Konumuz İnci Taneleri ve onunla birlikte gündeme gelen pavyon dansı.
Dizinin tanıtımında ön plana çıkarılan Hazar Ergüçlü’nün “dilber dansı” sosyal medyada tıklanma rekorları kırdı. Aynı şekilde dizinin ilk bölümünün izlenme oranları da hayli yüksek.
Bununla birlikte piyasa birden canlanmış. Oyuncunun dans kıyafetine çok fazla talep olduğu iddialar arasında. Bunun yanında Ankara oyunları kurslarına da yoğun bir talep başlamış. Dilber elbisesi yok satıyormuş vs. vs.
Dizi, Yılmaz Erdoğan imzalı; başrolü de Hazar Ergüçlü ile paylaşmış
NBC’nin Ahlat Ağacı’ndaki rolü ile başarısıyla adından söz ettiren Ergüçlü, sanıyorum ki daha uzun bir süre “pavyon dansı” ile hatırlanacak.
Diziyi izlediğimde şaşırdığımı söylemeliyim. Çünkü bu kadar güzel akan hikâyenin içinde yer alan 2-3 dakikalık dansın gündem olması hem çok üzücü hem de oldukça korkutucu…
Dizi bu kadar gündem olunca ve yine maalesef konu, kadın bedeni ve kadının sömürülmesi olunca, önüme düşen her yorumu dikkatle okudum.
“Uzaya gönderdiğimiz astronotumuz, geçim sıkıntısı çeken emekliler bile bu kadar konuşulmadı” diyen bir imam, cuma hutbesinde şöyle sesleniyor: “Bu dizi, pavyon kadınlarını mutlu göstermeye çalışan, kadınlara pavyon hayatının güzel olduğunun lanse edildiği, kadının bir meta olarak gösterildiği bir dizi.”
Müzisyen Aydilge ise kanser hastası bir kadından örnek vererek yorumda bulunmuş: “Babamın pavyon çalışanı bir kadın hastası kanser olmuş. Aşırı içki, sigara, şiddet, stres midesine vurmuş. Babam ona kanser olduğunu açıkladığında şunu söylemiş: ‘Ben yıllardır zaten kanserin içindeyim. Yaşıyor muyum ki öleyim!’ Kadınlar belki o elbiseyle beğenilmek ya da cinsel olarak arzulanmak istiyor. Bu kişisel tercihleridir bir şey diyemeyiz ama şunu hatırlatmakta fayda var. O elbise sadece bir elbise değil; o dans da sadece bir dans değil. Onların temsil ettiği pavyon kültürü, binlerce kadının acısıyla yüklü. Dans ederken o acıların üzerinde tepiniyorsunuz aslında. ‘Herkes yer içer, hesabı Dilber öder’. Bu akımlar gelip geçecek; tüketilecek, eğlenilecek… Ve hesabı ise gerçek dilberler ödeyecek, belki de hayatlarıyla…”
Oyuncu Okan Bayülgen ise pavyon rezilliğini tek cümleyle anlatmayı başarmış:
“Pavyon bir kültür değildir, kadınların et parçası olarak satıldığı yerdir.”
Aslında bu cümleden sonra konuya nokta koymamız gerekir ama başka bir görüşü daha aktarmak istiyorum.
Bakın Yazar Rabia Mine ise ne diyor?
Erkek egemen sistem içinde kadına bakışın her yerde aynı olduğunu, kadının her alanda sömürüldüğünü, aile kurumunun, âlemden çok daha riyakâr, belalı ve kanlı olduğunu söylüyor ve ekliyor:
“Konsomatrisler, hırsları için ruhlarını pazarlayan, hasetleri yüzünden hemcinslerinin kurdu olan kadınlardan çok daha ahlâklı...
“Silah fabrikalarında çalışan "emekçi" kadınlardan çok daha zararsız...”
Buraya kadar söyledikleri kabul edilebilir.
Fakat yazısının birçok bölümünde oldukça tehlikeli mesajlar veriyor:
“Bedelini çatır çatır ödeyerek sürdürdükleri zorlu hayatlarının ve biraz da yurdum kadınlarının çoğunun hiç tatmadığı ilgi alâkanın mağrurluğuydu bu.”
“Bence alsınlar şık şıkıdım bir Dilber elbisesi, açsınlar en oynağından bir Angara havası, öğrensinler en seksisinden bir pavyon dansı, içlerindeki konsomatrisi çıkarıp bayılana kadar dans ederek rahatlasınlar da beyinlerine biraz oksijen gitsin. Yoksa bitmeyecek bu ucuz duyar kasma ıstırabı…”
Mine’nin çıkarımına göre kadınların, bir markette, bir mağazada veya hukuk bürosunda çalışmasıyla, pavyonda çalışması arasında hiçbir fark yok. Nasılsa her alanda sömürülüyorlar. Hiçbir fark yoksa pekala pavyonda da çalışabilir bütün kadınlar. Neden asgari ücretle, saatler boyunca, ayakları su toplayana kadar çalışsınlar değil mi?
Böyle çarpık bir zihniyet olabilir mi?
Farklı olmak, duyar kasmamak (!) adına ne kadar saçmaladığının farkında olmasa gerek…
*****
Evet, kadınlar her alanda sömürülüyor. Fakat sisteme bütüncül bakmayı başarabilen bazı (biz) kadınlar, onun iddia ettiği gibi pavyonda çalışanları eziklemiyor, aşağılamıyor, onların üzerinden duyar da kasmıyoruz.
Şimdi biz ‘bu kadınlara saygı duymak adı altında’, çürümüş, kokuşmuş, yozlaşmış, kadın onurunu ayaklar altına alan bu mekânlara (sözde eğlence yerlerine) güzelleme mi yapalım?
Kadınların çıplak bedenlerinin, yiyecek içecekler gibi erkek masalarına servis edildiği, gururlarının yerle bir edildiği, çoğumuzun tahmin bile edemeyeceğimiz şekilde şiddete ve işkenceye maruz kaldığı, yaşayan ölülerin haline getirildiği bu yerlere alkış mı tutalım?
“Pavyon kültürü” ifadesinin de ne kadar sağlıksız olduğunu da söylemeliyim. Bu, kesinlikle bir kültür değildir. Buralar, emek sömürüsüne neden olan sistemin varlığını devam ettirebilmek için beslendiği alanlardır.
Toplum bilincinin farklı yerlere evrilmesinin ve dolayısıyla düşünebilmenin, fikir üretebilmenin, daha onurlu bir yaşamın var olabileceği düşüncesinin önüne geçebilmek için “bilinçli bir yaşatılan” mekânlardır.
“Kültür” ifadesiyle yumuşatılan, meşrulaştırılmaya ve normalleştirilmeye çalışılan bu mekânlar sadece ve sadece kadının cinselliği üzerinden varlığını sürdürmektedir.
Buraları başlı başına bir eğlence mekânı, bu dansları sadece bir dans, elbiseleri de sadece bir elbise olarak görmekten çıkıp, iliklerine kadar sömürülmüş bu kadınları kıvrak hareketleri ve gülücükleriyle estetize etmekten vazgeçmediğimiz sürece, bu çöplük yuvaları da yaşamaya devam edecektir.
Bedelini de yüzlerce ‘Dilber’e ödeteceğiz… Belki de hayatlarıyla…