İsrail, Gazze’de sistematik ve bilinçli şekilde soykırım işlemeye devam ederken, İsrail’in 7 Ekim sonrasında baskı ve kontrol politikasından yok etme politikasına geçtiğini net olarak vurgulamak gereklidir. İsrail’in insan hakları kuruluşları olan B’Tselem ve insan hakları için doktor örgütleri İsrail’in bilinçli bir soykırım işlediğini raporlarında sunmuştur. Ayrıca bu sunulan raporlarda uluslararası bir müdahalenin olmaması noktasında İsrail’in baskı ve kontrol politikasının daha da artacağı net olarak söylenmiştir.
Birleşmiş Milletler (BM) literatüründe soykırım, "Ulusal, etnik, ırksal veya dini bir grubu bütünüyle veya kısmen yok etme niyetiyle işlenen aşağıdaki eylemlerden herhangi biri" tanımlaması şeklindedir. İsrail, 7 Ekim’den bu yana sürdürdüğü saldırıların Gazze’de barınma, sağlık, beslenme ve eğitim sistemlerini yok etme aynı zamanda zorla göç planlamaları Gazze’de açlık oluşturulması gibi durumları baz aldığımızda BM şartları içerisinde de net bir soykırım olduğunu söyleyebiliriz. İsrail, bölgede sağlık sistemini tamamen zayıflatmak için sistematik saldırılarını ise sürdürmektedir.
İsrail, aynı zamanda son dönemde ciddi şekilde artan gıda krizini bir savaş hamlesi olarak da kullanıyor. İsrail, gıda kontrolünü tamamen kendi sağlamaya çalışmakta ve Birleşmiş Milletler, Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) gibi kuruluşları yasadışı ilan etmiş Gazze İnsani Vakfı (GHF) ile İsrail gıda kontrollerini ve ulaşımı tamamen kendi sağlıyor gibi görünmektedir. Fakat ABD’li insani yardım uzmanları, finansçılar ve paralı askerlerden oluşan bir ekip tarafından yönetilen bu vakıf İsrail planlarının bir uygulayıcısı diyebiliriz ve bu yardımların verilmesi oldukça kötü şartlarda sağlanıyor.
Bunun yanında bu vakfın askerleri gıda almaya gelen Filistinlileri vurabiliyor. Yani Filistinliler için gelen yardımları alabilmek dahi bir ölüm riski oluşturmaktadır. Gıda dağıtım merkezi bölgelerinde de genel olarak İsrail barikatları, zırhlı araçları ve İHA’ları mevcut bu da bölgede Filistinliler için her zaman tehlike olduğunu net olarak göstermektedir.
Birleşmiş Milletler’in raporlarına göre ise Gazze’de nüfusun yüzde 93’ü şiddetli gıda sıkıntısı çekmekte. GHF, bu konuda gelen gıda yardımlarının gerçekten tamamen Filistinlilere verildiğine dair net kanıtlar sunamıyor. Ayrıca İsrail hükûmetiyle koordineli bir proje olan GHF, temel insani ihtiyaçları da karşılamamaya devam ediyor. Ayrıca bu vakıfla İsrail’in zorunlu göç projeleri koordine ediliyor. İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, Gazze’nin güneyinde inşa edilecek insani şehir planıyla Filistinlilerin bu bölgeye göç edilmesini sağlamaya çalışmakta. Bu koordinenin en büyük ayağını ise GHF oluşturacak.
Uluslararası alanda ise sistematik yürütülen bu soykırıma karşı hatırlandığı gibi Güney Afrika, 2023 tarihinde Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırım davası açmıştı. Oluşturulan Lahey grubu çerçevesinde ise 31 Ocak 2025’te Uluslararası Adalet Divanı’nın aldığı kararları uygulamak adına kurulmuş olan Lahey grubu, İsrail’e karşı eylem planları hazırladı ve belirli yaptırım kararları aldı. Bu yaptırım planları çerçevesinde alınan kararlar Bogota Bildirisi adı altında kararlaştırıldı. Buradan çıkan kararlar oldukça geniş diyebiliriz.
Bu kararlar, İsrail’e silah, mühimmat, askerî alanda kullanılacak yakıt ve çift kullanımlı ürünlerin gönderilmesinin tümüyle engellenmesi; İsrail’e silah ya da mühimmat taşıyan gemilerin bandırası ne olursa olsun limanlara sokulmaması, yakıt ya da herhangi bir hizmet verilmemesi; imzacı ülkelerin bandırasındaki yük gemilerinin İsrail’e hiçbir şekilde askerî malzeme, yakıt ya da çift kullanımlı malzeme taşımaması, taşıyan gemilerin bandıralarının iptal edilmesi; imzacı tüm ülkelerin İsrail’le hâlihazırda yürürlükte olan tüm kamu anlaşmalarını gözden geçirmesi gerektiğinde iptal etmesi, imzacı ülkelerin uluslararası hukuk kuruluşlarının İsrail hakkında aldığı ceza ve yaptırım kararlarına tam olarak uyması, imzacı ülkelerin işgal altındaki Filistin topraklarında suç işleyenlerin kendi mahkemelerinde de ceza alabilmelerini sağlamak için hukuk sistemlerinde gerekli değişiklikleri yapması kapsamı şeklindedir. Bu kararları şu ana kadar imzalayan ülkeler ise Bolivya, Kolombiya, Küba, Endonezya, Irak, Libya, Malezya, Namibya, Nikaragua, Umman, Saint Vincent ve Grenadinler ve Güney Afrika idi 13. ülke ise Türkiye olmuştur.
Türkiye, bu bildiride yer alarak İsrail’in işlediği suçları hukuk çerçevesinde dünyaya yansıtmak ve uluslararası hukuku korumak adına önemli bir girişimde daha bulunmuş oldu. Türkiye, normal şartlar içerisinde Bogota Bildirisi dışında zaten İsrail’e karşı ciddi yaptırımlar uygulamaktaydı fakat bu bildiri çerçevesinde geniş bir katılım içerisine alınan bir belge içine dahil oldu.
Türkiye, bu bildiriye ilk başta imza atmamıştı; zira bildiride geçen Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS)’ne yapılan atıflar söz konusuydu. Türkiye, bildiriye imza atmadan önce özellikle bu atıflara bağlı olmadığını şerh koyarak iletmiş oldu. Peki Türkiye neden bu maddelere şerh koydurdu? Sebebi şu: BMDHS, Ege Denizi gibi yarı kapalı denizlerin hassasiyetlerini dikkate almamakta. 1982 tarihli bu sözleşme içerisinde Yunan tezlerini destekleyici, yani Ege Denizi’nde Yunan tarafını destekleyici hükümler bulunmakta. BMDHS'nin Ege Denizi'nde uygulanması demek, Yunanistan’ın karasularını 12 miline çıkarması ve Ege’deki karasularının denizin yüzde 70’ini kapsaması demek.
Bu sebeple Türkiye, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne oldukça temkinli yaklaşmakta ve atıfta bulunulan bildirilere de dikkat etmektedir.