Bir şehir meydanında yürüdüğünüzü düşünün. Kaldırımlardan birinde başı dik, kararlı adımlarla ilerleyen bir genç kadın görüyorsunuz. Kıyafetinden bakışına, taşıdığı çantadan attığı adıma kadar kendinden emin. Yanından geçen bir başkası ise onun bu tavrını eleştirel gözlerle süzüyor. Kimisi “özgürlüğün sembolü” derken, kimisi “toplumsal değerlerin sarsılması” yorumunu yapıyor.
İşte tam da bu ikilik, günümüzün en büyük tartışmalarından birini bize hatırlatıyor: Kadınların özgürlük anlayışı.
TARİHİN SESSİZLİĞİ, BUGÜNÜN ÇIĞLIĞI
Kadınlar uzun yüzyıllar boyunca ikinci plana itilmişti. Eğitim hakkı elinden alınmış, çalışma hayatı sınırlandırılmış, siyasetten uzak tutulmuşlardı. Sessizlik, onların toplumsal konumu olmuştu. Ama bugün manzara farklı. Artık kadınlar daha çok ses çıkarıyor, daha cesur kararlar alıyor ve hayatlarını kendi tercihleriyle şekillendirmeye çalışıyorlar.
Bu değişim, “kimse bana karışamaz” mottosuyla özetlenebilir. Ancak işin bir de diğer yüzü var. Özgürlük adına atılan adımlar, bazen bireyin kendine zarar verecek noktaya ulaşabiliyor.
ÖZGÜRLÜĞÜN SINIRI NEREDE?
Toplumda özgürlük denildiğinde çoğu zaman akla, “istediğini yapmak” gelir. Oysa özgürlük sadece yapmak değil, aynı zamanda yapılanın sonuçlarını da üstlenebilmektir. Bugün bazı kadınlar, kültürel normları ve ahlaki değerleri zorlayan tercihlerle “bağımsızlık”larını göstermek istiyorlar. Kimi için bu güçlü bir duruş, kimisi için ise toplumsal dengeyi zorlayan bir adım.
Örneğin bir üniversite öğrencisi düşünün. Ailesi onun daha kontrollü, geleneksel bir yaşam sürmesini beklerken o, farklı bir yaşam tarzını seçiyor. Sosyal medyada paylaşımlarıyla “özgür” olduğunu vurguluyor. Ancak bir süre sonra karşılaştığı zorluklar, eleştiriler, dışlanmalar onu yıpratıyor. Yine de geri adım atmıyor; çünkü geri dönmek, kendi özgürlüğünü inkâr etmek gibi geliyor.
TOPLUMSAL ALGININ İKİLEMİ
Kadınların bu yeni özgürlük anlayışı toplumda iki farklı algı doğuruyor. Bir taraf, “nihayet kadınlar kendileri olabiliyor” diye gururlanıyor. Diğer taraf ise “değerler elden gidiyor” kaygısı taşıyor. Oysa gerçekte bu iki görüşün de içinde doğruluk payı var.
Kadınların özgürleşmesi, toplumun gelişimi için büyük bir kazanım. Eğitimde, iş gücünde, siyasette kadınların varlığı ülkelere güç katıyor. Ancak özgürlük anlayışının bireysel sorumlulukla dengelenmemesi, bazı durumlarda kişisel yıkımlara da yol açabiliyor.
AHLAK, KÜLTÜR VE BİREY
Özgürlük ile ahlak arasındaki ilişki, hep tartışmalı bir alandır. Kimine göre ahlak, bireyin kendi değerleriyle tanımlanır; kimine göre ise toplumun ortak kurallarıyla. Kadınların “kimse bana karışamaz” diyerek kendi yolunu çizmesi, bireysel bir ahlak anlayışını öne çıkarıyor. Fakat toplumsal kültürle uyumsuzluk olduğunda çatışmalar kaçınılmaz oluyor.
Burada kritik soru şu: Kadın kendi hayatına yön verirken, toplumsal düzenin neresinde durmalı?
Özgürlük, bireyin kendine zarar verdiği noktada hâlâ özgürlük müdür, yoksa yanılsama mı?
HİKÂYENİN İNSAN YÜZÜ
Bursa’da yaşayan Ayşe’nin hikâyesini ele alalım. Genç yaşta ailesinin baskısıyla evlendirilen, yıllarca sessiz kalan Ayşe, boşanma kararı aldığında “özgürlük” kelimesiyle tanıştı. Hayatını yeniden kurarken, çalışmaya başladı, eğitimine devam etti. Fakat bu süreçte çevresinden eleştiriler aldı. “Sen kadınsın, daha dikkatli olmalısın” sözleri kulağına defalarca çalındı.
Ama Ayşe yılmadı. “Özgürlük bedel ister” diyordu. Bugün hâlâ zorlanıyor ama kendi ayakları üzerinde durduğu için gururlu. Onun hikâyesi, özgürlüğün bir yüzünün umut, diğer yüzünün ise mücadele olduğunu bize gösteriyor.
ÖZGÜRLÜĞÜN GERÇEK TANIMI
Aslında özgürlüğün özü, dengede yatıyor. Kadınlar kendi hayatları üzerinde söz sahibi olmalı, bu tartışmasız bir hak. Ancak gerçek özgürlük, bireyin kendi iradesiyle yaptığı tercihlerin sorumluluğunu üstlenebilmesidir.
“Kimse bana karışamaz” demek tek başına yeterli değil. Çünkü özgürlük sadece bireyin değil, aynı zamanda toplumun da parçasıdır. Toplumsal değerler yok sayıldığında birey yalnızlaşır, bireysel sorumluluk yok sayıldığında ise özgürlük başkalarının özgürlüğünü zedeler.
Kadınların bugün daha cesur ve bağımsız bir şekilde yaşamaları, toplum için bir dönüm noktasıdır. Bu dönüşüm, bazen sancılı bazen umut doludur. Özgürlüğün gerçek anlamı, bireyin kendi tercihlerinde sorumluluk alabilmesi, toplumun da bu tercihlere saygı duyabilmesidir.
Özgürlük bir uçurumun kenarında yürümek gibidir; cesur adımlar gerektirir ama aynı zamanda dikkat ister. Kadınların özgürlük yolculuğu da işte bu dengeyi kurmakla anlam kazanacaktır.