Sosyal medyada düşmek serbest ama düşmemesi gereken bir şey var: Neşe.
Bir gün sosyal medyada karşıma bir cümle çıktı:
“Her şeyini kaybet, neşeni asla.”
Beni bir an durdurdu bu söz. Çünkü modern çağda, özellikle sosyal medyada neşemizden çok daha fazlasını kaybediyoruz. Zamanımızı, dikkatimizi, gerçekliğimizi, bazen özgüvenimizi... Ama en çok da iç neşemizi. O çocukken sebepsiz yere gülüveren halimizi.
Peki bu mümkün mü gerçekten? Her şeyi kaybedip neşeyi koruyabilmek? Ya da şöyle soralım: Bu çağda neşeyi nasıl koruyabiliriz?
Neşe Bir Lüks Değil, Bir Direniştir
Sosyal medya bir yandan harika bir dünya: Bilgiye erişim, ilham, topluluklar... Ama diğer yandan koca bir kıyas makinesi. Başkalarının "en iyi" anlarıyla kendi sıradanlığımızı yan yana getiriyoruz. Bu da yavaş yavaş içimizdeki neşeyi kemiriyor.
Halbuki neşe, başımıza güzel bir şey geldiğinde değil; hayatın sıradanlığına rağmen gülebilme cesaretidir. Victor Frankl’ın “İnsanın Anlam Arayışı” kitabında, Nazi toplama kamplarında bile insanların anlam ve hatta tebessüm bulabildiğini okuyunca, kendi dertlerimizin altında ezilmek biraz utanılası geliyor insana.
Neşe, aslında bir seçimdir. Dış koşullar değil, bakış açımızla ilgilidir.
Sosyal Medya: Neşeye Tuzak mı, Aracı mı?
Neşeyi kaybetmenin en kestirme yollarından biri, başkalarının hayatını izlemeye dalmak. "Ben neden onun gibi değilim?" "Ben neden bu kadar başarılı olamıyorum?" gibi sorular başlıyor.
Oysa, bu platformları kendi üretim alanımıza çevirdiğimizde, işler değişiyor. Üretmek pasif seyirciliğin karşısında durur. Mesela bir tweet atmak, bir video çekmek ya da sadece bir düşünce paylaşmak bile neşe yaratabilir. Çünkü insan kendini ifade ettiğinde rahatlar.
Burada Susan Cain’in “Sessiz Güç” kitabını anmak gerek. İçedönük insanların bile dünyaya ne kadar güçlü katkılar sunabileceğini anlatan bu kitap, “kendin gibi ol” halini teşvik ediyor. Sosyal medyada "olunması gereken biri" yerine, "kendin" olmak zaten neşenin anahtarı.
Neşeyi Korumak İçin 5 Küçük Ama Etkili Yöntem
1. Kıyaslamayı Bırak.
Unutma: Başkalarının dışı, senin iç dünyanla kıyaslanamaz.
2. Dijital Detoks Günleri Yap.
Haftada bir gün sosyal medya kullanmamak bile zihnini tazeler.
3. Anı Kaydetmek Yerine Yaşa.
Fotoğraf çekmeden önce manzaraya sadece gözlerinle bak. Sonra istersen çekersin.
4. Küçük Günlük Ritüeller Oluştur.
Sabah kahveni sevdiğin bir müzik eşliğinde içmek gibi basit şeyler bile ruhu besler.
5. Okumaya Sarıl.
Kitaplar, iç dünyamıza açılan kapılar gibidir. Neşeyi, bilgelikle beslerler.
Kitaplar Neşenin Yol Arkadaşıdır
Bazı kitaplar vardır, ruhuna iyi gelir. Aşağıdaki kitapları özellikle öneriyorum:
“Martı Jonathan Livingston” – Richard Bach
Sıradanlığın ötesine geçmenin, hayata başka bir gözle bakmanın neşesini hissettirir.
“Küçük Prens” – Antoine de Saint-Exupéry
Çocuk kalabilmenin, basit şeylerin güzelliğini görmenin romanıdır.
“İyiliğin Gücü” – Stefan Einhorn
Nezaketin ve iyiliğin aslında nasıl iç huzura, dolayısıyla neşeye dönüştüğünü anlatır.
“Hayatı Sade Yaşa” – Francine Jay
Az çoktur felsefesiyle, fazlalıklardan arınmanın nasıl bir özgürlük olduğunu keşfettirir.
“Sefiller” – Victor Hugo
Ne kadar zor şartlar olursa olsun, umudu ve insanlığı korumanın neşe ile ilişkisini çok derin bir şekilde gösterir.
Neşe, En Büyük Başarıdır
Dünyanın en zengini de olsan, en başarılısı da... Neşen yoksa ne fark eder? İçten bir gülümseme, samimi bir kahkaha, sade bir yaşam... Bunlar aslında en büyük servetimiz.
O yüzden, bu yazıyı okuyan herkese küçük bir çağrım var:
Bugün birine iyi davran. Kendine de.
Bir çiçeğe bak. Bir çocuğun gülüşünü fark et.
Bir şarkıyı yüksek sesle dinle.
Ve sosyal medyada ne kaybedersen kaybet,
neşeni asla kaybetme.