Artık her ne olursa olsun şaşırmayacağım diyorum, sonra kendimle çelişiyorum.
Gün geçmiyor ki ülkemizde absürt bir olay yaşanmasın!
Toplum olarak çok tuhaf hareketler sergilemeye başladık.
Bu bireyselde de böyle, kollektifte de.
Alınan ve uygulanan kararlar sanki üzerimizde deney yapılıyormuş hissi uyandırıyor artık.
Ya da bir komedi filminin sahne çekimine istemsizce dahil olmuşuz gibi…
Günler önce İstanbul Üniversitesi rektörlüğü, okulun tüm kampüslerinde kapıların herkes için ziyarete açıldığını duyurdu.
Bazı şeylerin tecrit ediliyor olması, muhakkak halkta merak uyandırıyor.
Dünyanın artık ‘duvarsız üniversite’ konseptini tartıştığını söyleyen Rektör Prof. Dr. Osman Bülent Zülfikar, “Üniversitenin kapısı parmaklıklarla kapalı olamaz” demişti.
Okulun simgesi haline gelen Beyazıt kampüsünün yanı sıra Laleli, Horhor, Avcılar, Çapa, Şişli, Kadıköy, Bahçeköy, Bakırköy ve Büyükçekmece'de bulunan yerleşkeleri de hafta içi sabah 08.30'dan akşam 17.00'ye kadar ziyarete açık olacak.
Zaten Bursa, Eskişehir, İzmir gibi şehirlerde üniversiteler ulaşılması imkânsız yerler değil.
Buraya kadar bir sorun yok.
Ama ya sonra…
Dışarıdan birçok kişinin girip gezebildiği bir yer haline gelen İstanbul Üniversitesi kampüsünde, vatandaşlar ders aralarında amfilere girip izinsiz fotoğraf çekmeye başladı.
Bu durumda olay çıkması kaçınılmaz son.
Ne gereği var, hiç mi öğrenci görmediniz?
Nasıl, manzara güzel mi?
Karara yönelik öğrenciler merkez kampüsü önünde basın açıklaması yaptı.
Bu metni özetleyerek doğrudan sizlere sunuyorum.
Çünkü durumu en iyi derdin sahibi anlatabiliyor.
Haberlerde yer alan bilgilere göre; uygulamayı kabul etmediklerini belirten öğrencilerin açıklamasında şu ifadeler yer alıyor:
“Üniversitelerin halk ve öğrenci arasında bir ‘bilim köprüsü’ olması ancak güvenli kampüslerin inşa edildiği, karar süreçlerine tüm bileşenlerin dahil olduğu ve akademide özgürce bilim yapılabildiği bir yaklaşımda mümkündür. ‘Duvarsız Üniversite’ ise öğrencilerin fakülteler ve kampüslerde özgürce dolaştığı, taciz ve saldırı korkusu yaşamadan güvende hissettiği, sosyal aktiviteler ve üniversite yaşamına katılabildiği mekandır.”
Üniversitenin öğrencilerine geçen döneme kadar fakülteler arası giriş yasağı uyguladığı belirtilen açıklamada, sosyal alanların ve kulüp etkinliklerinin kısıtlandığı, taleplerine rağmen okulun geleneksel şenliklerine izin verilmediği de vurgulandı.
Üniversiteye ayrılan bütçe için de öğrencilerin söyleyecekleri vardı:
“Günümüzde eğitim ve araştırma halihazırda ticari bir faaliyet olarak değerlendirilirken kampüsün fiziki ortamının doğrudan ticarete açılması kabul edilemez. Ülke genelinde en çok bütçe ödeneğine sahip okullardan birisi olan İstanbul Üniversitesi’nin yemekhane ve kütüphanelerinin durumu, elindeki kaynak ve maddi güçle açıkça çelişmektedir.
Biz, İstanbul Üniversitesi öğrencileri olarak, kütüphane ve akademik kaynak bakımından eksik ve yetersiz okulumuzun ticarethaneye dönüşmesiyle birlikte, iddia edildiği üzere bilimsel bir merkez olmaktan gittikçe uzaklaşacağını biliyoruz…
Üniversitemizin tarihi düşünüldüğünde yalnızca öğrenciler değil, akademisyenler, personel ve üniversitenin bütün bileşenleri olası güvenlik açıkları sebebiyle, kampüste dahi, hedef haline gelebilir.”
Öğrencilerin talebi şu:
Alınan bu karar geri çekilsin.
Özgür, demokratik ve güvenli bir üniversite ortamı tüm üniversite bileşenleri için tahsis edilsin.
Fakülteler arası geçiş yasağı kaldırılsın.
Kampüs kapıları ziyaretçilere değil öğrencilere açılsın.
İstanbul Üniversitesi öğrencileri olarak duyuruyoruz; kampüslerin ziyaretçilere açılması kararı geri çekilene kadar net tavrımızı koruyacağız ve taleplerimizi ısrarla tekrar edeceğiz!
“İstanbul Üniversitesi, müze değil okul” başlığı bu durumda hafif kaldı.
Sosyal medyada konuyla ilgili ağır eleştiriler peş peşe geldi ve #iümüzedeğilokul kampanyası başlatıldı.
Kim suçlu?
Derse girip, öğrencilerin fotoğrafını çekmek nedir?
Buna nasıl izin veriliyor?
Mesela yarın bir gün ameliyathaneler de seyre açılır mı?
Dur durak yok, insanlar için her şey anında tüketilmesi gereken ürün haline geldi…