Hava Durumu

Ringlerin altın kalpli, ilk profesyonel Türk boksörü: Garbis Zakaryan

Yazının Giriş Tarihi: 29.05.2021 06:00
Yazının Güncellenme Tarihi: 29.05.2021 06:00

Doğum: 2 Haziran 1930 Şişli, İstanbul - Vefat: 25 Ocak 2020 İstanbul, 90 yaşında

Türk boksunun unutulmaz isimleri arasında yer alan, ünü Türkiye hudutlarının dışına taşan, Türk bayrağını dört kıtada onurla taşıyan, İstanbul'da büyüyen bir Bitlisli Ermeni ama "Öldüğümde beni GS ve Türk bayrağı ile gömün" diyecek kadar Türklüğüne laf söyletmeyen bir centilmen olan Garbis Zakaryan, 2 Haziran 1930'da İstanbul Şişli, Altınbakkal semtinde (günümüz Elmadağ semti), Babil Sokak'ta doğdu.

(Garbis ismi; ünlü, lider karakterli anlamına geliyor.)

Babası Kaspar Zakaryan, Bitlisli bir Ermeni vatandaşıdır. Aile Bitlis'ten İstanbul'a göç ettikten sonra Baba Zakaryan, Alman Büyükelçiliği'nde seyis olarak görev yapmaya başlar, iki oğlu olur: Vahram ve Garbis.

Baba Zakaryan, yaşı ilerleyip gözlerinde görme azalınca konsolosluğu bırakıp Karaköy'de bir lokantada çalışmaya başlar.

Babasından 17 yaş genç olan Horopsime Hanım, evin ekonomik durumuna katkı sağlamak için bir trikotaj atölyesinde çalışır. Baba Kaspar, kısa bir süre sonra vefat edince ailesine ekonomik katkıda bulunmak için Garbis, ilkokulu dördüncü sınıfta terk edip hayat mücadelesine katılır.

9 yaşında bir çorapçı dükkânında çalışmaya başlar. Burada kazandığı para çok az olduğundan ikinci bir iş olarak gazete dağıtıcılığı işine girer.

Kış mevsimine girerken soğuyan havaya, dirsekleri eskimiş fanilasına ve yırtıldıkça dikilen yamalı pantolonuna rağmen küçük Garbis, sabah erken saatte, ezan okunmadan sokağa fırlayıp kolunun altına kıstırdığı gazeteleri abonelere dağıtır...

İlgi çekmek ve gazete satmak için "yazıyooor" diye avaz avaz manşetleri bağırırdı.

Daha sonra arkadaşı Agop'tan aldığı bisikletle iki işte daha kolay idare etmeye başladı. Çorapçıdaki işinden ayrıldıktan sonra Sirkeci'de bir oto tamircisinde sonra da Elmadağ'da, Babil Sokak'ta yine bir oto tamircisinde iş buldu ve yine bu sokakta bir ömrü birlikte yaşayacağı, 7 lisan bilen, İtalyan lisesi öğrencisi, güzeller güzeli 15 yaşındaki Ersilya'yı gördü ve ona âşık oldu.

***

Tamirhanedeki arkadaşlarının "O kız seni beğenmez, umutlanma" diye uyarmalarına aldırış etmeden her gün Ersilya'nın yolunu gözlemeye başladı.

Okuluna gitmek için tamirhanenin bulunduğu sokaktan geçmekte olan genç kız tam önünden geçerken "Yahu kızım geçme buradan, seni görünce elim, ayağım tutmuyor be kızım; çalışamıyorum yahu! Aklımı başımdan alıyorsun!.." diyordu.

Utanan genç kız, laf menzilinden çıkmak için adımlarını hızlandırıyordu.

Günlerden bir gün Ersilya, yine tamirhanenin önünden geçerken, başını kaldırdığında göz göze geliyorlar. Kalp atışları hızlanıyor, Garbis'in ağzından "Bugün okul çıkışında seni almaya geleceğim, beni bekle, olur mu?" lafları dökülüyor. Ersilya da daha fazla direnemeyip "olur" anlamında kafasını sallıyor.

Ersilya'nın dedesi Lomi İstanbul'a İtalya'nın Torino yöresinden göç ediyor. Dede Lomi, mozaik ve seramik ustası, Birinci Dünya Savaşı başlayınca geri dönemiyor. Enrico adlı bir oğlu oluyor. Ersilya'nın babası Enrico Lomi, Amerikan Konsolosluğu'nda şoför olarak çalışıyor. İkinci Dünya Savaşı çıkınca ülkesine geri dönemiyor. Baba Enrico, Ersilya 13 yaşında iken vefat ediyor. Ersilya, ağabeyi Celestino ve anneleri Mary, İstanbul'da kalıp yaşamlarına devam ediyorlar.

