Çarşamba günü öğleye doğru evdeki çay taze, tv'de eski bir şarkı çalıyor, pencereyi açmışım, bahar kokusu doluyor içeri… Derken bir anda o tanıdık his: Koltuk hafifçe hareket ediyor, avizeden belli belirsiz bir çıngırdama… “Yine mi?” dedirtiyor insana. Evet, Bursa yine sallandı.
Böyle anlarda zaman donuyor. O birkaç saniye içinde kafamızdan binlerce şey geçiyor: “Şu kapıdan çıkabilir miyiz?”, “Binamız sağlam mı?” Hele ki daha önce böyle bir şey yaşamışsanız, his iki katına çıkıyor.
Ben 2020’de İzmir Bayraklı’da yaşadım o büyük depremi. Herkesin kulaklarında yankılanan o anons: “Deprem oldu, herkes dışarı çıksın!” O apartmanın yıkılışını gözümle görmedim belki ama çöküşünü insanların gözlerinde okudum. Sokakta tanımadığınız biriyle sarılıp ağladığınız, komşunun elinde termosla çay dağıttığı, yan binadaki yaşlı teyzenin battaniyeyle dışarı çıktığı o gün… Unutulmuyor.
Bugün Bursa’da hissettiğimiz deprem şükür ki büyük bir yıkıma neden olmadı. Ama bizler artık sadece şiddetine değil, olasılığına da bakmalıyız. Bir şeyi yaşamak gerekmiyor artık öğrenmek için. İzmir yaşadı, Elazığ yaşadı, Düzce, Van, Hatay, Maraş… Her biri bize bir şeyler anlattı.
Deprem sonrası herkes bir süre daha dikkatli olur. Bina kolonları konuşulur, çıkış kapıları hesaplanır. Ama birkaç hafta geçince yine aynı gevşeklik. Çünkü unutmak kolay, hatırlamak zor.
Peki ne yapmalı?
Önce birey olarak başlayacağız. Yaşadığımız binanın depreme dayanıklı olup olmadığını sorgulayacağız. Gerekirse uzman çağırıp kontrol ettireceğiz. “Bana bir şey olmaz” demeyeceğiz.
Aile içinde mini bir deprem tatbikatı yapacağız. Herkes nereden çıkacak, çocuk ne yapacak, yangın söndürücü nerede? Bu bilgiler cepte olacak.
Sonra bir çanta hazırlayacağız. İçinde su, fener, pil, kuru gıda, kimlik fotokopileri… Belki bir küçük dua kitabı, belki bir fotoğraf – insanın moralini ayakta tutacak şeyler.
Devlet ve yerel yönetimlerin görevi ayrı, ama bireysel önlem almak bizim sorumluluğumuz. Çünkü o saniyelerde yalnızız.
Bugün Bursa, yarın bir başka şehir… Belki de bir başka mahalle.
Ama her defasında aynı cümleyle başlıyoruz:
“Bir an sandım ki…”
Dileğim, bu cümleyi “sandım”da bırakmak, gerçeğe dönüştürmemek.
Ve en önemlisi: Unutmamak.