Hava Durumu

Protein ve zekâ

Yazının Giriş Tarihi: 27.08.2025 00:05
Yazının Güncellenme Tarihi: 27.08.2025 00:05

Sosyal medya adını taktığımız aslında medya ile alakası olmayan birçok yalan haberin zincirleme olarak paylaşıldığı platformlara ne kadar karşı çıksak da zaman zaman göz ucuyla da olsa bakmaktan kendimizi alamıyoruz. Bu alanlarda yapılan bazı paylaşımlar tamamen provokasyon amaçlı olurken bir bölümünün de gerçekleri yansıttığına şahit oluyoruz. Fakat bu gerçekler yansıtılırken içine katılan abartılara karşı da dikkatli olmamız gerekli. Çünkü bu paylaşımları yapanlar daha çok izlenme ya da tıklanma alabilmek için hamura katılan kabartma tozu misali dikkat çekmek istedikleri konuları farklı kulvarlara çekerek kullanıcılara sunabiliyorlar.

Ekonomi ile ilgili yapılan paylaşımlar, yaşadığımız sıkıntılar sebebiyle dikkat çekenlerin başında geliyor. Türkiye'de şu kadar yılda araba alınırken, Almanya'da aynı araba şu kadar ay çalışarak alınabiliyor ya da herhangi bir Avrupa ülkesinde bir günlük mesai karşılığında markete gidilince sepet bu kadar doldurulurken, Türkiye'deki bir günlük mesai karşılığında marketten alınan ürünler videolu olarak karşılaştırılıp servis edilebiliyor.

Çalışan ve emeklilerin maaşlarının yetersizliği ile açlık ve yoksulluk sınırı sürekli yükselirken, emek karşılığı alınan ücrette bir yükselme olmayınca bu tür paylaşımların izlenme oranları zirve yapıyor. Almanya bizi ne kadar kıskanıyor diye daha çok merak eder hale geliyoruz. Bu yaz sosyal medyada en çok ses getiren videoların başında, Avrupa ülkelerinden Türkiye'ye tatile gelen gurbetçilerin yaptığı açıklamalar var. Uzun yıllardır Almanya, başta olmak üzere Hollanda, Belçika, Fransa gibi ülkelerde çalışıp her yaz ortalama bir aylığına memlekete gelen yüzbinlerce gurbetçimiz mevcut.

Hepimiz, çocukluğumuzdan az çok hatırlarız, yaz aylarında Türkiye'ye gelen gurbetçiler akrabalarına ve mahallenin çocuklarına ufak tefek de olsa hediyeler getirirlerdi. Bazen ülkemizde olmayan çikolata çeşitleri, bazen ufak tefek elektronik eşyalar ve yine yerelde bulunmayan oyuncak çeşitleri en revaçta olanlardı. 80'li yıllardan hafızamda kalan bir olay, Almanya'dan gelen bir akrabamızın getirdiği diş macunuydu. Diş fırçasına sürmek için macun tüpünü sıkınca içinden çıkan iki renkli kırmızı beyaz diş macunu çocukluğumun en büyük sürprizlerinden biri olmuştu.

Ortalama 5-6 yıl sonra aynı ürünü Türkiye'de de görmeye başladık. Fakat 70'li ve 80'li yıllarda gurbetçilerimizin getirdiği birçok Avrupa ürünü kendi kategorilerinde ilk defa gördüklerimizden oluşuyordu. Devir değişti, artık orada ne varsa aynısından hatta aynı marka ile ülkemizde de mevcut. Durum böyle olunca mesele alım gücüne doğru evrildi. Onlar Avrupa ülkelerinde, biz Türkiye'de çalışıyoruz hatta çalışma saatlerimiz onlardan daha fazla. Döktüğümüz alın teri ve çalışarak tükettiğimiz ömrümüzün karşılığında “onlar ve bizler” şeklinde ayrıma giderek hesap yapmaya başladık. Özellikle gurbetçilerimiz yaptıkları sokak röportajlarında, "Avrupa'da durum kötü, halinize şükredin" diye 22.104 Lira maaş alan asgari ücretliye ve 16.000 Lira civarı emekli maaşı ile yaşamaya çalışan emeklilerimize nasihat verilince sinir katsayımız istemsiz bir şekilde yükselir oldu.

Gurbetçilerimizden bir tanesinin "Biz, Türkiye'de bir ay tatil yapabilmek için Almanya'da 11 ay çalışıyoruz" demesi de bardağı taşıran son damla haline geldi. Belli ki kendisi, üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye'de, milyonlarca alt- orta gelirli tabakanın 11 ay değil 12 ay çalıştığı halde, evine en yakın sahil kenarında bile bir hafta tatil yapma imkânına sahip olmadığından habersiz.

O, ne kadar bundan habersiz olsa da biz bunu idrak edecek bir zekâ seviyesine sahibiz, fakat korkum odur ki önümüzdeki yıllarda bu seviyeyi kaybetme tehlikemiz var. Malum, zekâ gelişiminde proteinin önemi tartışılmaz. Bunu bize sağlayacak en önemli ürünler de et, yumurta, süt, peynir gibi gıdalar. Bu gıdalardan yoksun olarak yetişen çocukların ilerleyen yıllarda özellikle matematik ağırlıklı konularda başarılı olmalarını beklemek pek mümkün değil.

Ülkemizde ki et fiyatlarının yüksekliğini tartışmaya gerek yok. Toplumun geneli olarak, etli yemekleri unutmuş tabakları sofralarımıza koyuyoruz. Son zamanlarda, yumurta fiyatlarındaki çılgın yükseliş de dar gelirlinin protein ihtiyacını karşılamasına ayrı bir darbe vurdu. Geçmişte garibanın karnını doyurma yöntemi olan peynir-ekmek ikilisi de peynir fiyatlarının el yakmasından dolayı, peynirin jübile yapması ile yerini sadece ekmeğe bıraktı.

OECD-FAO raporuna göre Avrupa ülkelerinde kişi başı kırmızı et tüketimi 34,5 kilo iken Türkiye'de sadece 16,6 kilo. Yani yediğimiz kırmızı et, Avrupa'daki kişi başına düşen miktara göre yarı yarıyadan daha az. Gelelim ekmek tüketimine. Dünyada kişi başı yıllık ekmek tüketiminde 1. sırada yer alıyoruz. Bizdeki ekmek tüketimi kişi başı ortalama olarak yıllık 200 kilogram civarında iken bu rakam Yunanistan'da 57 Almanya'da 54, İsviçre'de 39 kilogram.

Genel olarak tükettiğimiz ekmeğin adı beyaz ekmek. Bu ekmeğin içinde bulunan gluten beynimize olumsuz etki etmekte. Bu etkiler arasında konstrasyon problemleri, unutkanlık ve zihinsel netlik kaybını sayabiliriz. Glutenin zararları arasında unutkanlık yaratması ilk sırada yer alıyor.

Dünya sıralamasına göre beyin gelişimine faydalı kırmızı eti fiyatından dolayı az tüketen ve ucuza karnımızı doyurmak için gluten içeren ekmeği bol bol yiyen bir toplum olarak, ilerleyen zamanlarda, son model arabalarla gelip, Türkiye'nin en güzel yerlerinde bir ay tatil yapan gurbetçilerimizin bize verdiği nasihatleri gerçek zannedebiliriz. Yaşadığımız şartlar bizi bu duruma sürüklemekte.

SAĞLICAKLA KALIN…

Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.