Bazı krizler 21 Aralık’taki en uzun geceden daha uzun gecelerin yaşanmasına neden olabiliyor. ABD'nin Küba topraklarına Sovyetler Birliği'nce orta menzilli nükleer başlık taşıyan füzeler yerleştirildiğini saptamasıyla 16 Ekim 1962'de patlak veren Küba krizi, tarafları ilk kez nükleer savaşın eşiğine getirmesi açısından en önemli soğuk savaş krizlerinden biri oldu.
Son on yılda yeni arşiv belgelerinin açılması ve 1987'den başlayarak art arda toplanan bir dizi uluslararası konferansta, krize ilk elden tanıklık eden SSCB, ABD ve Kübalı birçok siyasetçi ve diplomatın yaptıkları önemli açıklamalarla Küba bunalımı birçok yönüyle yeniden irdelendi.
Bunalımla ilgili bu yeni değerlendirmeler Sovyet lideri Nikita Khruschev'in ABD Başkanı John F. Kennedy'den Küba'daki füzelere karşılık İzmir-Çiğli’de konuşlandırılan orta menzilli Jüpiter füzelerinin (IRBM) sökülmesini isteyen 27 Ekim 1962 tarihli mesajıyla taraf olan Türkiye için de yeni çıkarımlar içeriyor. Soğuk savaşın en uzun günlerinin yaşanmasının ardında da ülkemizin stratejik konumunun önemi yatıyor. İlk ve orta öğretimden itibaren Türkiye’nin stratejik konumu diye geçiştirilen önemli durumumuz devam ediyor.
İKİ YÜZÜ KESKİN BIÇAK
Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla birlikte bazı akademisyenler, siyaset bilimciler ve politikacılar Türkiye’nin stratejik önemini kaybettiğine dair yorumlarda bulunuyorlardı. Oysa geldiğimiz noktada hiç olmadığımız kadar önemli bir konumdayız. Mesele Anadolu coğrafyasının önemli olması değil, asıl önemli olan bu önemi lehimize çevirip çeviremeyeceğimizde yatıyor. Zira Anadolu’nun önemi iki ucu keskin bir bıçak bu durumu yönetmezseniz burada barınmak, tutunmak pek de mümkün değil. Bu tarihle sabit Anadolu’nun küçük bir köyünde bile art arda 7-8 medeniyetin kalıntılarının yığıldığını görebiliriz. Asıl üzerinde durmamız gereken soru ise bizler kartlarımızı iyi oynayıp konumdan gelen gücümüzü efektif olarak kullanabilecek miyiz, yoksa Anadolu coğrafyasında yok olup giden medeniyetler mezarlığında yerimizi alacak mıyız?
HER YORUMCUYU CİDDİYE ALMAYIN
Bilgi kirliliği her yerde kendisini gösteriyor ve herkesi içine alan bir sarmal halinde. Televizyonlar eskiden belli saatten sonra kapanırdı. Yani yayın süreleri idealdi. Şu an ki gibi 7/24 yayın yapılmaması yayın kalitesi için bana göre daha iyiydi. Şimdi uzun yayın saatleri kaliteli içerik bulmakta zorlanan TV’leri daha da zorluyor.
Sanırım bundan en çok mustarip olanlarda haber kanalları olmalı. Çünkü gece başlayan ve sabaha karşı biten yorum programlarında birçok sözde uzman katılıp en akla gelmeyecek çıkarımları yaparak gündeme gelmek için kör bir koşu içindeler.
En mantıksız çıkarımlar siyasal analiz adı altında servis ediliyor. Kuş taşa çarpıp milyonda birisi gerçekleşirse de ‘biz bilmiştik’ diye saatlerce sunuluyor. Tutmayan milyonlarca yorum ise hiç seslendirmiyor. Bu tip komplo teorisyenlerine fazla dikkat etmemek gerekli. Yoksa iktidarın muhalefetin en olmadık hamleleri yapacağını, Rusya’nın Avrupa’ya savaş ilan edeceğini Türkiye’nin bizi çok seven Avrupa’yı korumak için Rusya ile savaşa gireceğini, buna ek olarak İsrail’le de bir savaşın kaçınılmaz olduğunu falan düşünmeye başlayabiliriz.
