Hava Durumu

'Işıklar Söndükten Sonra'dan büyük başarı

Türk edebiyatı, ‘Işıklar Söndükten Sonra’ ile bir yazar daha kazandı. Bursa’da yaşayan ve Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olan Soner Yağışan’ın hikâyelerden oluşan ilk kitabının baskısı çok iyi bir başarı göstererek 2. baskıya girdi.

Haber Giriş Tarihi: 07.03.2025 21:09
Haber Güncellenme Tarihi: 07.03.2025 21:09
Muhabir: Serap Öztürk
'Işıklar Söndükten Sonra'dan büyük başarı

SERAP ÖZTÜRK ÖZEL RÖPORTAJ 

Bursa’da yeni bir yazarla tanışmanın heyecanıyla yola çıktığımda bu kadar şey öğreneceğimin ben de farkında değildim. Röportaj soru-cevaptan ziyade keyifli bir sohbetle ilerledi. Kendiliğinden aktı gitti… Çıkardığı ilk kitabı ‘Işıklar Söndükten Sonra’ ve Türk-dünya edebiyatı üzerine ayrıca hayatın içinden yaptığımız bu keyifli sohbeti okurken siz de kendinizden çok şey bulacaksınız.

-İlk kitabınız ‘Işıklar Söndükten Sonra’ çok büyük bir başarı gösterdi.  Kitabın çıkış fikri nasıl gelişti?  

Uzun zamandır hikâyeler yazıyordum zaten ama hiç kitap çıkarma fikrim olmadı. Sadece sosyal medya hesaplarımdan paylaşıyordum. 60’tan fazla hikâye, bir o kadar da denemem oldu. Bu hikâyeler çevrem tarafından çok beğenildi ve ‘Artık bunları kitaplaştır’ istekleri gelmeye başladı. Öyle olunca daha fazla yazmaya başladım ve ilk kitabım olan ‘Işıklar Söndükten Sonra’yı çıkardım. Hatırda kalmaz satırda kalır…

-Yazma sürecinizde ilham kaynağınız ne oldu? Hikâyeler nasıl oluştu kafanızda?

Planlı bir şekilde değil de ilham geldikçe yazdım aslında. Kitap çıkarmak amacıyla da yazmadım bu hikâyelerimi. Hissettiğimde, duygulandığımda, kendimi iyi hissetmek istediğim zamanlarda yazdım. Hikâyelerin sonunu da düşünmeden yazdım. Kendiliğinden aktı gitti hikâyeler yani… Hiçbirini sonu şöyle olsun diye yazmadım. Kendileri aktı gitti… Nereye giderse onu yazıyorum. Aynısını tekrar yazamam mesela. 

-Kitabınızın bugünlerde 2. baskısı çıkmış. İlk kez kitap çıkaran bir yazar olarak kısa zamanda bu başarıyı nasıl yakaladınız?

Kitabım ilk etapta 500 adet basıldı ve kısa sürede hepsi satıldı. 40 Kitap’la çalıştım. Hiç reklam çalışması da yapmadım. Medya desteği de almadım. Gerek de duymadım aslında. Çünkü maddi bir kaygım yoktu bu eserde. Sadece yazdıklarımı ölümsüzleştirmek, arkamda kalıcı bir şey bırakmak istedim. Şimdi 2. baskı çıktı ve e-kitap formatında da satılmaya başladı. İlerleyen zamanda İngilizce çevirisini de çıkarmayı düşünüyoruz.

‘HİKÂYELERİN UCU ÇOK AÇIK’

-Herkesi bu kadar hayran bırakan kitabınızın içeriğinden de bahsedelim mi biraz…

Realist bir kitap; aynı zamanda romantik... Ama bu bizim anladığımız bir romantizm değil. Romantizm aslında memleket demektir. Memlekete yönelme-anlatma demektir. Döneminin memleketini anlatması… Bu romantizmdir. Sadece o günü değil, biraz geriye gitmek, halka inmek, memleketine bakmak, taşrayı anlatmak da romantizmdir.

Fransız Devrimi’nden sonra Milliyetçilik kavramı ortaya çıktı. Bu durum edebiyata da yansıdı elbette. Türk edebiyatında da Ömer Seyfettin gibi yazarlarımız milli konuları ele aldı. Bu eserler romantizmin etkisiyle yazıldı. Memleket ve Anadolu’yu anlatmak romantizm akımının bir yansımasıdır.

