İsrail, İran’a karşı 13 Haziran tarihinde yeni bir saldırı başlatarak Orta Doğu’da gerginlik fitilini tekrar ateşledi. İsrail’in amacı, İran’ın nükleer programını tamamlamadan hedef alınması ve bu kapasiteye ulaşmasının engellenmesi planı üzerinde oluşturuldu.
İsrail’in güvenlik doktrinleri çerçevesinde İran’a saldırıyı net olarak açıklamamız mümkündür. İsrail, önleyici kuvvet doktrini çerçevesindeki İsrail’in varoluşsal tehditlere karşı geliştirdiği bu doktrin, temel reflekslerinden birini oluşturmaktadır. İsrail’in coğrafi durumu, kendisinin düşman olarak gördüğü ülkelerle yakınlığı ve tarihsel deneyimleri İsrail’in bu saldırısının açıklayıcısıdır. İsrail, önleyici kuvvet doktriniyle bir saldırının kendisine gerçekleşeceği yönünde istihbarat aldıysa bu saldırıyı beklemeden karşı tarafa ilk saldırıyı gerçekleştirmektedir.
İsrail bu doktrini daha önce de uygulamıştır ki bunun örneği olarak Altı Gün Savaşları verilebilir. Bu savaşta İsrail, Mısır, Ürdün ve Suriye’nin topyekûn bir saldırı hazırlığında olduğunu düşünerek ilk saldırıyı kendi başlatmıştı ve Mısır hava kuvvetlerini daha havalanmadan yok etmişti. Diğer bir örnek ise İsrail Hava Kuvvetleri’nin Irak’ın nükleer silah geliştirme ihtimaline karşı Osirak nükleer reaktörüne operasyon yürütmesi olmuştur. Ayrıca İsrail, Suriye’de de Suriye’nin nükleer program geliştirme ihtimali üzerinde durarak 2007 tarihinde operasyon yürütmüştür.
İsrail’in İran politikası da bu durumda şekilleniyor diyebilirim; zira İsrail için İran’ın nükleer silah geliştirmesi “kırmızı çizgi.” Bu vasıtayla İran’ın nükleer programını önlemek adına önleyici kuvvet doktrini kapsamında İranlı bilim insanlarına yönelik suikastlar ve tesislere yönelik hava saldırıları yürütmektedir.
Bu doktrinle birlikte temel mantığı ele alırsak; İsrail, tehdit olarak gördüğü saldırıların yaklaşmadan yok edilmesi üzerine caydırıcılık sağlamaya çalışmaktadır fakat Birleşmiş Milletler 51. maddesi meşru müdafaa hakkını ancak bir saldırı sonrası olarak tanımlamaktadır. Yani İsrail’in bu doktrin kapsamındaki saldırıları uluslararası hukuk açısından oldukça tartışmalıdır.
İran bugünlerde modern tarihinde askerî jetlerle düzenlenen en büyük hava saldırılarını yaşamaktadır ki Irak ile savaşında dahi sürekli olarak bu kadar fazla hava saldırılarına açık kalmamıştı ve tabii ki üst düzey yöneticilerine bu kadar hızlı bir zamanda suikastlar düzenlenmemişti. İran’ın özellikle hava saldırılarına bu kadar açık kalmış olması güvenlik zafiyetleri için oldukça büyük bir sorun. İran, İsrail’in üstün istihbarat yeteneğine karşı ve teknolojisine karşı savunmasız; zira Mossad, İran içinde ciddi bir personel ağına sahip.
Nükleer programla ilgili tesislere de Mossad ağı sızmış gibi görünmektedir. Ayrıca İsrail siber savaş İHA teknolojisi ve hassas mühimmat noktasında İran’a göre oldukça üstün. Ayrıca İran’ın hava saldırılarına bu kadar fazla açık olmasının temel sebeplerinden biri modern hava savunma sistemlerinin az olmasından kaynaklı. İlaveten uçaksavar radar ağı bütünleşik çalışmıyor.
İran, normal şartlar içerisinde vekil güçleriyle İsrail’e karşı daha düşük maliyetli ve daha az riskli şekilde saldırılar düzenliyordu fakat İsrail’in saldırısı sonrasında karşı misilleme hareketleriyle süreç hızlandı. İran için en büyük sorun ABD’nin savaşa girme ihtimali; zira İran için bu, yıkıcı bir savaşın gelmesi demek. Ayrıca savaşın sürekli devam etmesi ihtimali iç karışıklık riskini de beraberinde getirmekte. Rejim karşıtı olayların başlaması İsrail’in en çok istediği şeylerden biri olacaktır. Diğer yandan İran’ın ekonomisi yaptırımlardan dolayı oldukça kırılgan. Uzun süreli bir savaşı ve misilleme hareketini kaldırması zor görünmektedir.
İsrail-İran geriliminde diğer bir önemli sorun ise Hürmüz Boğazı. Zira daha savaşın başında hem gerilimin artması hem de Hürmüz üzerindeki ihtimaller petrol fiyatlarını oldukça yukarı çekmiş vaziyette. ABD’nin İran’a herhangi bir saldırısı İran’ın Hürmüz üzerindeki sabotaj faaliyetlerini arttırabilir. İran, Hürmüz Boğazı’nı kapatma tehdidinde bulunsa da tarihte bunu hiç yapmadı fakat sınırlı deniz tacizleriyle geçişleri sabote etti. İran caydırıcılık amacıyla Hürmüz üzerinde tehditlerini sürdürebilir.
Hürmüz Boğazı neden önemli peki? Hürmüz, deniz yoluyla taşınan petrolün yüzde 35’inin geçtiği bir boğaz kısaca “dünyanın en önemli petrol geçiş güzergâhı." Ayrıca Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt’in ham petrolleri bu güzergâhtan geçiyor. Katar ise LNG ihracatını bu boğaz üzerinden iletiyor. İran’ın Hürmüz üzerindeki herhangi bir kapatma tehlikesi demek LNG kapasitesinin yüzde 30 petrol kapasitesinin yüzde 20’sinin kısılması demek ki dünya enerji piyasası için oldukça büyük bir tehdit oluşturmakta diyebilirim.
Bu durum ayrıca petrol fiyatlarını varil başına 120 doların üstüne çekebilir. Bu da gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerini ve ithalatçı ülkelerin ekonomilerini ciddi şekilde etkiler.
Türkiye açısından baktığımızda ise; bildiğimiz gibi petrolün ithalatçısı konumunda bir ülke olarak Hürmüz Boğazı’nın kapatılması derin bir sorun oluşturacaktır ki zaten İsrail ve İran geriliminin petrol fiyatlarını yükseltmesi Türkiye’yi enflasyon ve kur üzerinde ciddi baskılamaktadır. Enerji ithalat maliyetleri artma tehlikesiyle karşı karşıya kalma ihtimali oldukça büyük sorun yaratacaktır. Türkiye, ilaveten gerilimin devam ettiği bu dönemde Hürmüz Boğazı rotasında seyreden Türk bayraklı gemiler için güvenlik önlemlerini üst seviyeye çıkarmış durumda.
Hürmüz’ü geçerek Türkiye'ye gelen ham petrol tedariki burada en önemli konu. Bu da yüzde 20 civarında. Böyle bir sorun ayrıca doğal gaz fiyatlarını da yukarıya çekebilir. Bu da Türkiye’nin ithalat kalemini arttırması manasına gelir. Fakat Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, arz güvenliği durumunda herhangi bir endişenin yaşanmayacağı noktasında bir öngörü vermiştir.