Sevgili Okurlar,
Bugün sizlere hayata dair sarsıcı bir romanı, Paulo Coelho’nun kaleminden çıkan’ Veronika Ölmek İstiyor’ kitabını anlatmak, anlatırken de biraz içimize dönmek istiyorum. Belki hepimiz, Veronika kadar uçlarda yaşamıyor olabiliriz ama eminim ki onun kalbinden geçen sorular hepimizin yüreğinde bir yerlere dokunuyor.
Veronika… Genç, güzel, imrenilecek bir hayata sahipmiş gibi görünen ama içinde kocaman bir boşluk taşıyan bir kadın. Hayatını sıradanlıktan arındıramamış, yaşadıklarının bir anlamı kalmamış. Bir sabah gözlerini kapayıp her şeye veda etmek istemesi, aslında bir çığlık: “Ben artık hissetmek istemiyorum!” diyor belki de.
Ama hikâye burada bitmiyor; tam tersine asıl hikâye, intihar girişiminden sonra başlıyor. Bir akıl hastanesinde, kendi aklımızla deliliği ayırt edemediğimiz bir dünyada açıyor gözlerini. Burada kimse kimseden garip davranışlar beklemez; çünkü herkes zaten “deli” damgasını yemiştir. İşte Veronika’nın özgürlüğü tam da burada başlar.
Hastanenin soğuk duvarları, ona yıllardır eksik olan şeyi verir: Cesaret! Orada istediği gibi piyano çalabilir, istediği gibi bağırabilir, aşık olabilir… Çünkü orada kimse “Ne yapıyorsun?” demez. Kimin deli, kimin akıllı olduğunun önemi yoktur artık.
Ve Eduard… Şizofren bir adam. Sessiz, derin, kendi iç dünyasında kaybolmuş ama Veronika’nın kalbine dokunmayı başaran biri. Belki de aşkın en saf hali onların hikâyesinde gizlidir: Yargı yok, kınama yok, beklenti yok. Sadece var olmanın güzelliği var.
Doktorunun Veronika’ya söylediği yalanı ise çok manidar bulurum: “Öleceksin, artık sayılı günlerin kaldı…” Bu bir yalandır ama Veronika bu yalana öylesine sarılır ki, ölmek üzere olduğunu bilmek ona yaşamak için bir sebep verir. İnsan tuhaf bir varlık; sahipken kıymet bilmez, kaybedeceğini anlayınca dört elle sarılır. Belki de hepimizin içinde bir Veronika var: Hayatı erteliyoruz, yarına bırakıyoruz, sıradanlığa teslim oluyoruz. Sonra bir gün ölüm gelince fark ediyoruz ki yaşamak ne büyük armağanmış.
Kitabın finali bir ders niteliğinde: Delilik belki de topluma göre çizilmiş kuralları reddedip kendin olmaktır. Hastane duvarları ardında özgürce yaşamak, dışarıdaki kurallar içinde boğulmaktan daha anlamlıdır bazen. Ve insan, sevdikçe, bağlandıkça, hayal kurdukça hayatta kalır.
Sevgili dostlar, belki hepimiz biraz “delilik” hakkını kullanmalıyız. İçimizden geldiği gibi gülmeli, bağırmalı, sevmeli, pişman olmamalıyız. Çünkü hayat, bizi beklemez; ölüm kapıya dayanmadan yaşamak gerek…
Bir dahaki köşe yazımızda görüşmek üzere.
Kalbinizdeki Veronika’yı üzmeyin, yaşamasına izin verin…
Sevgiyle kalın! ????✨