.
Bu ülkeler bizden farklı olarak ormanı bir tüketim nesnesi olarak görmüyor. Orman, ekonominin parçası olsa da yalnızca gelir kaynağı değil. En önemlisi, yerel halk sürece dâhil ediliyor. Köylerde yaşayan insanlar turizmin de öznesi oluyor; bu hem ekonomik faydayı dağıtıyor hem de doğaya sahip çıkma bilincini güçlendiriyor.
TÜRKİYE’DE DURUM
Türkiye’de orman turizmi denildiğinde genellikle “mangal turizmi” akla geliyor. Büyük otobüslerle gelen kalabalıklar, yüksek sesli müzik, çevrede bırakılan çöpler… Bu model ne sürdürülebilir ne de ormanın ruhuna saygılı. Orman, günübirlik tüketilecek bir alan gibi algılanıyor.
Elbette olumlu örnekler de yok değil. Bazı bölgelerde ekoturizm girişimleri, milli park düzenlemeleri umut verici adımlar. Ancak bunlar hâlâ sınırlı. Türkiye’nin ormanlarını dünya standartlarında bir turizm kaynağına dönüştürmek için kültürel bir dönüşüme ihtiyaç var.
ATILMASI GEREKEN ADIMLAR
Orman kültürünü yaymak: Doğa eğitimi ders kitaplarında kalmamalı. Çocuklar küçük yaşta ormanın değerini yaşayarak öğrenmeli. Bir ağacın gölgesinde oturmayı, derenin sesini dinlemeyi, kuşları gözlemlemeyi deneyimlemeli.
Yerel halkı katmak: Orman köylerinde yaşayan insanlar turizmin seyircisi değil, aktörü olmalı. Rehberlik, konaklama, el sanatları, yöresel yemekler… Tüm bunlar hem turizmi zenginleştirir hem de köylünün gelirini artırır.
Nitelikli altyapı: Ormanı korurken erişimi düzenlemek gerekir. Kontrollü yürüyüş yolları, sessizlik bölgeleri, bilgilendirme panoları, çevre dostu tesisler… Ormanı yıpratmadan görünür kılacak yatırımlar şart.
Kültürel çeşitliliği dikkate almak: Karadeniz’in yaylaları, Akdeniz’in kızılçamları, İç Anadolu’nun bozkırla iç içe meşelikleri…
Her bölgenin orman kimliği farklıdır. Turizm bu çeşitliliği yansıtmalı.
Uluslararası deneyimden yararlanmak: Başarılı ülkelerin deneyimlerinden öğrenmek, ortak projeler geliştirmek değerli bir adımdır. Uluslararası fonlar, akademik değişim programlarıyla orman turizmi bilgisini geliştirmek mümkündür.
KÜLTÜRLE BAŞLAYAN DEĞİŞİM
Mesele sadece turizm değil; mesele kültürdür. Ormanı anlamak, ona saygı duymak ve bu bilinci turizm aracılığıyla yaymak. Orman yalnızca bir manzara değil, bir yaşam alanı, bir öğretmen, bir yol arkadaşıdır.
Türkiye’nin ormanları çok değerli. Ama bu değer, onu “hızlı tüketim” anlayışından çıkarıp “yaşayan kültür” olarak görmemizle ortaya çıkacak. Bir ağacın gölgesinde otururken sadece serinlik değil, tarihin, kültürün ve geleceğin nefesini hissetmek…
İşte gerçek turizm budur.