Benzer yazıları daha önce de kaleme aldık.
‘Bu son olsun’ dedik.
Ama ne yazık ki devam ediyor hem de şiddetini artırarak.
Acının, üzüntünün, ruhumuzun dehşete düşerek kıvranışını anlatmaya kelimeler de yetmiyor artık.
Zihnimde ya da vicdan mahkemesinde sorumlusu kim bulamıyorum.
Devlet, kanun, siyasi partiler, yöneticiler…
Hangisi yaşanılan ‘çürümüşlüğün’ tek başına sebebi?
Çocukların en güvenli olacağı yer aile değil miydi?
Eskiden sosyal bilgiler dersinde ‘aile’ kavramı üzerinde durulur, mutluluğun resmine benzeyen karelerden ders işlenirdi.
Soba başında oturan, sohbet ederken el işi yapan anne ve gazete okuyan baba, resim yapan, oyun oynayan ya da kitap okuyan çocuk.
Bazılarında kareye amcalar, teyzeler de eklenir; aile portresi genişletilirdi.
Ya şimdi?
Her kayıp çocuk vakasından sonra aklımıza ilk amca ya da dayı geliyor!
Yanılmıyor oluşumuz midemizi bulandırıyor.
Bundan sonra her yeni doğan çocukla birlikte koruma kalkanı devreye girecek; kameralarla izlemeye mi başlanacak?
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk:
‘Vatanı korumak, çocukları korumakla başlar’ demişti.
Şimdi devlet, kanunlar kimi kimden koruyacak?
İşte aciz olmak böyle bir şey.
Düşmanı bilmiyoruz ki önlem alalım.
***
Narin diyeceğim, doğru cümleleri yazabilmek için derin bir nefes alacağım.
Sonra aklıma Leyla -2018 yılında 4 yaşındaki minik Leyla’nın cansız bedeni, 18 gün sonra köyünün 3 km uzağında bulunmuş, babasının kuzeni tarafından istismar edildikten sonra öldürüldüğü ortaya çıkmıştı- gelecek.
Bitmeyecek…
Eylül -Ankara Polatlı’da kaybolduktan sonra ölü bulunan 8 yaşındaki Eylül’ün otopsisinde vücudunda kesici delice alet izlerine rastlanmış, istismar sonrası boğularak öldürüldüğü belirlenmişti-,
Arda -Kocaeli’de düştü denilerek hastaneye kaldırılan 3 yaşındaki Arda’nın bağırsağında hasar bulunmuş, 16 günlük savaşın ardından hayatını kaybetmişti. İstismara uğradığı ve kafasında yanık olduğu tespit edilmişti-,
Pelda -12 yaşındayken dayısının oğlu tarafından kaçırılan ve 18 yaşına girmeden iki çocuk sahibi olan Pelda kalbinden vurularak öldürülmüştü-,
Ufuk -Hatay’da kayboluşunun ardından 8 gün boyunca aranan küçük Ufuk’un kaybolduktan 4 gün sonra hayatını kaybettiği ortaya çıkmıştı-,
Irmak -2016 yılında evinin önünde oynarken kaybolan Irmak’ın, komşusu tarafından istismara uğradığı ve vahşice öldürüldüğü tespit edilmişti-,
Gizem -2014’te Adana’daki evinin önünden kaybolan Gizem’in katili ablasının sevgilisi ve babasının kuzeni çıkmış, intikam almayı isteyen katil zanlıları küçük Gizem’i diri diri yakmıştı-
gelecek…
Utançtan susacağım!
***
Kayıp çocukların sayısı çok; başlarına gelenleri tarif etmek imkânsız.
Narin de yaşam hakkı elinden alınmış, okula başlayacağı gün cenazesi kaldırılmış masum bir çocuk.
Diyarbakır'da 21 Ağustos tarihinde kaybolan 8 yaşındaki Narin Güran'dan acı haber 19 gün sonra geldi.
Küçük kızın cansız bedeni köyün yakınındaki dere yatağında çuval içinde bulundu.
Narin'in cansız bedeninin bulunmasının ardından kızın annesi, babası ve kardeşi dâhil 24 kişi gözaltına alındı.
Otopsi işleminin tamamlandığını belirten Adalet Bakan Yılmaz Tunç, alınan örneklerin incelendikten sonra kesin ölüm nedenine ilişkin rapor düzenleneceğini belirtti.
Narin'e ait DNA'nın tespit edildiği otomobil de incelenmek üzere yeniden Adli Tıp Kurumu'na götürüldü.
Tüm gece sosyal medyadan da an be an gelişmeler paylaşıldı.
Ön raporda; cesetteki çürüme nedeniyle ölüm zamanına ilişkin bir beyanda bulunulamayacağı, kesin ölüm sebebinin moleküler incelemeler, patolojik çalışmalar ve İstanbul Adli Tıp Kurumu'na gönderilen numuneler üzerinde yapılacak incelemelerle belirlenebileceği ifade edildi.
‘İnşallah, istismara uğramamıştır’ diye dua eder olduk.
İnsan buna dua eder hâle nasıl gelir?
Resmi kurumlar tarafından yalanlanan bir takım istatistikler yayınlanıyor, iddialar ortaya atılıyor.
‘Türkiye’de kaybolan çocuk sayısı 3 kat arttı, yılda ortalama 10 bin günde 32 çocuk kaybolmaktadır!’ ifadesi internette dolanıyor.
Ne doğru ne yanlış bu bile belli değil.
Gerçekten de ‘kayıp çocuklar ülkesine’ mi dönüştük?