Yolculuk bazen insana yalnızca mesafe kat ettirmez; aynı zamanda farkındalık da kazandırır. Geçtiğimiz günlerde sınırdan geçip Varna’ya doğru ilerlerken pencereden gördüğüm manzara, bana bu gerçeği bir kez daha hatırlattı. Yol boyunca uzanan ormanlar, arada seyrelse bile kesintisiz devam eden ağaç sıraları…
Adeta doğanın insanlara sessizce verdiği bir mesaj gibiydi: “Ben buradayım ve nefes almanıza yardım ediyorum.”
Türkiye’de çoğu zaman şehirlerimizin griliğine alıştığımız için, bu yeşilin sürekliliği karşısında şaşırmamak elde değildi. Üstelik yalnızca varlıklarıyla değil, bakımlarıyla da farkını ortaya koyuyorlardı. Bulgaristan’da ağaçların doğal formları korunmuştu; dalları vahşice budanmış, gövdeleri yaralanmış bir hâlde değildi. Oysa bizde sık sık rastladığımız yanlış budama yöntemleri, ağaçların doğal estetiğini zedelemekle kalmıyor, onların sağlığını da tehdit ediyor.
“BİZ DE BİLİYORUZ” SESLERİ
Elbette böyle bir gözlemi dile getirdiğinizde, bazı kesimlerden şu cümleler yükseliyor: “Biz de budamayı biliyoruz, kim nereden bizim yanlış yaptığımızı söylüyor?” Bu tür savunmalar, aslında yapıcı bir tartışmanın önünü kapatıyor. Oysa mesele, kimin haklı olduğunu kanıtlamak değil; doğruya ulaşmak ve geleceği korumak.
Çünkü yanlış budama, yalnızca bir estetik kaybı değildir. Ağacın ömrünü kısaltır, hastalıklara davetiye çıkarır. Bir anlamda, nesiller boyu gölge veren bir canlıyı, bilgisizlikle zamansız ölüme mahkûm eder. Oysa doğru budama, ağacın hem sağlığını hem de güzelliğini destekler.
ŞEHİRLERİN SESSİZ KAHRAMANLARI
Varna’da gördüğüm yatay mimari ve 3–4 katı geçmeyen yapılar da dikkate değerdi. Bu düzen, yalnızca şehre estetik bir uyum katmıyor; aynı zamanda gökyüzünü, ağaçları ve ufku görünür kılıyordu. Binaların önünde yükselen ağaçlar, gökdelenlerin gölgesinde kaybolmak yerine şehirle bütünleşiyordu.
Şehir planlamasında doğayı yalnızca dekor olarak değil, temel aktörlerden biri olarak görmek gerektiğini düşündüm. Çünkü ağaçlar, yalnızca oksijen sağlayan bir unsur değil; kuşların yuvası, çocukların hatırası, yaşlıların gölgesidir. Onlar şehirlerin sessiz kahramanlarıdır.
BİZİM PAYIMIZA DÜŞEN
Peki bizler ne yapabiliriz?
Öncelikle bilinçli bir kamuoyu oluşturmak şart. Belediyeler, üniversiteler ve sivil toplum örgütleri işbirliği içinde eğitimler düzenleyebilir, doğru budama yöntemlerini halka anlatabilir. Bu sayede “biz de biliyoruz” savunması yerini, “biz artık doğruyu yapıyoruz” gururuna bırakabilir.
İkinci olarak, şehirlerimizde yeşil alanların artırılması elzemdir. Yol kenarına dikilen birkaç ağaçla yetinmek yerine, uzun vadeli planlarla yeşil koridorlar oluşturmak mümkündür. Böylece çocuklarımız, beton duvarlar arasında değil, ağaçların gölgesinde büyür.
Son olarak, bireysel duyarlılık da büyük önem taşır. Evinizin önüne küçük bir fidan dikmek, yanlış budama yapılan bir ağacı belediyeye bildirmek ya da çevrenizi bilinçlendirmek…
Küçük gibi görünen bu adımlar, aslında büyük bir değişimin habercisidir.
ÇAĞRI UYANDIRDI
Varna yolculuğunda gördüğüm o ormanlar, içimde sessiz bir çağrı uyandırdı. Doğa, bizden çok şey istemiyor. Yalnızca saygı, biraz bilgi ve samimi bir koruma çabası… Eğer biz bu çağrıya kulak verirsek, şehirlerimiz yalnızca taş ve betondan ibaret olmayacak.
Bir gün çocuklarımız da sınırdan geçip başka bir ülkeye gittiğinde, pencereden baktıklarında içlerinden şu sözler dökülsün isterim: “Bizim şehirlerimiz de böyle yeşil.”