Kırk yılı aşkın bir süredir Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri olan terör belası, tarihimizin en kritik eşiklerinden birinden geçiyor. PKK terör örgütü, kuruluşundan bu yana ilk kez resmen silah bırakıp kendini feshettiğini ilan etti. Bu karar, sadece bir örgütün sona ermesi değil; aynı zamanda Türk-Kürt kardeşliğinin önündeki en büyük engellerden birinin kalkması anlamına da geliyor.
PKK, 27 Kasım 1978’de Abdullah Öcalan liderliğinde, Marksist-Leninist bir ideolojiyle kuruldu. Amacı; Türkiye’nin doğusu ve güneydoğusunda, ayrıca Irak, İran ve Suriye'nin bazı bölgelerinde sözde bir “öz yönetim” kurarak bu toprakları kontrol altına almaktı. Yıllar boyunca binlerce insanın hayatına mal olan bu örgüt; kan dökerek, yakarak, yıkarak ülkemizi zayıflatmaya çalıştı. Ancak başarılı olamadı. Türkler ve Kürtler, bin yıllık kardeşliğin mayasını her türlü provokasyona rağmen korumayı başardı.
Bugün Türkiye’nin dört bir yanında, Türk ve Kürt vatandaşlarımız el ele, omuz omuza yaşıyor. Bu birlikteliği yıkmak için dış güçlerin desteğini de arkasına alan PKK, ne halkımızı bölmeyi ne de devletimizi dize getirmeyi başarabildi. Çünkü Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur teorisi artık değişiyor: “Türk’ün Kürt’ten başka dostu yoktur.”
Bu kardeşliğin kökleri o kadar derin ki, kimimizin ailesinde hem Türk hem Kürt soyları iç içe geçmiş durumda. Evliliklerle, dostluklarla, ortak mücadelelerle yoğrulmuş bu topraklarda, halklar arasında ayrım yapmak artık akıl dışı bir çabadır. En radikal Türk milliyetçisinin de en keskin Kürt siyasetçisinin de aynı aile sofrasında buluşabildiği bir ülkede, silaha yer olmamalıydı; artık olmayacak.
Devlet Bahçeli’nin 2024 Ekim ayında TBMM kürsüsünden yaptığı çağrı ve ardından Öcalan’ın bu çağrıya destek vermesiyle başlayan süreç, 5-7 Mayıs tarihlerinde yapılan PKK kongresiyle yeni bir döneme evrildi. Silahların susmasıyla birlikte Türkiye'de yeni bir toplumsal sözleşmenin kapısı aralandı. Ancak dikkat çeken bir ayrıntı var: Örgüt, Türkiye sınırları dışındaki – Suriye, Irak ve İran’daki – yan kollarına ilişkin net bir açıklama yapmadı. Yani tehdit tamamen ortadan kalkmış değil, ama en azından ülkemiz içindeki terör faaliyeti fiilen sona ermiş durumda.
Peki şimdi ne olacak?
PKK'nın feshiyle birlikte, Türkiye'nin demokrasi yolculuğunda yeni sorular da gündeme geliyor. Terörist başının İmralı’daki tutukluluk hali sürecek mi, yoksa farklı koşullar mı sağlanacak?
DEM Parti’nin kayyum atanan belediyelerine ne olacak?
Selahattin Demirtaş için bir hukuk yolu açılacak mı?
Bu soruların her biri tartışılmalı, konuşulmalı; ama unutulmaması gereken en temel gerçek şudur: Akan kanın durması, artık siyasetin konuşması gereken bir döneme girildiğini gösteriyor.
DEM Parti'nin, PKK’nın vesayetinden tamamen kurtulup, Türkiye’nin tüm seçmenlerine hitap eden gerçek bir demokratik temsilciye dönüşmesi bu sürecin en kritik aşaması olacak. Bundan böyle silahla değil, sözle, oyla, fikirle mücadele zamanı. Dünya, hak arayışlarının ancak demokratik yollarla anlam kazandığını biliyor. Türkiye de bu sınavı başarıyla geçebilir.
Yıllardır teröre harcanan yüz milyarlarca liranın, artık kalkınmaya, eğitime, sağlığa, teknolojiye ayrılacağı bir Türkiye hayal değil. Yeter ki bu barış ve kardeşlik iklimi siyaset malzemesi yapılmadan, samimiyetle sürdürülsün.
Gelinen noktada…
PKK’nın silah bırakması, elbette Türkiye için büyük bir kazanımdır. Ancak bu kazanımın gerçek anlamda bir barışa, bir normalleşmeye evrilebilmesi için iki tarafın da birbirine güven telkin eden adımlar atması gerekir.
İşte o zaman…
Bu topraklar, bin yıl önce nasıl birlikte savunulduysa, bugün de birlikte inşa edilecektir.
SAĞLIKLA KALIN