Ersilya, Hristiyan Katolik mezhebinden, Garbis ise Ortodoks bir Ermeni.

Aileler, başta birbirlerini benimsemiyorlar. Ersilya'nın ailesi Garbis'le evlenmesine karşı çıkıyor. Okumamış bir tamirci çırağı, şiddet sporu ile ilgilenen bir serseriye kızlarını vermek istemiyorlar. Ersilya'yı istemeye, Garbis'in eniştesi, dönemin ünlü fotoğrafçısı Siragan Bey gidiyor.

1950 yılının nisan ayında İstanbul'un en gözde mekânlarından Tepebaşı'ndaki Societe İtaliana'da görkemli bir nişan töreni sonrası Garbis askerlik görevine gidiyor. Askerliği bitince, 21 Şubat 1954'te Beyoğlu Yerortutyun Ermeni Kilisesi'nde, günün şartlarına göre görkemli bir düğünle evleniyorlar.

***

Ersilya'nın ağabeyi Celestino, Türk tabiyetine geçemediğinden İstanbul'da bir iş yeri açamıyor ve İtalya'ya dönmek zorunda kalıyor. Evli ve iki çocuklu Celestino İtalya'ya dönünce Ersilya'nın annesi Mary, kızı ve damadının yanına, Şişli'deki Operatör Raif Bey Sokağı'ndaki evlerine geçiyor.

Çok kilolu oluşu nedeniyle bir gün düşünce, düşme sonrası gelişen böbrek yetmezliği sonrası bir seneyi bulmadan vefat ediyor.

Garbis'in annesi Horopsime de aynı evde gelini tarafından bakılır ve 1992'de vefat eder.

***

Yeni gelin olmasına rağmen özverili, ruhu yüzünden de güzel Ersilya Hanım hem kayınvalidesine hem annesine ölene kadar baktı. Garbis Zakaryan'ın büyük aşkı Ersilya, hem iyi bir gelin, hem iyi bir eş, hem iyi bir anne hem de iyi bir hayat arkadaşı idi. Garbis Bey ve Ersilya Hanım çok güzel bir aşk evliliği yaşadılar.

Ersilya Hanım 2015 yılında ölene kadar, Garbis Bey'i sevdi. Garbis Bey de ona hep âşık olduğunu anlattı ve yaşattı. Garbis Zakaryan'ın hayatında hep iki aşkı oldu, boks ve Ersilya...

****

SPOR HAYATI

Garbis Zakaryan boksa başlamasının hikâyesini şöyle anlatıyor:

"1940'lı yıllarda gençler için aktiviteler oldukça sınırlı idi. 

Ya sinemaya gider ya da o zamanın en gözde sporu olan boks maçlarını izlerdik.

O zaman Hasnun Galip Sokak'ta bulunan GS kulübünün alt katında basketbol salonu, soyunma odası ve duşlar, üst katında güreş ve boks salonu vardı.

Hafta sonunda düzenlenen boks maçlarına arkadaşlarımla giderdik, orada maçları seyrettikçe, bende boksa karşı bir heves başladı. Mahalle arkadaşlarımdan biri "Beyoğluspor kulübüne gidelim, orada tanıdık var, yazdıralım seni" dedi. Gittik, oradaki görevli şöyle bir bana baktı ve 'ne yapacaksın?' diye sordu, ben 'boks' diye cevap verince, 'Oğlum, 14 yaşında, sivrisinek gibi adamsın, evvela biraz jimnastik yapıp vücudunu geliştir, ondan sonra boks yaparsın' deyip beni sepetledi.

O zamanlar 48 kiloda da boks yapılmıyor, en düşük kilo sinek siklet, o da 51 kilo idi.

Tekrar gittim yine kovuldum, en sonunda bıktılar beni kovmaktan, ben Beyoğluspor kulübünde eldiven giymeye, gölge boksu ve boks idmanları yapmaya başladım.

Sonra Taksimspor kulübünün boks şubesini ağır siklet Türkiye şampiyonu Şahan Minasyan, Vasken Lusikyan ve ben açtık. Tesis falan yoktu.

Antrenman sonrası kulübün bahçesine çıkıp hortumla birbirimize su sıkarak duş alabiliyorduk. Burada antrenörüm olacak Sosgali (dehşet) Kalost Çarkçıyan ile tanıştım."

