Lübnan, günümüzde oldukça karmaşık siyasi ve kültürel yapıya sahip, Orta Doğu’nun kırılgan devletlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. İlave olarak, sürekli İsrail tehdidi altında kalan bir devlet konumundandır. İsrail tehdidi ile güney sınırında Hizbullah gibi güçlü vekil savaşçılarının bulunması ise devletin kontrol mekanizmalarını zorlamaktadır. Bu durumun çeşitleri sebepleri olsa da Lübnan’ın tarihine bakmak özellikle bu konu hakkında bizlere detaylı bilgiyi sunacaktır.
Lübnan, çok eski tarihe dayanan ve Akdeniz havzasının ve Arap dünyasının kesişiminde kalması ile oldukça önemli bir coğrafyaya sahip bir devlet konumunda olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı Devleti’nin savaşı kaybetmesi sonucunda İngiliz ve Fransız işgali altına giren Lübnan toprakları, savaştan önce planlanan bir anlaşmalar serisi neticesinde kurulan bir mekanizma içerisinde Fransız sömürgelerinin içine dahil oldu. Fransızlar bölgeye hâkim olduktan sonra oldukça kırılgan olacak ve bölgedeki mezhep ve din ayrılıklarını körükleyecek bir siyasal sistem ve devletleşme kurarak bölgenin bütünlüğüne oldukça büyük zararlar verdi. İlave olarak; bölgede yaşayan Hristiyan Marunilerin hamisi rolüne bürünen Fransa, diğer dinlere ve mezheplere mensup kişileri âdeta bir pota içerisinde eritmeye çalıştı. Fransızlar, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar bu yapı içerisinde bir sömürge yönetimi uygulamış ve 1946 yılında ise Lübnan’dan kültürel ve siyasal etkilerini bırakarak çekilmişlerdir.
Fransızların ülkeden çekilmesi sonrasında bağımsızlığına kavuşan Lübnan, günümüze kadar tam bir egemen devlet oluşturamamış ve büyük sorunların içerisinde kalmıştır diyebiliriz. Özellikle 1948 tarihinde İsrail’in kurulması ve 1967 Arap-İsrail Savaşları sonrasında yerinden edilen Filistinlilerin Lübnan topraklarına göçü, ülkede büyük sorunların başlangıcına sebebiyet vermiştir. Bu gerginlik, etnik ve dini sorunların büyümesi sonucunu doğurmuş ve Lübnan bir karışıklık hâlini almaya başlamıştır. Filistinlilerin göçü ile artan Müslüman nüfusu ülkede bir siyasal temsiliyet sorunu doğurmaya başlamış ve Lübnan’da yaşayan Maruni Hristiyan gruplar bu durumdan oldukça rahatsız olmuşlardır. Bu durum ise ülkeyi bir iç savaşa sürüklemiştir. Silahlanan Maruni grupların Müslüman gruplara saldırmaya başlamasıyla ülkede bir iç savaş başlamış; Lübnan merkezi hükûmeti ve ordusu tamamen çökmüş, Lübnan’ın en büyük sorunlarından biri patlak vermiştir. Bu iç savaşa birçok bölgesel güç müdahil olurken bu durum savaşın oldukça uzamasına sebebiyet vermiş; özellikle İsrail, bahaneler üreterek birçok kez Lübnan topraklarında operasyon kararı almış ve uygulamıştır.
İç savaş sırasında özellikle Şii topluluğun bir koruma merkezi yoktu. Bu durum ise Lübnan’da silahlanan gruplar karşısında oldukça güçsüz kalan Şii toplulukların Emel Hareketi adı altında silahlanmaya başlanmasına sebebiyet verirken aslında Hizbullah’ın yolunu açan en önemli gelişmelerden birini başlattı. Şii toplumunun milis gücü olarak ortaya çıkan Emel Hareketi, yüzyıllar sonra Şii toplumunu askerî bir çatı altında organize eden bir yapı oluşturmuştur ve bir Şii İslami Uyanış Hareketi oluşturmuştur.
