Her sene, 20 Kasım’da Dünya Çocuk Hakları Günü kapsamında çok sayıda etkinlik düzenleniyor.
Herkes çocukların, dini, dili, ırkı, rengi ne olursa olsun daha güzel bir dünyada yaşama hakkının olduğunu iyi biliyor.
Bu haklar uluslararası sözleşmelerle güvenceye altına alınıyor.
Ya da biz öyle olduğuna inanıyoruz.
Günümüzde hâlâ en çok çocuklar zarar görüyor, öldürülüyor.
Başka bir dünya için çalışmalar kifayetsiz kalıyor, hayal kurmaya devam ediyoruz…
Bugün olumsuzluklardan bahsetmeyi burada noktalıyor ve çocuklar için ‘Mektup Arkadaşım’ı tanıtmak istiyorum.
Fen Fakültesi Biyoloji bölümü mezunu olarak yazarların edebiyat mezunu olduğuna dair genel yargıyı yıkan isimlerden biri Özlem İçer.
Renk Cambazı Bay Buko isimli çocuk oyunu T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Tiyatroları repertuarına kabul edilen, Lalingo serisiyle çıktığı yazarlık yolculuğunu, Pireli Bale Ayakkabıları, Sırdaş Balıklar, Tatlı Bir Tesadüf ve Mektup Arkadaşım’la sürdüren Özlem İçer ile kitaplarını, dijital çağın kaybettirdiklerini, yazar olabilmenin kriterlerini konuştuğumuz keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Her yazılanın kolaylıkla kitaba dönüşemediğini de bu sayede öğrendim.
‘Bir eserin başarısını ne ile ölçüyoruz?’ bunu sorguladım.
Haftanın veya ayın en çok satanları köşesinde karşımıza çıkan romanlara doğru çekiliyoruz.
Hâlbuki her şey satış rakamları değilmiş!
Kitabın yolculuğunun en önemli aşaması, basıma layık bulunmasıymış.
Editörün okuyarak beğendiği, yayınevlerinde kurula sunuluyor ve oradan da kabul görürse baskıya geçiliyor.
Ve sonunda önemli olan herkes tarafından alkışlanmak değil, iz bırakabildiğiniz, ulaşabildiğiniz ve mesajınızı iletebildiğiniz kişi sayısı.
Bu etkiyi en iyi ölçebileceğimiz kitle ise çocuklar.
Onlar henüz kirlenmemiş dünyalarında, kendilerine sunulan kitapları okuyorlar ve ufuk açıcı şeylere ihtiyaç duyuyorlar.
Dijital çağda kaybettiğimiz alışkanlıklarımızdan da bihaberler.
Bu nedenle Mektup Arkadaşım çok ilgimi çekti ve Özlem İçer’e sordum:
Kitabınızın konusu hakkında bilgi verir misiniz?
Bu kitabım sadece mektuplardan oluşuyor. Tarzı aslında çok farklı.
Edebi eserlerde bunu pek görmüyoruz.
Daha önce bana ‘mektuplar tarihe tanıklık eder mi?’ diye sorulmuştu.
Gerçekten çağımızı belgeleyen bir şey. Kitabın karakterleri çok önemliydi benim için. Ülkemizin en batısında Çanakkale-Gökçeada’da yaşayan Derya, Türkiye’nin en doğusunda Iğdır-Dilucu’nda yaşayan Zerya ile mektuplaşıyor. Öğretmenleri görüntülü bile konuşabildiğimiz bu çağda mektuplaşma kampanyası başlatıyor ve bu sayede tanışıyorlar.
Mektup yazmak çocuklara ne katar?
Bu kültür sayesinde sabretmeyi öğreniyorlar. Yazmak, yollamak, ulaşmasını ve cevabın gelmesini beklemek sabır işi. Ayrıca çocukluk kendisini tanıma ve tanımlama dönemidir.
Mektup birinci ağızdan yazıldığı için çocuğun kendisini tanımasına da katkı sunar. Ben küçükken kuzenlerimle mektuplaşırdım. Üniversite sonuna kadar günlük tuttum. Hep kitap okudum. Mektup, yazmayı da geliştiren bir araç. Günümüzde tüketim hiç tanımadığınız insanlarla konuşabiliyorsunuz. Tarihe not düşmek adına tersine bir hareket bu!
Başak Eralp Gür tarafından resimlenen Mektup Arkadaşım bu renkli, eğlenceli haliyle de çok ilgi çekici olmuş. Okumayı teşvik edebilmek için başka neler yapılabilir?
Okulların bazılarında okuma listelerine alındı kitaplarım. Ve okumayı ve etkiyi artırmak için öğretmenler bir etkinlik düzenlemiş. Kitabı aileleriyle birlikte okuyan çocuklar atölyeye de anne babalarını getiriyor. Beraber karakterlere kıyafetler tasarlıyorlar. Bunun çocuk üzerinde bıraktığı etkiyi bir düşünün. Bir çocuğa git kitap oku demek yerine, birlikte okumayı teklif etmek gerek.
Yazar olmak isteyenlere tavsiyeleriniz neler?
Yazmayı en iyi yazarlar öğretir! Kitap okumak bu işin en önemli sırrı. Ayrıca kaç kitap satışına odaklanılmamalı. Birkaç çocuğa ulaşabiliyorsak bile ne mutlu bize. Önemli olan kaç kişinin değil, kimin beğendiği.
Unutmadan, bütün çocukları mektuplaşma kampanyasına bekliyoruz!