Kitabımı aynı zamanda ‘büyülü gerçekçi’ olarak da tanımlayabilirim. Büyülü gerçekçiliğin içinde kısmen şiirsellik de vardır. Net bir sonuç tam olarak verilmez. Okuyucuyu düşünmeye sevk eder. Tekrar tekrar okumaya müsaittir. İçinde mitoloji de vardır.

Kitap 51 hikâyeden oluşuyor. Kitabıma ismini verdiğim ‘Işıklar Söndükten Sonra’ da bu hikâyelerden biri ve en uzun olanı. İki de şiirim var içinde; biri kitabın başında diğeri sonunda. Her hikâyenin bir teması var. Ama bunlar bir araya geldiği zaman mozaik bir tablo da oluşturuyor. Hikâyelerin yüzde 80’i Kars’ı, diğer kısmı Bursa’yı anlatıyor. Memleketimin hikâyeleri de diyebilirim. Genel yaşantıyı Kars coğrafyasında anlatıyor. Üretim, iklim, bölgenin anatomisi gibi temaları hikâyelerimde işlemeye çalıştım.

Herkes kendine göre bir anlam çıkarıyor bu kitapta. Çok ucu açık hikâyeler çünkü. Kitabın adı da en uzun ve en hacimli hikâyem olan ‘Işıklar Söndükten Sonra’ oldu.

Başlıklar kitapları öldürmemeli. Örneğin kişisel gelişim kitaplarında olduğu gibi (İyi İnsanların Yazgıları Kötüdür.) Böyle olunca kitabı okumaya gerek kalmıyor; her şeyi en başta veriyorsunuz okuyucuya.

’DÜŞÜNMEYİ UNUTTUK’

-Kişisel gelişim kitaplarını nasıl değerlendiriyorsunuz peki?

Bu tür, son zamanların moda hastalığı oldu biraz… İnsanlara bencillik aşılanıyor. Bizi çok körelttiler. Dışarıya bakmaz olduk. Kendi dünyalarımıza çok fazla çekildik. Kişisel gelişimle ilgilenen birinin biraz çevreyi de gözlemesi lazım. Gözlem yok, bunu unuttuk. Malum internet çağındayız. Her şey hazır geliyor önümüze.  Böyle olunca düşünmeyi de unuttuk. Okurlar, kişisel gelişim yerine felsefe, tasavvuf okuyabilir. Bunlar bizleri düşünmeye sevk edecektir.

‘TABİAT KESKİN NİŞANCIYA BENZER’

-Işıklar Söndükten Sonra hikâyesi nasıl ortaya çıktı?

Mersin’de ‘1984’ romanını okuyordum. Ne çağrıştırdı bana bilmiyorum, kalktım yürümeye başladım. Zeytin ağaçları ve harabe evler vardı. Gölge gibi bir şey gördüm sanki. Orda bir şeyler düştü içime. Ertesi gün telefonu elime aldım ve bu hikâye çıktı ortaya. Genç adam yürürken birden ışıklar söndü…  Hikâyede bir gün bütün insanlar ve insanlığa dair her şey birden yok oluyor; binaların duvarları hariç. Düşünsenize ne yapardınız?

Hikâyenin kahramanı medeniyetin yok olup gitmesiyle özüne dönüyor, bencilliği artıyor ve eski ilkel insana yaklaşıyor. Hem de bu çok hızlı oluyor. Sosyal bağlar, sevgi, paylaşım, fedakârlık gibi binlerce yılda oluşmuş kavramlar yerini ışık hızıyla hayatta kalma, yeni duruma hemen uyum sağlamaya bırakıyor.

Yaptığım en güzel şey bu hikâyeyi yazmak oldu. İnsanoğlunun bu dünyadaki tabir-i caizse delirmişliğinin, zıvanadan çıkmasının bedelini anlattım. İnsanların bu dünyadaki varlığı çok da garanti değil. İnsanlar dünyanın ve tabiatın kendileri için yaratıldığını düşünüyor. Öyle bir şey yok. Biz dünyanın sahibi değiliz. Elma biz yiyelim diye olmuyor. Horozlar biz uyanalım diye ötmüyor. Biz dünyadan küçüğüz; biraz haddimizi bilmeliyiz. Tabiat keskin nişancıya benzer. Kafasını fazla kaldıran türü anında indirir. İnsanoğlu da kafasını biraz fazla kaldırıyor. Bunu unutmayalım.

