1 Mayıs İşçi Bayramı’na az bir süre kaldı.
Gün yaklaşırken, Bursa’da ‘Emek ve Endüstri Tarihi Uluslararası Sempozyumu’ da başladı.
Bursa Büyükşehir Belediyesi ve Tarih Vakfı iş birliğiyle düzenlenen sempozyum için Merinos’a koştum.
Köle emeğinden, ücretli işgücüne geçişe kadar geniş yelpazede emeğin evrimi iki gün boyunca akademik perspektifte konuşulacak, incelenecek.
Elbette kıymetli ancak ilgi düşük!
‘Akademik’ ifadesinin bir kez daha altını çizmeliyim.
Toplum olarak yalnızca kulaktan dolma bilgilerle ve sosyal medyada gördüğümüz birkaç cümle ile hayatımızı idame ettiriyoruz.
Daha fazlasını bilmeye kimsenin ihtiyacı, isteği ve haliyle gayreti yok.
Olur da merak eden olursa diye ben sempozyum açılışında konuşma yapan Tarih Vakfı Genel Sekreteri ve Eş Başkanı Nurşen Gürboğa’dan öğrendiklerimi aktaracağım.
-Üniversite eğitimimle yakından ilişkisi olan konu; benim ilgi alanıma da girdiği için her bir cümleyi pürdikkat dinledim.
Siyasi hamasetten uzak, yalın ve öğreti amacı taşıyan açıklamaları dinlemeyi özlemişim…-
***
İşçi, emekçi, işveren, patron, müdür, personel…
Bu kavramları hepimiz kullanıyoruz ve de sistemin bir parçası olarak bu ünvanları alıyoruz.
Sanki dünya var olduğundan bu yana hep böyleymişçesine sermayeye boyun eğmeye devam ediyoruz.
Ancak sürecin tarihsel gelişimi ve Bursa’nın da bu akışta çok önemli bir yeri var!
Sempozyumun hazırlığının 6 aya yakın sürdüğünü ifade eden Gürboğa, “Emek ve endüstri tarihinde karşımıza hep Bursa çıkıyor” diyerek söze başladı:
“Türkiye’nin önde gelen sanayi şehirlerinden birisi burası ve 2024 verilerine göre en kalabalık 4. şehir. Tipik bir sanayi ve emekçi kenti. Öncü sektörlere bakınca karşımıza; tekstil çıkıyor. Ancak bununla sınırlı değil. Osmanlı’dan itibaren ‘Han üretimi’ ve ipekçilik başı çekmiş. Otomotivi de hesaba katınca Bursa; sermaye birikiminin de öncüsü. Otomotiv yan sanayi, makine ve makine yan sanayi, güçlü bir kimya sektörü… Saymakla bitmiyor. Tarımsal üretim de bölgede lokomotif. Dolayısıyla binlerce işçinin yurdu Bursa…”
Her ne kadar tarihsel gelişimiyle her şeyin merkezi yaşadığımız şehir görünse de ne yazık ki işçi bilinci bir o kadar geriye düşmüş.
Bazı sendikaların çabasıyla ayakta durmaya çalışan ‘emekçi gücü’; dönem dönem grevlerde kendisini gösterse de kurumsal olmayan iş yerlerinde yok olmaya mahkûm bırakılmış.
İster kapitalizm deyin ister ekonomik şartlar…
Biz Fransa’da devrimlerin önünü açan topluluklara sahip olamayacağız.
Çünkü ‘emeğe-emekçiye’ sahip çıkma meselesi tabana hiç yayılmamış.
Tarih ve hak bilmemekten, insana değer vermemekten hep!
***
Gürboğa; “Bursa 19. ya da 20. yüzyılın sanayileşmesinin ürünü değil; 14. yüzyıla kadar süreci götürebiliriz. Osmanlı’ya başkent olması da bölgede; vakıfların varlığının, güvenliğin, altyapı çalışmalarının, ticaretin, zanaatın, Lonca düzeninin olmasını sağlamış. Sanayi devriminin geç çocuğu Bursa, çok hızlı bir sıçrama ile tüm devletçilik süreçlerinde de öncü olmuş. Sümerbank Merinos Yünlü Sanayi Dokuma Fabrikası bunun en tipik örneği” diyerek konuşmasını sürdürdü.
Peki, bugün bu tarihi birikim bize ne sağlıyor?
Türkiye’de neyin, nasıl işlediğini analiz edebilmemiz için bir plato burası.
Tabii eğer bunu fark etmek, bilmek istiyorsak.
Sempozyum kitapçığında şu açıklamaya denk geldim:
“Erken modern Osmanlı toplumunda köle emeği tarımsal üretimden zanaatlara ve ev içi hizmetlere kadar imparatorluğun hemen her bölgesinde yaygın şekilde kullanılırken; 18. yüzyılın başından itibaren siyasi konjonktür, devletlerarası antlaşmalar, devam eden savaşlar, İstanbul başta olmak üzere değişmeye başlayan kültürel trendler ve tüketim kalıplarından Osmanlı emek piyasası doğrudan etkilenmiş; köle emeği yerini ücretli iş gücüne bırakmaya başlamıştır.”
***
Sistemin adı değişirken; niteliğin evrimi, sınıfın bilinç düzeyine bağlıdır.
Bugün geldiğimiz süreçte ücretli sınıf yine köleleşme yolundadır!