Hava Durumu

Bin yılın yüküyle uyanmak

Yazının Giriş Tarihi: 17.05.2025 11:58
Yazının Güncellenme Tarihi: 17.05.2025 11:58

Bugün 17 Mayıs Cumartesi.

Bursa’da yağmur yağıyor. Sessiz değil; anlatır gibi… Hani bazı yağmurlar sadece ıslatmaz, konuşur da…

İşte öyle bir sabahtayız.

Camın gerisindeyim. Elimde kahve değil bu kez, demli bir çay. Karşı apartmanın çatısından damlalar düşüyor. Ara sıra sokaktan biri geçiyor; şemsiye altında aceleci adımlar. Ama içeride, zaman durmuş gibi…

Yağmuru hep sevmişimdir. Çünkü bir şeyleri durdurur. Dışarıda hayat hızla akarken insanın içini yavaşlatır.

Bugün içim biraz hüzünlü ama canlı. Hani şu şarkıdaki gibi:

“Hem kederli hem umutlu…”

Dışarısı ıslak ama içim sıcak. Çünkü biliyorum ki bu yağmur, toprağı besliyor. Belki de bizim duygularımız da böyle… İçimizi sarsan her damla, bir şeyleri yeşertiyor aslında.

Bir hatıra…

Bir cesaret…

Bir yeni başlangıç…

Bugün hiçbir şey yapmasak da olur belki. Ama bir şey hissetsek yeter.

Bir dostu arasak mesela.

Bir şiir okusak.

Annemize “iyiki” desek.

Kendimize de…

Bunca zamandır dayanabildiğimiz için, hâlâ sevinebildiğimiz için…

Camdan dışarı bakıyorum; gökyüzü gri, yapraklar savruluyor, kaldırımlar ıslak. Rüzgâr ara ara pencereyi yokluyor. İçerideyse huzurlu bir sessizlik… Elimde buğusu tüten bir fincan çay, yanımda küçük bir defter, bir de büyük bir soru:

“İnsan yüz yıl bile yaşamaz ama bin yılın endişesini taşır.”

Kim söyledi bunu ilk kez, bilmiyorum. Ama galiba hepimiz bir şekilde bu cümlenin içindeyiz. Daha doğrusu bu cümle, bizim içimizde.

Bir bakıyoruz, on yaşındaki çocuk gelecek kaygısıyla büyüyor; bir bakıyoruz, seksen yaşındaki dede hâlâ "Yarın ne olur?" diye düşünüyor. Eline geçen ömrü hesap etsen yüz yıl bile etmiyor. Ama içine çöken dertler, kafasında dönen sorular, yüreğinde taşıdığı yükler sanki yüzlerce yılın özeti.

Nedir bu halimiz?

Niye hep bir adım sonrası? Niye “ya şöyle olursa”lar, “ya başaramazsam”lar, “ya yalnız kalırsam”lar?

Henüz yaşanmamış günlerin yükünü, bugünün omuzlarına yüklüyoruz. Yetmiyor; babamızdan kalan endişeyi, dedemizin gölgesini, toplumun beklentisini, tarihin tortusunu da sırtlanıyoruz.

Bir an durup düşünmeli belki de:

Yaşamadığın şeyin derdini bu kadar taşımaya değer mi?

Rüzgâr biraz daha sert esiyor dışarıda. Ağaçlar eğiliyor. Bir an için doğanın umurunda olmadığını fark ediyorum. Gökyüzü, yağmur, kuşlar... Hiçbiri yarının derdinde değil. Hepsi şu an ne gerekiyorsa onu yapıyor.

Peki biz neden yapamıyoruz bunu?

Çünkü insan dediğin varlık, yalnızca yaşamakla kalmaz; düşünür, kıyaslar, kaygılanır, pişman olur.

Ama belki de tam bu yüzden yorgun düşer.

Bize ayrılan bu kısa ömrü, bin yıllık sorumluluklarla doldurmaya çalıştığımız için.

Bursa’da yağmur dinmiyor.

Ben hâlâ aynı çayla oturuyorum.

Ama içimden geçen başka:

Bugün biraz olsun geçmişin yükünü bırakabilir miyiz?

Yarının bilinmezliğine bu kadar takılmadan, bugünü göğüsleyebilir miyiz?

Ne dersiniz?

Bugün kendimiz için sade bir an bırakabilir miyiz?

“Şu an”ın kıymetini, bin yılın gölgesinden arındırarak hissedebilir miyiz?

Orhan Veli ne güzel söylemişti ya:

“Her şey birdenbire oldu.

Birdenbire vurdu gün ışığı yere;

Gökyüzü birdenbire oldu.”

Belki hayat da böyledir…

Birdenbire olur.

Ve bizim tüm o büyük endişelerimiz, bir rüzgârla savrulup gider.

Yeter ki biz bugünü kaçırmayalım.

Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.