Bazen insan sabah uyanır ve içinde tuhaf bir sevinçle karışık bir sorumluluk hissi olur… Sanki yapılması gereken bir şey vardır.
Sanki “daha güzel olabilir” duygusu usulca omzuna dokunur.
Bir çocuğun çantasını sırtına geçirirkenki heyecanında,
bir öğretmenin sınıf kapısını açmadan önce aldığı o derin nefeste, bir annenin “hadi geç kalma” derken gözlerinden taşan endişede…
İşte ben bu yazıyı tam da o duyguyla yazıyorum. Kızmadan, kırmadan, bağırmadan… Ama vazgeçmeden. Çünkü hâlâ inanıyorum: Bir okul düzelebilir, bir sınıf toparlanabilir, bir çocuk doğru bir sınırla kendini güvende hissedebilir. Ve insan, en çok da böyle anlarda ayağa kalkar.
Geçen gün bir kursun koridorundayım. Zil çalmış… Ama kimsenin umurunda değil. Koşan koşana, bağıran bağırana.
Bir öğretmen kapıda bekliyor, gözleriyle sınıfa düzen vermeye çalışıyor. O an şunu düşündüm: Burada eksik olan şey ne sevgi ne ilgi… Burada eksik olan şey disiplin.
Hani şu adını anınca herkesin irkildiği kelime var ya… Disiplin.
Aman ha, yanlış anlaşılmasın. Disiplin dediğim; cetvel, bağırma, tehdit falan değil. O defter çoktan kapandı.
1940’ta Hasip A. Aytuna’nın söylediği şu cümle var: “Okulun özünü disiplin oluşturur. Okulu, lakayıtlık bozar.” Seksen beş yıl geçmiş. Cümle hâlâ capcanlı. Çünkü lakayıtlık bağırmaz çağırmaz; sessizce gelir. “Boş ver” der. “Ne olacak” der. “Çocuk bu” der. Sonra bir bakarsın sınıfın ritmi kaybolmuş, emeğin kıymeti düşmüş, öğretmenin sesi duvara çarpıp geri dönmüş.
Disiplin aslında çok sade bir şeydir: İnsanın kendi kendini yönetebilme hâli. Zil çalınca susabilmek, başkası konuşurken bekleyebilmek, “istiyorum” ile “olmalı” arasındaki farkı kavrayabilmek… Asıl özgürlük de burada başlar zaten.
Çünkü kendini yönetemeyen özgür değildir; sadece savruluyordur.
Bugün disiplin kelimesinden niye bu kadar korkuyoruz biliyor musunuz? Çünkü onu sertlikle karıştırıyoruz. Oysa asıl sertlik, kuralsızlıktır. Sınırların olmadığı yerde çocuk rahatlamaz; aksine içten içe kaybolur. Psikoloji yıllardır söylüyor bunu: Sınırları olan çocuk daha güvendedir. Belirsizlik ruhu yorar.
İşin bir de inanç tarafı var. Düşünün… Namaz vakitle, oruç sabırla, zekât ölçüyle yapılır. İbadetin özü bile insana şunu öğretir: “Her istediğin her an olmaz.” Bu, iç disiplinin ta kendisidir. İnsanın kendine “dur” diyebilme ahlakı.
Toplum dediğin şey yazılı olmayan kurallarla ayakta durur.
Kuyrukta beklemek, söz kesmemek, başkasının alanına saygı duymak… Bunlar kalktığında ilk çöken şey düzen değil, güvendir. Tarih mi? O zaten acımasızca nettir. Disiplini kaybeden her medeniyet, yavaş yavaş çözülmüştür.
Orduda gevşeme, eğitimde savrulma, adalette ölçüsüzlük…
Sonrası malum.
Günlük hayatta da örneklerine rastlıyoruz. Otobüste yüksek sesle konuşan biri… Herkes rahatsız ama kimse bir şey demiyor. İşte bu da lakayıtlığın sessiz hâli. Disiplin sadece okulda değil; sokakta, sofrada, konuşma biçiminde de lazım.
Aytuna’nın söylediği esas mesele hâlâ geçerli: “Ferdî ve içtimai gayretlerin ahenkleştirilmesi.”
Yani hem ben olabilmek hem biz kalabilmek. Okul dediğin yer de bunun provası zaten. Sadece ders anlatılan bir bina değil; hayata hazırlık alanı. Omurga eğilirse beden ayakta duramaz.
Disiplin çökerse okul da ayakta kalamaz.
Mesele ceza değil; korku hiç değil. Mesele çocuğa kendini yönetmeyi öğretmek. Gerisi zaten gelir. Sessizlik de gelir. Saygı da gelir. Başarı da.
Bu yazıyı bitirirken içimde buruk ama diri bir duygu var. Üç ay oldu babamı toprağa vereli. Onun hayatı bana şunu öğretti: Disiplin bağırmak değilmiş, örnek olmakmış. Kural koymak değilmiş, duruş sergilemekmiş. Babam çok konuşmazdı ama bakışıyla öğretirdi. Sözünden çok hâli kalırdı akılda.
Şimdi dönüp bakınca anlıyorum: Beni ayakta tutan şey, onun sessiz disiplinidir. Hayata karşı eğilmeyen omurgasıdır. Bu yüzden bugün disiplin dediğimde, içinde sevgi olan bir sınırı, insanı incitmeden tutan bir eli, “Ben buradayım” diyen güvenli bir sesi kastediyorum.
Dilerim çocuklarımız korkmadan, öğretmenler yorulmadan, okullar umudunu kaybetmeden yol alır. Dilerim ölçüyle büyür, sevgiyle güçlenir, disiplinle özgürleşiriz.
Babamın bana bıraktığı gibi… Dik durarak, kimseyi incitmeden ama hayata da savrulmadan. Allah rahmet eylesin. Hepimize biraz daha sabır, biraz daha anlayış, biraz daha omurga nasip olsun.
Haftaya görüşürüz....