Hava Durumu

Görmenin ötesine dokunmak

Yazının Giriş Tarihi: 13.05.2025 00:05
Yazının Güncellenme Tarihi: 13.05.2025 00:05

Görebildiniz mi?.. Kuşların, kanat çırparken havada oluşturduğu o hafif girdabın sesini? Ya kelebeğin narin çırpışındaki zarafeti?.. Peki, bu zarafetin sizde çağrıştırdığı rengi?

Elma, kayısı, kiraz çiçekleri… Hepsi beyaz görünür; ama her biri başka bir melodi. Peki, hangi nota anlatabilir elmanın ekşiliğini? Ya çalıp söyleyen o cırcır böceği… Hangi gül kokusu taşır o sesteki ahengi?

Bülbülün sesi, hafızamızda kalan hangi sevincin izi?

Mayıs’la birlikte bahar tüm görkemiyle kapımızda. Güller mayısla var olmakta.
Çiçekler açıyor, kuşlar cıvıldıyor, nehirler coşkuyla akıyor. Yeryüzü, fark eden gözler için bir şölene dönüşüyor.

Ama biz… Kaçını gerçekten duyabiliyoruz? Kaçıyla yürekten bağ kurabiliyoruz? Hangisini içimizde taşıyabiliyoruz?

Tam bu sorular arasında, Nazım Hikmet’in Abidin Dino’ya sorduğu o unutulmaz cümle gelir aklıma:
“Mutluluğun resmini çizebilir misin?”

Bir duyguyu, kendine ait olmayan bir duyuyla aktarabilmek... Kokusunu duymak, tadını görmek, sesini koklamak... İşte bu, algının en zarif sınır geçişlerinden biridir. Kimileri buna “derin kavrayış” der, kimileri “ustalığın başladığı yer.”

Çoğu zaman hakikat, tanınmaya ihtiyaç duymaz. Sizin hakikatiniz de öyle... O sadece yaşanır, bilmeye gerek kalmaz. Ve bahar yalnızca dışarıda değil, içeride de açar aslında. Duyular, yüreğe değen bir titreşime dönüşür.

Ve evet… Bazen dört duvar arasında bile mümkündür bu derinlik. Tıpkı Ahmed Arif’in dizelerinde olduğu gibi:

“Haberin var mı?
Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş,
Karanfil kokuyor cıgaram…
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin…”

Bahar, dokunmadan, koklamadan, görmeden de yaşanabilir mi? Bir nefeste, bir şiirde, bir hatırada yeşerebilir mi? Yeşil soğan bahara, cigara karanfile dönüşebilir mi? Ahmed Arif’in kendi sesinden dinlerseniz bu dizeleri…
Cevabım: Evet.

Bir masa, iki sandalye. İki çay, iki yürek. Ve onun vakur sesiyle başlayan bir dost muhabbeti. Her şartta, her yerde yeşertir baharı. Yaşanmışlığı öncelikle kelimeler fark eder, sonra zihinler. Ama bazen… Yalnızca kendimizle oturduğumuz bir masada başlar bu farkındalık. Dünyayı biraz daha katlanılır kılan o an, çoğu zaman dışarıda değil, içimizde yaşanır.

İşte o anlarda, Platon’un Mağara Alegorisi düşer akla. Bir grup insan zincirlenmiştir karanlığa. Biri zincirlerini kırar, çıkar aydınlığa. Işığı görür ve geri döner. Çünkü gören, anlatmak ister. Gölgeden değil, özden bahsetmek ister. Işığı, duvara değil insana anlatmak ister.

Çünkü gölgelerin ardındaki gerçeklik, yalnızca gözle değil, içsel duyumla kavranabilir. Hakikatin kaynağı dışarıda değil, içimizdedir. Ve duyular artık benliğimizin özü olmuştur. İçimizde açan bahar da bunun en sade cevabıdır.

Farkında olmak… Öze varabilmek… Yalnızca görmek değil, görmenin ötesine dokunmaktır. Kendimize dokunduk. Değerlerimize dokunduk. Ve şimdi, baharın coşkusuyla duyularımıza da dokunuyoruz. Ona da bir “merhaba” diyoruz. Çünkü duygular, ruh ile dünya arasında örülmüş bir köprü. Ve o köprüden geçtikçe, ruh yavaşça sızar bedene.

Her bahar, bir öncekinden farklı. Daha da bir esrarlı… Çünkü renkler, sesler ve kokular her yıl yeni anlamlarla daha da anlamlı. Ve bazen bu farkındalık bir başkasıyla değil içimizdeki 'ben'le de yaşanmalı.

Ve şimdi... İçimizdeki ben’e bir bahar hediye edelim: Tüm duyularla hissedilen, ama en çok da “var olmanın sevinciyle” serpilen bir bahar… Çünkü bazen, tek bir nefes tüm mevsimleri içinde taşıyabilir. Ve o nefes, kalbimize dokunan bir an’da sonsuzluğa açılabilir.

Ve soralım içimizdeki ben’e:

Seni bahar mı bilirim?
Baharı sen mi bilirim?
Baharı ancak senle bilirim

Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.