***

Bundan sonrasını Kalost Çarkçıyan'dan dinleyelim:

"Eski bir boksör olduğumdan, boksu bıraktıktan sonra, genç boksörlere antrenörlük yapmaya başladım. Bana 'Garbis isminde bir çocuk var, çok kabiliyetli Taksim kulübüne git bu çocuğu bul ve ilgilen' dediler. Bir gün malzemelerimi alıp Taksim kulübüne gittim. Garbis'i gösterdiler. Bir kenarda dövüşe hazır horoz gibiydi.

İnce fakat sağlam yapılı, azimli bir gence benziyordu. Yanıma çağırdım 'Gel bakalım, seni bir tartalım evlat' dedim. Elimi hürmetle sıktı. Kendisine faydalı olmak için ders vereceğimi, önceden nasıl bir boksör olduğumu anlaması için ringe çıkmamızı istedim. Hiç çekinmedi. Kendisinden hayli ağır ve cüsseli olmama rağmen ringe çıktık maça ısınmaya başlamıştık bir ara çenemde müthiş bir ağrı duydum.

Garbis aniden bir sağ kroşe savurmuştu. Kenara çekildim, Garbis de üzerime gelmedi ve durdu, ağzım kan dolmuştu!

Tükürdüğüm zaman üç dişimin birden avucumun içine düştüğünü gördüm!..

Garbis'le tanışmamız bana çok pahalıya mal olmuştu ama efendi ve değerli bir boksör tanımış olmanın verdiği zevk içinde üç dişimin acısını çoktan unutmuş gitmiştim..."

***

Kalost baba tarafından çalıştırılmaya başlayan Garbis 16 yaşında boksta ilk başarısını kazandı, iki rakibini de yenerek Boğaziçi Boks Turnuvası'nda birinci oldu.

1947 yılında Boks Milli Takımımızın İspanya ile yaptığı müsabakada ilk milli formayı giydi ve 5-3 yenildiğimiz karşılaşmada aldığımız 3 galibiyetten birini İspanyol rakibini 3-2 sayı ile yenerek kazandırdı. (Türkiye-İspanya boks milli müsabakasında ay-yıldızlı ekibimiz şu sporculardan oluşmuştu: 51 kg: Halit Ergönül, 54 kg: Sabri Aktaş, 57 kg: Hüsnü Özarı, 62 kg: Oktay Kolçak, 66 kg: Garbis Zakaryan, 72 kg: Kenan Yargan, 78 kg: Kamil İçli, Ağır sıklet: Şahan Minasyan.)

***

Maç sonrası yaşadığı bir olayı Garbis şöyle anlatır:

"İspanyollarla oynadığımız maçlardan sonra sinemaya gittik, o zamanlar sinemalarda oynanan boks maçlarının filmleri gösteriliyor, sinemadan çıktıktan sonra, beni arabayla eve bırakacaklar, arabayı kullananın da ehliyeti yok. Giderken bir araba çıktı karşımıza bizim acemi şoför de kurtarayım derken direksiyonu kırdı ve duvara çarptı, ben de camdan dışarı çıktım. Cam burnumu iki parça yaptı, eczaneye gittik 'Aman, aman bizlik değil bu iş hemen hastaneye!' diye tembihlediler. Alman Hastanesi'ne gittik, tekrar diktiler burnumu. Ama her gören 'Boksta mı kırıldı?' diye sorar muhakkak, ben de  hep şu cevabı veririm: 'Boksta çok dayak yemedim ki!..'

Yıllar sonra vitrine bakıyorum, adamın biri de sürekli bana bakıyor. 'Ne bakıyorsun be!' dedim sinirli bir şekilde 'Senin burnunu diken doktor benim, iyi dikmiş miyim diye bakıyorum' demez mi!..

Ailem de boksa başlamama pek sıcak bakmamıştı. İlk müsabakalarımda, iplere yaslandığım için sırtım yara olurdu. Annem de pansuman yapardı. Bazen canım yanar 'Yavaş!' derdim.

Annem de 'Dayak yemesini biliyorsun ya!' diye kızardı..."

****

Garbis, 1948 yılında İstanbul boks şampiyonu oldu. O yıl Türkiye birinciliği boksta yapılmadı.

Büyük yeteneğini gören Galatasaray kulübü Garbis'i renklerine bağladı. Bundan sonra yaşamına Galatasaray forması ile devam eden Garbis 1949 ve 1950 yıllarında, yarı orta sıklette hem İstanbul hem Türkiye şampiyonu olma başarısını gösterdi.

DEVAMI YARIN......

Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.