1980’lerin başında ise Hizbullah Hareketi oluşmaya başlamış ve ideolojik kökenleri ise Emel Hareketine dayanan bir grubu oluşturmaya başlamıştır. “Allah’ın Partisi” adını taşıyan Hizbullah, özellikle İsrail’in Lübnan topraklarına saldırısı sonrasında Şii toplumu adına daha geniş kararlar alabilen ve daha aktivize edilmiş bir politik grup hâlini almıştır. Amacını ise Şii toplumunu koruma altına alırken 1982’de İsrail’i Lübnan topraklarından çıkarmak ve İsrail’i yıkmak olarak açıklamıştır. 1990 yılında Lübnan’da iç savaşı bitiren anlaşma olan Taif Anlaşması ile tüm gruplar silah bırakmış fakat Hizbullah bölgede İsrail’e karşı gerilla savaşlarını sürdürmüş, 2000 yılında ise İsrail Lübnan topraklarından geri çekilmiştir.
Bu süreçten sonra Hizbullah, Lübnan’da önemli bir siyasi etkiye sahip olmuş ve Lübnan siyasetini doğrudan etkilemeyi başarmıştır. Bu sırada İsrail’e karşı ise sürekli taciz saldırılarında bulunmuştur. Özellikle 2006 yılı Hizbullah için önemli bir yıl olmuştur; zira bu yılda İsrail ve Hizbullah arasında bir savaş yaşanmış; bu savaştan belirli bir kazançla çıkan Hizbullah, İsrail’i oldukça zorlamış ve büyük bir prestij kazanmıştır. Bu savaş sonrasından günümüze kadar Hizbullah, Lübnan halkı arasında etkisini genişletmiş ve büyük bir tabana sahip olmaya başlamıştır. Böylece Lübnan siyasetini belirleyen önemli bir politik merkez hâlini almıştır.
Hizbullah, özellikle Lübnan dışında Suriye iç savaşına doğrudan müdahil olmuş ve Suriye Rejimine destek sağlamıştır. Bu tutum bir mezhep savaşına dönmüş, Lübnan’da etnik gerilimleri tekrar arttırmış, İran ile olan bağı sebebi ile ise körfez ülkeleri tarafından şiddetle reddedilmiş bir örgüt olmuştur.
7 Ekim Hamas’ın İsrail’e yönelik müdahaleleri sonrasında ise Hizbullah, İsrail’e karşı yeni bir cephe açmasa da İsrail’i oldukça rahatsız eden saldırılarda bulunmuş ve psikolojik bir savaş yürütmüştür. Sınır hattında ise sürekli bir gerilim hattı oluşmuş ve bu süreç devam etmektedir.
Özellikle İsrail, Gazze’de uyguladığı askerî operasyonlar sonrasında askerî ve istihbarat gücünü tamamen Lübnan’a çevirmiş ve Kuzey sınırını güvenli hâle getirmeyi amaçlamıştır. İsrail, özellikle Hizbullah üzerindeki operasyonlarını oldukça geliştirirken istihbarat yönetimi açısından ise oldukça önemli kazanımlar elde etmiştir. Bu durum, Lübnan’da başlayan çağrı cihazı operasyonları ve Hizbullah’ın önemli komuta kademelerine karşı büyük askerî operasyonlar yürütmek üzerine gerçekleşmiştir. Son durumda ise Hizbullah’ın neredeyse tüm komuta kademesi İsrail tarafından öldürülmüştür; fakat İsrail, Lübnan’da güvenliği asla bu şekilde sağlayamaz. Zira Hizbullah örgütü oldukça geniş sınırlara ulaşan İran ile bağlantılı bir grubu meydana getirmektedir. Bu durumda İsrail’in en önemli amaçlarından biri ise Lübnan’da askerî bir operasyon ve bölgedeki tüm İran vekil savaşçılarını ortadan kaldırmaya yönelik hamleler olacaktır; fakat bu durum Ortadoğu’da bölgesel savaş riskini oldukça arttıracak ve bölgeyi âdeta bir kan gölüne çevirecektir. Bu sebebiyet ile diplomatik çabalar sürekli gündemde tutulmalı ve ateşkes görüşmeleri hız kesmeden devam etmelidir.