3. DÜNYA SAVAŞI DEĞİL, 2. SOĞUK SAVAŞ
Toplu yıkım getirecek hiçbir hadisenin olmayacağını unutmamanızda fayda var. İnsanlık kendisini felakete sürükleyen birçok hamle yaptı ve yapmaya da devam ediyor ancak kendi yok oluşunu sonuçlandıracak bir savaşa girmeyeceği açık. Tıpkı 1962 Füze Krizi’nde olduğu gibi. Yine o krizde olduğu gibi tüm olaylar ya Türkiye’nin etrafında gelişecek ya da Türkiye etken bir faktör olacak. Geçtiğimiz yıl 3. Dünya Savaşı ihtimalinin oldukça arttığını gözlemliyorduk. Ancak dünya böyle bir savaşın insanlığın sonu olduğunu görerek işi 3. Dünya Savaşı’ndan, 2. Soğuk Savaşı rotasına soktu. Türkiye de ilk soğuk savaşta olduğu gibi stratejik önemini arttıracak. Kartlarımızı iyi oynamamız lazım. Çünkü hayat memat meselesi.
ÇİN SİLAHLARINI KUŞANDI
İlk soğuk savaşın sona ermesinden sonra Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tek kutuplu bir dünyada bir süre hüküm sürdü. Aslında hüküm sürmek tabiri biraz ironik. Çünkü gerçek bir hükümranlıkta başka bir gücün oluşmasını engelleyebilmek de çok kritik bir parametredir.
ABD tek kutuplu dünyada, ekonomik refah dönemlerinde bizim iş adamlarının parayı AR-GE yerine, lüks araba ve villalara yatırmasına benzer şekilde akılsızca davrandı. ABD hükmetmedi havada süzüldü. Milenyumun başlarında herkesin ağzında pelesenk olan Çin, kendisine dikkat çekenleri haklı çıkarttı. Ancak amaçları anlaşılamayan şekilde hareket etti.
En azından Amerikan uzmanları Çin’in neyi amaçladığını zerre anlamamışlar. Tıpkı orta doğu uzmanlarının orta doğuyu zerre anlamadıkları gibi. Çin topu tüfeği ekonomik gücüyle dünya hegemonyası iddiasında olan ABD’ye ağır üretim gücüyle meydan okuyor.
ABD’nin Hollywood imzalı parlak imajının cilası fena dökülüyor. Siyasal bir cüce olan ve soğuk savaş sonrası kendisini siyasi bir güce dönüştürme fırsatını ayakta uyuyarak kaçıran Avrupa tekrar (bilinçli olarak) Rusya tehdidini hissediyor ve eski koruyucusuna tam biat aşamasında.
SİYASİ ‘ŞEYLER’ ANLAMLA NE KADAR MUHATAP
Ülke ve millet olarak her zaman büyük mücadelelerin içinden çıktık. Tarih boyunca en namüsait pozisyonlarda en güçlü düşmanlara karşı üstün gelebildik. Ancak refah zamanlarını çoğu zaman nedense güzel değerlendiremedik. Şimdi insanlık yeni bir şafağın eşiğinde. Teknoloji büyük bir sıçrama yapacak. Bizler belki teknoloji imal edebilecek durumda değiliz ama en iyi adaptasyonu yapabiliriz. Dünyanın gideceği ufukları biraz olsun tahayyül eden her insan yaşanan bu kısır siyasi çekişmelerin ne kadar boş ve büyük insanlık koşusunda bize ne kadar faydasız olduğunu görür. İşte o zaman CHP’nin Özgür Özel’le mi yoksa Ekrem İmamoğlu’yla mı devam edeceği, Erdoğan’ın tekrar devam mı edeceği yoksa AK Parti’nin başına Bilal Erdoğan’ın mı Hakan Fidan’ın mı geçeceği çok da bir anlam ifade etmiyor. Siyasal ‘şeyler’ anlamla ne kadar muhatap?