Güzel ülkemiz Türkiye’nin birbirinden zorlu problemleri var. Bunlardan bir tanesi de nüfus. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hayatın içine dair yaptığı bazı yönlendirmeler var. Geçmişte tuz kullanımına yönelik demeçleri ve lokantalarda istenmedikçe tuz getirilmemesiydi. Konu alevliyken çok tartışıldı. Uygulama çok yaygın olmasa da yapan işletmeler hala mevcut.
Erdoğan’ın üzerinde samimiyetle durduğu diğer bir konu da sigara kullanımıydı. Geçmişten bugüne sigara kullanımına karşı tutumunu devam ettiriyor. Seçim dönemlerinde milletvekili ve belediye başkan adaylarına sigarayı bırakmaları konusunda telkinlerini biliyoruz. AK Parti iktidara geldikten hemen sonra yürürlüğe giren kapalı yerde sigara içilmemesini öngören yasa, benim gibi sigara içmeyen kişileri çok memnun etti.
Zira unutuldu ama şehirler arası otobüsler, trenler, taksiler, belediye otobüsleri dahil hemen her toplu taşımada içiliyordu. Her kapalı mekân cafe, kıraathane sigara kokusunun başkentleriydi. Pasif içici olarak hayatımız hiç kolay değildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan açık alanlarda da sigara yasağının gelmesini dört gözle bekliyoruz.
NASIL BİR NÜFUS GEREKLİ?
Erdoğan’ın üzerinde ısrarla durduğu, tarafsız uzmanların işaret ettiği diğer bir tehlike de ülkemizin nüfusu. Erdoğan’ın 3 çocuk parolasıyla gündemde tutmaya çalıştığı üzere Türkiye’nin nüfusu hızla yaşlanıyor ve gelecekte azalma eğilimine girecek. Erdoğan: “Önümüzdeki 10 yılı aile yılı olarak ilan ettik” diyerek başlattığı düzenlemelere hız vereceğinin işaret fişeğini vermiş oldu. Çocuk yapmayı teşvik için kademeli olarak maddi yardımlar, evleneceklere çeyiz kredileri ve son olarak 15 yıl ev hanımı olanlara emeklilik hakkı gibi birçok düzenleme geldi; gelecekte de buna benzer düzenlemeler geleceğe benziyor...
ŞIMARIK KÜÇÜK TANRICIKLAR
Tartışma da burada kopuyor. Birçok anne baba zor bir şekilde evlendiği ve gelecek kaygısından ötürü ya çocuk yapmak istemiyor ya da bir çocuktan fazla yapmıyor. Ancak toplum içinde eğitim durumu ve hane halkı kazancı düştükçe de çocuk yapma oranı artıyor.
Ülkemizin nüfusunun artması gerekli ama nasıl bir nüfus? Şahsen çok karmaşık bir değerlendirmeye girmek üzere olduğumun farkındayım. Kimin nasıl çoğalacağına karar vermek elbette kimsenin tasarrufunda olmamalı. Ancak yeni neslin çağa ayak uyduran ülkemizi geleceğe taşıyabilecek bir yeterlilikte olması sadece anne babalarını değil toptan bir ülkeyi ilgilendiriyor.
Yeterli eğitimi alamamış, kıt kanaat geçinen kişilerin bunca alan dururken ülkemize nüfus konusunda yardımcı olması bunu kişisel mesele haline getirip 3-4-5 çocuk yapmaları sorunu çözmek yerine daha da girift bir hale getiriyor.
Görece olarak maddi durumları rahat olan eğitimli kesim ise çocuk yapmamaya daha meyilli. Kısacası belki bugünler için ütopik ama evlenmek için de, evlendikten sonra çocuk yapmak için de çok ciddi psikolojik testlerden geçilmesi gerektiğine inanıyorum.
Zira sokaklarda gördüğümüz küçücük tanrıcıkların anne babalarını ve dahası tüm toplumu kendisine oyuncak etmesi katlanılır çile değil. Hangi kesimin çocuklarından ülkeye nasıl yarar sağlayacağı belli olmaz diyebiliriz. Belki çok fakir ve eğitimsiz bir ailenin çocuğu Nobel alabilir, ya da çok zengin olabilir. Ancak bunlar istisnai şeyler. Zaten bir jenerasyonun içinden ülkeye ve insanlığa değer katan kişi çıkma oranı on milyonda iki gibi düzeyde.
Kendi neslini sürdürenlerde yüzde 2 düzeyinde geriye kalan yüzde 98’den beklenti topluma zarar vermeyen, üretim araçları içerisinde iş gücü olarak topluma fayda sunabilen, bir aile kurup ‘normal’ çocuklar yapabilmesi gibi normal işler. Ancak vahşi kapitalizmde herkes yarı tanrıcık olduğu için kimsenin çocuğu normal değil.
Herkesin çocuğu aşırı akıllı, zekasından ötürü hiperaktif travmaların kucağında ‘şeyciklere’ Frenkestein’lere dönüşmüş durumda. Aile ama nasıl bir aile konusuna da kafa yorulmalı. Yoksa bu aşırı şımarık, kendisini olmadığı şeyler sanan çocukların ileride ülkemizi iyi bir yere getireceğini sanmıyorum.
LGBT ÖZENDİRMESİ BÜYÜK RİSK
Erdoğan’ın: "LGBT belasını eleştirdiği için insanlar linç ediliyor. Tercihlere saygı denilerek meşrulaştırılan bu sapkınlığın bugün farklı hiçbir sese, görüşe tahammülü olmayan bir zorbalığa, kelimenin tam manasıyla bir faşizme dönüştü. Sırf LGBT belasını eleştirdiği için sanatçılar, iş adamları, siyasetçiler, bilim insanları linç edilmekte, adeta birer ölüye çevrilmektedir. Bir başka acı verici gerçek ise şudur. Cinsiyetsizleştirme projeleriyle insan fıtratını inkar edenler, çocuklarımızın bedenlerine geri dönüşü olmayan tıbbi müdahalelerde bulunarak aslında masum çocukları da istismar etmektedir. Bu istismarı kesinlikle seyredemeyiz" sözlerine de yürekten katılıyorum.
Ailenin önündeki en büyük sorunlardan birisi de budur. Bursa’da birbiri ardına güzel işlere imza atan ve LGBT’ye karşı güzel bir duruşu olan Cumhuriyetçi Kadınlar Derneği ve Başkanları Sevim Erol’a da selamlarımı iletiyorum.