Hava Durumu

Hepimizin bir olağanüstü gecesi var

Yazının Giriş Tarihi: 26.08.2025 00:05
Yazının Güncellenme Tarihi: 26.08.2025 00:05

Bir kitap düşünün…

Ne aşk romanı, ne polisiye, ne de klasik bir dram.

Bir adamın kendi içindeki yolculuğunu, bir gecede bambaşka bir insana dönüşmesini anlatıyor.

İşte Stefan Zweig’in “Olağanüstü Bir Gece” tam da bu.

Hayat, bazen ağır geliyor değil mi?

Anlamsızlık… Boşluk…

Zweig’in dediği gibi, “yaşamın anlamsızlığı bir yana, bizim yüklediğimiz anlam bile elimizden kayar gider.”

İnsanın hayatında bir an gelir…

Para vardır ama ruh yoktur.

Başarı vardır ama tatmin yoktur.

Ya da tam tersi…

Hiçbir şey yoktur, bir kuru yaprak gibi savruluyorsunuzdur.

İşte Zweig burada devreye giriyor ve fısıldıyor:

“Olağanüstü bir gece seni bekliyor.”

Kitap 69 sayfa…

Ama öyle bir 69 sayfa ki, bir roman değil, bir iç hesaplaşma, bir vicdan muhasebesi, bir kırılma noktası.

Ana karakter, hayatın rutinine sıkışmış, varlıklı bir adam.

Kendisini zenginliğin içinde tükenmiş hissediyor.

İçinde hiçbir şey kalmamış.

Duygusal bir donukluk sendromu” yaşıyor adeta.

Tanıdık geldi mi?

Telefon ekranına bakıp boş boş scroll yapan bizler gibi değil mi?

Sonra bir olay oluyor.

Ufak bir şey.

Bir bilet ayağına düşüyor.

Bir at yarışı bileti…

Ve kader, bir geceyi olağanüstü yapıyor.

Ne diyor Zweig?

“Eğer o bilet ayağımızın dibine düşmese o gece belki de hiç gerçekleşmeyecekti.”

İşte hayatın tokadı burada:

Kader dediğin şey bazen tesadüfün kılığına girer.

Biz “Ben planladım” sanırız ama çoğu zaman, plan falan yok.

Bir bakmışsın, her şey değişmiş.

Kitabı okurken şunu düşündüm:

Hepimizin hayatında bir kırılma anı var.

Bazılarımız yaşadı, bazılarımız yaşayacak.

Bir gün bir şey olacak…

Belki bir cümle duyacaksın, belki bir insanla tanışacaksın, belki eline bir bilet geçecek…

Ve sen başka birine dönüşeceksin.

İnsan bazen hayatı kaçırır. O kadar çok “olması gerekeni” yaşar ki, “olup biteni” görmez. Sevdiğini söylemez, göz göze geldiğinde içinden geçenleri dile getirmez, “şimdi”yi hep erteler. Zweig tam da buna parmak basıyor. O olağanüstü gece, aslında her birimizin hayatına düşen küçük kıvılcımlar gibi. Belki bir kayıp, belki bir rastlantı, belki bir pişmanlık.

Kitabı okurken insan kendi içine dönüyor:

Kaç anı fark etmedim?

Kaç kişiyi ihmal ettim?

Kaç sözü yutkunup içimde gömdüm?

Zweig, baronun yaşadığı bu uyanışı bize şunu fısıldıyor: “Duygularını hisset. Hissettiğini yaşa. Yaşadığını dile getir.” Çünkü bir gün gelir, bütün hayatın bir alışkanlık yığını gibi üstüne çöker ve işte o zaman ne servet, ne statü, ne başarı, hiçbir şey o boşluğu doldurmaz.

“Yürürken sev, bunu yürürken söyle.”

İşte kitap tam da bunun manifestosu. Çünkü hayat, yürürken geçiyor. Ve biz yürürken çoğu zaman sevgiyi erteleyip, kırgınlığı büyütüyoruz.

Zweig aslında çok büyük bir ders veriyor:

Hayat bir anda değişebilir.

O yüzden bugünkü karamsarlığın seni aldatmasın.

Çünkü sen yarın kim olacağını bilmiyorsun.

Stefan Zweig bunu öyle bir üslupla anlatıyor ki…

Ne bir cümle fazlalık, ne bir kelime gereksiz.

69 sayfa ama etkisi bir ömürlük.

Bugün biz de sosyal medyada kaybolmuş, yapay mutlulukların peşinden koşan, hislerini kaybetmiş insanlar değil miyiz?

Her şey var ama bir şey eksik.

İşte Zweig, o eksikliğin adını koyuyor.

Ve gösteriyor ki:

Bir an gelir, bir şey olur, hayatın anlamı değişir.

O yüzden tesadüfleri hafife alma, küçük anları küçümseme.

Bugün belki hepimize düşen görev şu: Olağanüstü bir gece yaşamadan, olağan bir günde uyanmak. Sevdiklerimize, yanımızdakilere, içimizdekilere geç kalmadan seslenmek:

“Buradayım. Seviyorum. Hissediyorum.”

“Olağanüstü Bir Gece”yi okuyun.

69 sayfa ama zihninizi 690 kilometre öteye götürecek bir yolculuk bu.

Ve kendinize sorun:

Benim olağanüstü gecem ne zaman gelir?

Ya da geldi de fark etmedim mi?

Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.