Velhasıl hikâyenin içinde çok şey var. Herkes çok farklı bir dünya görecek orada.

-Kitabınızda yöresel kelimeler de kullanmışsınız? Yaşar Kemal de bunu çok yapar…

Evet, yöresel kelimeleri bilinçli olarak kullandım. İlk baskıda anlamlarını özellikle yazmadım çünkü okuyucuyu da biraz araştırsın ya da kelimelerin anlamını cümlelerin akışında kendisi çözsün istedim. Örneğin ‘bulak’ kelimesi var. Bunu gibi daha çok yerel sözcük var. Bunların Türkiye Türkçesi’ne katılması gerektiğini düşünüyorum. 

‘HERKES YALNIZ’

-Kitabınızda geçen ‘Yazgısal Yalnızlık’ın sizdeki anlamı nedir?

Aslında hepimiz yalnızız. Mesela Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna, Dostoyevski’nin Beyaz Geceler eserlerinde de yalnızlık çok derin işlenir. Yazgısal yalnızlığımız… İster evli, ister bekar, ister büyük bir kalabalık içinde olun. O yalnızlık hep bir yerlerde vardır. İnsan aslında hiç kimseyle tam bir anlam bütünlüğü kuramaz. Deli gibi aşık olursun, çok yoğun duygular yaşarsın ama sonuç itibariyle yalnızsındır ve bu bir yazgıdır.  

-Bu kitapla nasıl bir bağ kurdunuz? ‘Çocuğum gibi’ dediniz…

Bu kitaba çok güveniyorum bir kere. Zaten satış rakamları da bunu gösterdi. Yalnızca edebiyatta tek ölçüt ‘zaman’dır. Bunu aynı zamanda bir edebiyat öğretmeni olarak da söylüyorum. Kitabın gerçek değerini zaman verir. Bu kitabın iyi olup olmadığını da zaman gösterecek. Türk ve dünya edebiyatında hak ettiği yere ulaşacağından eminim ben.

2. VE 3. KİTAPLAR YOLDA

-Bundan sonraki eserlerinize değinsek biraz da… Yine aynı başarıyı yakalayabileceğinizi düşünüyor musunuz?

İkinci kitap tamam ama hala üzerinde çalışıyoruz. Adı henüz belli değil. Denemelerden oluşacak. Anlaşılmak, sevgi, dostluk kavramları üzerinde şekillendi. 3. kitabımı da yazma aşamasındayım. Roman türünde olacak. Konusu gerçekten çok ilginç.

-Ağırlıklı olarak hangi yazarlardan beslendiniz?

Türk edebiyatında Yaşar Kemal ve Sabahattin Ali’nin tarzını çok beğeniyorum. Sabahattin Ali yaşasaydı Türk edebiyatının Dostoyevski’si olabilirdi. Dünya edebiyatından ise neredeyse her milletin kitaplarını okudum. Dostoyevski ve Tolstoy’un tüm eserleri bitti. Onun dışında Turgenyev, Cengiz Aytmatov, Mihail Şolohov, Maksim Gorki, Nikolay Gogol, Aleksandr Puşkin…

Ama asıl edebi başarı Azerbaycan’dan çıkmış bence. Ismayıl Şıhlı’nın Deli Kür’ü bana göre dünyada ilk 3’tedir. Üstünden 70-80 yıl geçmiş ama hala günümüzden bir şeyler bulabiliyoruz. Orada bir karakter var. Bugün bile iyi mi yoksa kötü bir karakter mi olduğunu bilemiyorsunuz. Okuduğumda bir insan elinden çıktığına inanamadım. Büyülenmiş gibiydim…

Not: Soner Yağışan, kitaptaki ‘Gök Dağlarının Yuvaları’ adlı hikâyenin MEB tarafından düzenlenen Hasan Ali Yücel Hikâye Yarışması’nda birinci olduğunu söyleyerek, alacak olduğu belki nice ödüllerin de yolunu açtığını gösterdi okuyucuya…

Kaynak: Serap Öztürk

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.