1987 doğumlular artık 40 yaşına dayandı. Çoluk çocuğa karıştılar. 5-10 yıl içerisinde de torun sahibi olacaklar. Türkiye'nin Avrupa Birliği macerası da o yıllarda başladı. 14 Nisan 1987'de Avrupa Ekonomik Topluluğu'na resmi üyelik başvurumuz ile rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal döneminde ilk adımı attık. Avrupa Komisyonu, Aralık 1989'da üyeliğimizi teyit etmekle birlikte Türkiye'nin Yunanistan ile olan ilişkileri ve Kıbrıs'ta yaşanan durumu bahane ederek müzakerelere başlamayı erteleme yoluna gitti.
2000'li yıllara geldiğimizde üye olabilmemiz için önümüze yeni şartlar koydular. 20 Haziran 2013'te de hükümeti devirmek için organize edilen Gezi Olayları'na yapılan müdahale bahane edilerek, Almanya tarafından Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılım müzakerelerinin başlaması engellendi. 2017 yılı Temmuz ayında, Avrupa Parlamentosu AB ile Türkiye arasındaki tam üyelik müzakerelerinin askıya alınmasını onayladı.
2018'de Avusturya Şansölyesi, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılım müzakerelerine karşı çıktı ve durdurulması çağrısında bulundu. 13 Mart 2019'da Avrupa Parlamentosu oy birliğiyle, Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki tam üyelik müzakerelerinin durdurulmasına yönelik karar aldı. Birliğe katılmamamız için önümüze çıkartılan engelleri tarih sırasına göre çoğaltmak mümkün ama kafa karıştırmamak adına birkaç tanesini hatırlamak dahi yeterli.
Biz Avrupa Birliği kapısından içeriye girmek için yıllarca mücadele ederken birlik kendi içerisinde sorunlar yaşamaya başladı. Avrupa'nın lokomotif ülkelerinden İngiltere, kendi ülkesinde yaptığı referanduma uygun olarak Avrupa Birliği'nden ayrıldığını açıkladı. Elbette onların da kendilerine göre bahaneleri var. Türkiye'de insan hakları ihlalleri, hukukun üstünlüğü arasındaki eksikler, Türk politikalarının Kopenhag kriterlerini ihlal ettiği başlıca söylemleri.
15 Aralık 2021 tarihinde, Avrupa Birliği Konseyi, Türkiye'nin üyelik müzakerelerini tamamen dondurarak asıl düşüncesini, en gerçekçi şekilde ortaya koymuştu. Ülkemizi insan hakları ihlali ve hukuk kurallarına uymamakla suçlayan Avrupa ülkelerinin, terörist devlet İsrail'in Gazze'de yaptığı Müslüman katliamına nasıl destek verdiğini hep beraber gördük. Katil Netanyahu bu soykırıma henüz yeni başlamışken Avrupa Birliği'ne üye ülkelerin başbakanları ve cumhurbaşkanları adeta tek sıra halinde Netanyahu'ya destek ziyaretleri için İsrail'e gitmişlerdi.
Türkiye'ye demokrasi ve insan hakları dersi vermeye kalkan Avrupa, yıllar boyu Afrika'da yaptığı soykırım ve sömürgecilikleriyle, son olarak Gazze’deki soykırım için İsrail'in yanında olması ile aslında kendilerinin bu vasıfların yanından bile geçmediğini bariz olarak gösterdi.
Son zamanlarda da görüyoruz ki, Avrupa'da aşırı sağ partilerin oylarında ciddi bir yükseliş var. Müslüman düşmanlığını ön planda tutan bu partiler adından daha çok söz ettirir hale geldi. Fransa, Hollanda, İsveç, İtalya ve son olarak da Almanya'da ırkçıların oy oranları günden güne artıyor. Bu da bize gösteriyor ki, Müslüman bir ülke olarak Avrupa Birliği'ne dahil olmamız artık daha da imkansız hale geldi.
Osmanlı'nın yıkılışına ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması için verdiğimiz Kurtuluş Savaşı yıllarına baktığımızda, topraklarımızı dört bir yandan işgal eden ülkelerden, Avrupa Birliği'ne girmemiz için destek arıyoruz. Bu destek bize verilir mi, sonuca ulaşır mıyız? Cevap, maalesef olumsuz.
Haçlı Birliği zihniyeti ile hareket eden Avrupa, kesinlikle bizi kendi içine kabul etmeyecektir. Müslüman ve Türk oluşumuz sebebiyle bize düşmanlık besleyen Avrupalılardan da farklı bir davranış beklemek yanlış olur. Ancak ve ancak onlara boyun eğip, sömürülmeyi kabul edersek bir ihtimal bize daha farklı yaklaşabilirler. Kendi beynimizde, Avrupa Birliği'ne girme beklentisine nokta koyma zamanımız çoktan geldi. Ulus milliyetçiliğinin yükseldiği ve ilerleyen yıllarda büyük ihtimalle dağılacağını öngördüğümüz Avrupa Birliği'ne katılmak yerine başka birlik arayışlarına ağırlık verip gücümüzü arttırmak geleceğimiz için çok daha gerçekçidir.
SAĞLICAKLA KALIN