Bir gün sabah işe gittiğinizde, masanızda bir not buluyorsunuz:
“Bugünden itibaren ben sizin yerinize yazacağım.
Sevgilerle, ChatGPT.”
İşte SSRN’de yayımlanan yeni araştırmanın kabaca sorduğu soru bu: İnsanlar hangi işleri gönül rahatlığıyla yapay zekâya bırakır, hangilerinde “dur orada” der?
Cevap sandığımız kadar mekanik değil; biraz ahlâk, biraz alışkanlık, biraz da ekmek parası kokuyor.
Araştırmaya göre Amerikalıların yaklaşık yüzde 30’u bugün yapılabilir mesleklerin otomasyonuna “tamam” diyor. Ancak yapay zekâ “daha iyi ve ucuz” çalışırsa, bu oran yüzde 58’e fırlıyor. Yani mesele verimlilik kadar vicdan meselesi. Geriye kalan yüzde 12’lik bir kitleyse ne olursa olsun “bazı işler insana yakışır” diyor. Bu küçük ama dirençli grup, insanın duygusal ve etik sınırlarını hatırlatıyor.
Peki bu sınırlar Bursa’da nereden geçiyor?
Robotun yazdığı haber, insana dokunan hikâye
Düşünün: Bursa’da belediye bir basın açıklaması yayımlıyor, onu bir yapay zekâ sistemi haberleştiriyor. Kelimeler doğru, noktalama yerinde, SEO mükemmel. Ama metin, Nilüfer’deki bir yaşlının gözlerine, Kestel’deki bir gencin öfkesine, Mudanya’daki balıkçının sabrına değmiyor.
İşte o yüzde 12’lik “ilkesel ret” burada devreye giriyor. Çünkü biz “duygusal emek” içeren işleri, yani hikâye anlatmayı, öğretmeyi, bakmayı, dua etmeyi—hâlâ insana ait sayıyoruz.
Bursa’da gazetecilik, öğretmenlik, sağlık, din hizmeti gibi alanlar tam da bu ahlaki sürtünme bölgesinde.
Yapay zekâ burada ancak “artırıcı” olabilir; haberi hızla taslak hâline getirir ama son dokunuşu insan verir.
Otomasyon değil, artırım kültürü
Araştırmanın en ilginç bulgusu şu: Tam otomasyona onay oranı yüzde 58’de kalırken, “insanla birlikte çalışsın” diyenlerin oranı yüzde 95.
Yani toplum, “makineyi kovmak” değil, “makineyle anlaşmak” istiyor.
Bursa sanayisi bu konuda zaten deneyimli. Oyak Renault’nun üretim hattında robotlarla omuz omuza çalışan işçiler, ya da Bosch’un yazılım mühendisleri, “artırılmış üretkenliğin” canlı örnekleri.
Aynı model, kamu hizmetlerinde de mümkün.
Bir belediye çağrı merkezi düşünün: Yapay zekâ, vatandaşın şikâyetini sınıflıyor, yönlendiriyor, ama sesin tonundaki öfkeyi hâlâ bir insan temsilci çözüyor.
Ya da Nilüfer’deki bir öğretmen, ödev kontrolünü yapay zekâya bırakıyor ama öğrencinin moralini kendi sesiyle toparlıyor.
Artırılmış emek, işini elinden almıyor; işin anlamını geri veriyor.
Bursa için bir toplumsal kabul yol haritası
Birinci adım: Şeffaf entegrasyon.
Yapay zekâ sistemleri kim için, hangi kararları veriyor, hangi verileri kullanıyor? Bursa’daki kurumlar (belediyeler, hastaneler, gazeteler) bu sorulara dürüstçe cevap vermedikçe “ahlâki ret bölgesi” genişler.
İkinci adım: Katılım.
Yeni sistemler geliştirilirken öğretmen, hemşire, editör, vatandaş—herkes masada olmalı. Aksi takdirde “yapay zekâ projesi” değil, “dayatma” olur.
Üçüncü adım: Yerel etik rehberlik.
Bursa Uludağ Üniversitesi ve meslek odaları, Avrupa’daki AI etik çerçevelerini Türkçe ve sektörel örneklerle uyarlayabilir.
Dördüncü adım: Eşitsizlik gözetimi.
Araştırma, direnç gösterilen mesleklerin genellikle yüksek gelirli ve beyaz yaka alanlarda olduğunu söylüyor. Türkiye’de de aynı mekanizma tersinden işler: düşük gelirli işlerde otomasyon daha hızlı gelir, risk daha büyüktür.
Bu yüzden AI yatırımları, iş güvencesiyle birlikte düşünülmeli.
Beşinci adım: İletişim.
Bursa’da belediyelerden sanayi odalarına kadar her kurum, vatandaşın “neden” sorusuna yanıt vermeli: Neden bu işte yapay zekâ kullanıyoruz, hangi faydayı hedefliyoruz, nasıl denetliyoruz?
“Akıllı şehir” değil, “akıllı toplum”
Bursa son yıllarda “akıllı şehir” etiketini gururla kullanıyor. Ama şehirleri akıllı yapan sensörler değil, o sensörleri doğru kullanan insanlar.
Eğer toplumsal kabul, teknolojinin hızına yetişmezse, yapay zekâ yatırımları da seçmen nezdinde politik risk olur.
Çünkü sonunda mesele “teknolojiye karşı olmak” değil; “teknolojiye teslim olmamak.”
Robot gazeteci de, otomatik öğretmen de, veriyle çalışan belediye de—insanı dışlamadan, onun sınırlarını tanıyarak işe koyulmalı.
Bursa, sanayiden kültüre uzanan köklü üretim geleneğiyle bu dönüşüm için eşsiz bir laboratuvar.
Ve belki de geleceğin en büyük yeniliği, bir yazılım satırında değil, şu cümlede saklı:
“Yapay zekâ bizim yerimize değil, bizimle birlikte çalışsın.”